top of page
Yazarın fotoğrafımaviADA

Çıkmaz Sokak

Zeyyat SELİMOĞLU

*

Eşek kayaların arasındaydı. Bize kalsa belki göremeyecektik ya, Arap Niyazi'nin yaygarasıyla hepimiz o tarafa döndük.

— Eşeğe bakın, diye bağırıyordu Arap, bu cehennemin dibinde eşeğin ne işi var yahu?

Denize girdiğimiz yer, adanın arka taraflarında öyle pek kimsenin uğramadığı bir koydu. Biz Arap Niyazi, Avcı Saim, Kızgın Zeki, iyi Ahmet, hep beraberdik. Avcı bu kayalık denizin tiryakisiydi. Onun zoruyla tepmiştik yolları. Arap'ın ağzı hâlâ açıktı.

— Bu eşeğin ne işi var bu kayaların arasında yahu? Nasıl gelmiş, nasıl inmiş o uçurumlardan?

Avcı:

— Aptal Arap, dedi, senin aklın erer mi o eşeğin hesabına... Canına tak demiştir çalışmak fakirin, kirişi kırıp soluğu burada almıştır işte... Sahibinden saklanmıştır. Gerçekten, eşek öyle bir yerde duruyordu ki, buraya nereden geldiğine akıl erdirmek zordu. Bir taraftan dik, çam ağaçlarının bile zor tutunduğu bir uçurum iniyor, iki taraftan sarp kayalar yükseliyor, beri taraftan da deniz yolu kapıyordu. Eşek, uçurumun, kayaların, denizin arasındaydı. Hiç kımıldamaksızın, heykel gibi duruyordu. Kızgın Zeki kaşlarını çatıp:

— Eşeğin bu kadar gururlusunu ilk defa görüyorum, dedip hiç sallanmıyor, kendini beğenmişin züppesi..

Avcı:

— Ben şimdi kımıldatırım, onu, deyip yerden bir taş aldı.

Tam nişan alacağı sırada iyi Ahmet tuttu kolunu..

— Yapma, dedi acıtırsın hayvanın bir yanını... Avcı :

— Ulan, dedi, sen de her şeye mani olursun. Seni anan dünyanın işlerine engel olasın diye doğurmuş garanti.

Taşı hızla fırlatıp attı. Taş eşeğin biraz ötesinde yere düştü. Eşek kımıldamadı. Arap Niyazi kıkır kıkır gülmeye başladı.

— Yaşşa be Avcı, dedi, sen de tam avcısın ha... Manda kadar eşeğe rastlatamadın taşı... Bak oğlum, hedef nasıl bulunur, gör de öğren...

Arap yerden bir büyükçe taş aldı. Uzun parmaklarıyla taşı kavrayıp, kalın, sarkık dudaklarını büzdü, gözünün tekini kapayıp olduğu yerde yaylanarak hızla fırlattı. Taşın eşeğin karnından pat diye ses çıkarmasıyla eşeğin kıpırdaması bir oldu. Hayvan ileri doğru bir yürüdü. Ama, birden topallayıp olduğu yerde kaldı. Eşek, sağ arka ayağını yere basamıyordu.

Avcı:

— Vay, dedi... ayağı kırık bu garibin be... Bırakmışlar kimsesizi buraya.

İyi Ahmet:

— Hadi bakalım, dedi, taşlasanıza bakalım, engel olmuyorum işte...

Arap:

— Elim kırılsaydı da atmasaydım taşı, diye söylendi.

Kızgın Zeki:

— Hangi eşşeoğlueşşek, dedi, hangi eşşoğlueşşek bıraktı bu hayvanı buraya kim bilir?

Denize girmenin, güneşte yatmanın tadı kalmamıştı. Birdenbire ne emiz, kahkahalarımız bıçakla kesilivermişti sanki...

Burada, bu canım güzelliklerin ta ortasında, bir can ölüme bırakılmıştı. İnsanlık, merhamet falan, hep düzmeceydi, hep süstüp sahteydi. Yahu... Hey Allah'ım.. Şu garip eşeğin ne günahı vardı be? Ne suç işlemişti bütün hayatı boyunca bir canavar herife para kazandırmaktan gayri? Ve o herif hangi deyyus ise, hayvancığın kafasına üç kuruşluk bir kurşun sıkmaya kıyamamış, onu işte böyle açlıktan, susuzluktan yavaş yavaş erimeye, bitip tükenmeye bırakmıştı. Adadaki çiçekçilerden tanıdıklarımı birer birer gözümün önünden geçiriyordum. Ama boşunaydı. Onları gözümün önünden geçirsem de geçirmesem de boşunaydı. Hiç bir şey değişmeyecek, eşek burada günlerce can çekişip, "bir su veren yok mu?" bile diyemeden susuzluktan göçüp gidecekti.

