top of page
Yazarın fotoğrafımaviADA

ATATÜRK'ÜN SONBAHAR GEZİLERİ - KARADENİZ KIYILARINDA

Güncelleme tarihi: 23 Ağu


Gazi Mustafa Kemal Atatürk-maviADA Dergisi

11 Eylül-23 Eylül 1924


Samsun Öğretmenler Birliğinin Ziyafetinde yapılan karşılama konuşmalarına karşılık olarak;

GAZİ'NİN YANIT SÖYLEVİ


Birinci Kısım(sf.125-127)


Saygıdeğer hanımlar, saygıdeğer efendiler! Bu çay ziyafetini düzenleyenlere özellikle teşekkür ederim. Bu vesile beni Samsun'un çok aydın çevresinde bulundurmuş oldu. Bu vesile, beni dimağları bilim ve teknikle süslü, değerli insanlardan oluşan bir topluluk huzurunda bulunmakla pek mutlu etti.


Efendiler, dünyada her şey için, maddiyat için, maneviyat için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, tekniktir; bilim ve tekniğin dışında kılavuz aramak aymazlıktır, cahilliktir, sapkınlıktır. Yalnız, bilimin ve tekniğin, yaşadığımız her dakikadaki aşamalarının gelişmesini algılamak ve ilerleyişlerini zamanında izlemek şarttır.


Bin, iki bin, binlerce yıl önceki bilim, teknik ve dilin çizdiği kuralları şu kadar bin yıl sonra, bugün olduğu gibi uygulamaya çalışmak, elbette bilim ve tekniğin içinde bulunmak değildir. Çok mutlu bir duygu ile anlıyorum ki, karşımdakiler bu gerçekleri kavramışlardır. Mutluluğum yükseliyor. Şununla ki, karşımdakiler, eğitim ve öğretim sorumlulukları altında bulunan, yeni kuşağı da bu gerçeğin nurlarıyla doğmasına etkili ve etmen olacak biçimde yetiştireceklerine söz vermişlerdir. Bu, hepimiz için övünmeye değer bir noktadır.


Saygıdeğer arkadaşlar, kardeşimiz hanımefendi ve ondan sonra konuşan saygıdeğer ve duyarlı arkadaşlarımız, uzak geçmişi çok işaretlerle açıkladılar.









Yakın geçmişin acılarını da, gerçekten yürekleri kan ağlatacak biçimde ortaya serdiler. Bu vesile ile şahsımla ilgili çok teveccühlerde bulunmak inceliğini gösterdiler. Bu sevgi ve övgülerin içtenliğinden dolayı kuşkusuz çok memnunum, duyguluyum ve müteşekkirim. Yalnız, sizden bir kişiye sizden çok önem vermek, her şeyi bir millet ferdinin kişiliğinde toplamak, geçmişe, şimdiye, gelecek dönemlere ilişkin toplum sorunlarının açıklığa kavuşturulmasını, toplumun yalnız bir bireyinden beklemek elbette uygun değildir. Elbette gerekli değildir.


Saygıdeğer kardeşler! Memleket ve milletin yaşam ve geleceğine olan sevgi ve saygımdan dolayı huzurunuzda bir gerçeği açıklamaya mecburum.


Vatandaşlar yurdumuzda herhangi bir kişiyi, istediğinizi sevebilirsiniz. Kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi sevebilirsiniz. Ne var ki, bu sevgi sizi, milli varlığınızı, bütün sevginize karşın herhangi bir kişiye, herhangi bir sevdiğinize vermeye neden olmamalıdır. Bunun tersine hareket kadar büyük yanlış olamaz. Ben, bağlı bulunduğum büyük milletimin böyle bir yanlışı artık işlemeyeceğine dair tam bir güven içerisinde kaygısız ve kıvançlıyım.







Arkadaşlar, ben ve benim gibi birçok yurttaşlar, kardeşler, bundan beş, beş buçuk yıl önce milletin asıl yurdu umutsuz felakete düştüğü zaman görevli oldukları vicdan namusu, onur namusuyla yükümlü oldukları görevi yapmak durumunda kaldılar. Doğal olarak bunu yapacaklardı. Yapmak zorundaydılar. Vicdani idi, insanî idi, milli namus gereği idi. Ben bu kutsal esasların dışında hareket edebilir miydim?


Efendiler, elbette edemezdim. Türk milletinin gerçek hiçbir bireyi bu gereklerin dışında hareket edemezdi. Ben, elbette bu acıklı görünüm karşısında vicdanımın emirlerine karşıt, milli onurumuzla çelişen bir harekette bulunamazdım. Mensubu olmakla övünç duyduğum yüksek toplumun yüksek onuruna elbette aykırı hareket edemezdim.


Bence, mensubu olmakla övündüğüm milletin hiçbir bireyi milli namus gereğinden asla sapmamıştır. Eğer bundan ayrı tutulanlar varsa, inanınız aziz ve namuslu yurttaşlar, onların kalp ve vicdanı milletimizin ortak ve temiz vicdanından hiç esinlenmemiş kapkara, alçak vicdanlardır.










İkinci Kısım (sf.127-131)


Efendiler, bizim milletimizin derin bir geçmişi vardır. Milletimizin yaşadığı yüzyılları düşünelim. Bu düşünce bizi, elbette altı yedi yüzyıllık Osmanlı Türklüğünden çok, yüzyıllık Selçuklu Türklerine ve ondan önce bu dönemlerin her birine denk olan büyük Türk dönemine kavuşturur. Bütün bu dönemlere dikkat buyurunuz. Türk, kendi ruhunu, benliğini, yaşamını unutmuş, nereden geldiği belirsiz birtakım liderlerin bilinçsiz aracı olmak durumuna düşmüştür. Türk Milleti, kendi varlığı ile herhangi bir amaca, sonucu alçaklık olan, tutsaklık olan, karşılıksız köle olmaya varan aşağılık bir hedefe sürüklenmiştir. Millet, ne yazık ki bu aymazlığı çok sürdürdü. Bu yüzden her türlü sefalete ve mahkumiyete uğramaktan kendini kurtaramadı. Bütün bu uymaları, milli olmayan eğitimin gereği olduğunu fark etmeksizin, sağlam bir eğitimin sonucu olduğu kanısıyla uyguluyordu. Eğitimin esası, eğitimin nitelik ve hedefi ne büyüktür. Bu hususta yön yanlış ise ve koskoca bir millet, güvendikleri kitaplardan tanık göstererek, rehber olduklarını ileri sürenlerin sözlerine inanarak yürürse ve bu yürüyüş doğrultusu kendilerini çöküntüye düşürürse, kusur, doğrultuyu izleyen temiz, ahlaklı, özverili, rehberlerine güvenen zavallı halktan çok, rehberlerde değil midir?


Efendiler, söz söyleyen arkadaşlarımızdan biri bana, nereden ilham ve güç aldığımı sordu. Bu soruya kısa bir yanıt vermek isterim. Bilirim ki bugünkü uyanışı düne, geçmişe borçluyuz. Herhalde babalarımızın, analarımızın ve eğitimcilerimizin, ruh ve dimağlarımızın gelişmesinde verimli etkileri vardır. Gerçi biz, burada bulunanların tamamı, dünyaya geldiğimiz zaman bu topraklar, üzerinde yaşayanlarla birlikte ezici bir zorbalığın pençesi altında idi. Ağızları kilitlenmiş gibiydi. Öğretmenler, eğitimciler yalnız bir noktayı dimağlara yerleştirmeye mecbur tutulmakta idi. Benliğini, her şeyini unutarak bir heyulaya boyun eğmek, onun kulu kölesi olmak. Bununla birlikte hatırlamak gerekir ki, o baskı altında bile bizi bugün için yetiştirmeye çalışan gerçek fedakar öğretmen ve eğitimciler eksik değildi. Onların bize verdikleri feyz, elbette esersiz kalmamıştır. Şimdi, burada, bir yüce kişiye rastladım. O, benim Rüştiye birinci sınıfında öğretmenimdi. Bana henüz ilk bilgileri öğretirken, gelecek için ilk fikirleri de vermişti.


Efendiler, açıklamak isterim ki ilk esinlenme, ana-baba kucağından sonra okuldaki eğitimcinin dilinden, vicdanından, eğitiminden alınır. Bu esinlerin gelişmesi, millete ve memlekete hizmet edebilecek güç ve yeteneği kazanabilmesi için millet ve memlekete büyük olduğunca derin ilgi yaratan düşünce ve duygularla her an güçlendirilmesi gerekir. Bu duygu ve düşüncelerin kaynağı, doğrudan doğruya millet ve memlekettir. Milletin ortak eğilim ve isteğine değinmek, onun gereklerine varlığını vermeyi hareket kuralı bilmek, gerçek yolda yürüyebilmek biricik esastır. Bir milletin bireylerinde hakim olmak, gereklerine uymak icap eden milletin ortak isteği ve düşüncesidir. Bir insan memlekete ve millete yararlı bir iş yaparken, gözden ırak bulundurmaması gereken kural, milletin gerçek eğilimidir. Bundan dolayı efendiler, arkadaşımızın sorduğu esin ve güç kaynağı milletin kendisidir. Milletin ortak eğilimi, genel görüşü olduğunu yadsıyanlar da vardır. Bu gibileri hepiniz işitmişsinizdir. Bu gibiler, memleket ve milletle ilgisiz, aymaz insanlardır. Memleketimiz ve milletimizin başına gelmiş bunca felaket, hiç kuşku edilmemelidir ki, bu aymaz insanların, memleketin yazgısını ve iradesini ellerinde tutmuş olmalarından ileri gelmiştir.


Efendiler, bir toplumun mutlaka ortak bir görüşü vardır. Eğer bu, dile getirilemiyorsa ve belirtilemiyorsa, onun yok olduğuna verilmemelidir. O, eylem durumunda elbette vardır. Varlığımızı, bağımsızlığımızı kurtaran bütün eylem ve hareketler, milletin ortak görüşünün, isteğinin, direnme gücünün yüksek belirtilerinden başka bir şey değildir.


Arkadaşlar, bugün ulaştığımız sonuç, kuşku yok ki çok sevindiricidir, umut vericidir. Ne var ki bu sevinci saklı tutabilmek için, umutları eylem alanına sokabilmek için, bundan sonra dikkat edilecek noktalar çoktur. Son sözü söyleyen hoca efendinin sözlerinden esinlenerek arz edeyim ki, en önemli, en temelli nokta eğitim sorunudur. Eğitimdir ki, bir milleti özgür, bağımsız, şanlı, yüce bir toplum halinde yaşatır ya da bir milleti tutsaklık ve sefalete bırakır.


Efendiler, eğitim sözcüğü yalnız olarak kullanıldığı zaman, herkes kendince istediği bir anlama çeker. Ayrıntıya girişilse, eğitimin amaçları, hedefleri çeşitlenir. Örneğin dinsel eğitim, milli eğitim, milletlerarsı eğitim. Bütün bu eğitimlerin amaç ve hedefleri başka başkadır. Ben burada yalnız yeni Türk Cumhuriyetimizin yeni kuşaklara vereceği eğitimin milli eğitim olduğunu kesinlikle söyledikten sonra, ötekiler üzerinde durmayacağım. Yalnız belirtmek istediğim anlamı kısa bir örnekle açıklayacağım. Efendiler, yeryüzünde üç yüz milyonu aşkın Müslüman vardır. Bunlar ana, baba, öğretmen eğitimiyle ahlak ve eğitim almaktadırlar. Fakat ne yazık ki olayın gerçeği şudur: Bu yüz milyonlarca insan kitlesi, şunun ya da bunun tutsaklık veya zillet zincirleri altındadır. Aldıkları manevi eğitim ve ahlak, onlara bu tutsaklık zincirlerini kırabilecek insani nitelikleri verememiştir, veremiyor. Çünkü eğitimlerinin amacı milli değildir. Efendiler, milli eğitimin ne demek olduğunu bilmekte artık hiçbir şekilde karışıklık kalmamalıdır. Bir de milli eğitimi temel aldıktan sonra, onun dilini, yöntemini, araçlarını da milli yapmak zorunluluğu tartışma götürmez. Milli eğitimle geliştirmek ve yüceltmek istenilen genç dimağları, bir yandan da paslandırıcı, uyuşturucu, hayali bilgilerle doldurmaktan dikkatle kaçınmak gerekir. Hoca efendi, bir görüşünü açıklamak için, ''Vettini vezzeytuni'' ayetini kendince yorumladı ve incirle zeytin çekirdeğinden kural çıkardı. Birindeki çokluğu, ötekindeki tekliği işaret etti. Ayetin anlamı bu mudur, değil midir? Bir şey demeyeceğim. Yalnız bu gezimde, tesadüf eseri, bu ayetin anlamını ben diğer bir hoca efendiden sormuştum. Bunun için yarım saat kadar incelemeye ihtiyaç olduğunu söyledi. Ömrünü medreselerde din dersi okumak ve okutmakla geçiren bir kişi, bir kitabın bir satırını söyleyebilmek için böyle bir ihtiyaç ileri sürerse millet, millet bireyleri ne desin? Onun için efendiler, genç kuşağın dimağı yorulmadan, onun her şeyi alıp benimsemeye uygun tabloları, gerçeğin izleriyle süslenmelidir.


Saygıdeğer Efendiler, bu toplulukta söylenen sözler o kadar duygulanmamı, yürek yufkalığımı gerektirdi ki ve kulaklarımda o kadar Tanrısal bir ahenk oluşturdu ki, bunu bozmamak için bir sözcük bile söylemek niyetinde değildim. Fakat varlığınızın ruhumda oluşturduğu tutulması güç sevinç ve duygulanma, beni görüşlerimi bildirmeye itti. Beni dinlemek zahmetine katlandığınız için hepinize teşekkür ederim.


Ziyafetten dönüşte halk pek coşkulu ve duygulu on binlerce kitleler halinde fenerlerle dolaştıktan sonra, Gazi'nin kaldığı konut önünde toplanmışlardır. Halktan birisi Gazi'ye Samsunluların sevgi ve saygı duygularını sunmuş, Gazi'de teşekkür etmiştir. Halk, saatlerce şehrin sokaklarını dolaşarak şenlik yapmıştır.


Kaynak : ATATÜRK'ÜN SONBAHAR GEZİLERİ


Atatürk'ün 29 Ağustos 1924'te başlayıp 18 Ekim 1924 Tarihinde sona eren sonbahar gezisini konu alan bu çalışma, 1925 Yılında yayınlanan ''Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin Sonbahar Seyahatleri'' adlı kitabın Osmanlıca aslından çevirisidir.


Çeviren ve Sadeleştiren : Yrd. Doç. Dr. Fehmi AKIN

Basım Yılı : 2008

Anekdot Yayınevi

*


DERLEME ve DÜZENLEME: Zeliha AYDOĞMUŞ

107 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/706
bottom of page