— Daha şimdiden sıfırı tüketmiş hayvan, dedi Avcı, bak nasıl sendeliyor. İyi Ahmet:

— Bir şey yapamaz mıyız çocuklar, dedi, şu hayvana bir yardımımız dokunmayacak mı?

Kızgın Zeki:

— Dokunmayacak, diye kestirip attı, şimdi ahlanıp vahlanıp şuradan gider gitmez de keyfimize bakacağız. Ne ayağı kırık eşek kalacak aklımızda, ne de bir şey... Oğlum, ayağını kırmamaya bakacaksın bu dünyada... Yoksa gittin gürültüye.

Arap Niyazi:




— Hiç olmazsa hayvana yaklaşabilecek bir yol bulsaydık, dedi, belki su falan getirirdik.

Avcı:

— Ona en büyük iyilik kafasına bir kurşun sıkmaktır, diye karşılık verdi.

Arap:

— Ne yapsak, dedi, bucak müdürüne mi söylesek acaba?

Kızgın Zeki:

— Gülerler sana, deyip acı acı güldü, hem acırlar, hem de gülerler sana yavrum. Kibarcası saflığına, mertçesi aptallığına gülerler senin.. Ulan, sen hangi hayal dünyasında yaşıyorsun hacı? İnsanları kollamaya gücümüz yetmiyor, elin eşeğini kim ipler senin?

— Zaten dedi, Avcı, sahibi öyle bir yere getirip bırakmış ki, hayvanı, Azrail'den başka kimsenin yardımı dokunamaz ona artık.

Arap:

— Azrail'in işi yok da, dedi, eşekle uğraşacak. Muhakkak unutur; unutunca da hayvan ölemez burada bir türlü.

Kızgın Zeki, yakışıksız gülüşüyle tekrar güldü:

— Ne haber, dedi, demin hayvana yardım edelim diye can atıyordunuz, şimdi de ölmeyecek diye oturup ağlayacaksınız, nerdeyse. Avcı, sen git getir tüfeğini de hayvanın kafasına bir kurşun sıkıver.

Avcı :

— Benim tüfek, dedi, ta Küçükçekmece'de.. Ordan buraya tüfek mi gelir?

Arap:

— Bırak yahu, diye bağırdı, zaten hayvanı yanlış bir yerinden vurursun sen... Demin attığın taştan belli senin avcılığın...

Eşek, uzaktan bizi görmüştü. Öyle, düşünceli düşünceli bizden yana bakıyordu. Gözlerini hiç ayırmıyordu üzerimizden.

İyi Ahmet:

— Bu eşek, diyordu, bu eşek şimdi hepimizden daha insandır. Siz anlayamazsınız bunu..

Arap:

— Kim bıraktıysa bu hayvanı buraya, Allah belâsını versin, dedi.

Avcı birden ayağa kalkıp:

— Ben çok yandım, diye mırıldandı, atlıyorum artık..

Kayanın üzerine çıkıp balıklama suyun içine daldı. Biraz sonra başı suyun üzerinde göründü.

Arap merakla:

— Nasıl su, diye bağırdı, sıcak mı?

Avcı denizin içinden:

— Hamam gibi, diye seslendi, ısıtılmış gibi vallaa..

Birer birer kalktık. Suya doğru yürüdük.


Yazar (D. 31 Mart 1923, İstanbul - Ö. 30 Haziran 2000, İstanbul).


Zeyyat Selimoğlu Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri

Doğumu ve Ailesi Zeyyat Selimoğlu 1922 yılında İstanbul’da doğdu. Bir kız bir de erkek kardeşi vardır. Fatih-Cibali semtinde doğar ve çocukluğunu da orada geçirir. Hem babası hem de annesi Karadenizli olan yazar çocukluğunda oraya gitmez. İlk gençlik yıllarında Rize’ye giden yazar şahit olduklarından çok etkilenir ve yazarlığa ilk adımını da bu izlenimlerini anlattığı yazısıyla atar. Selimoğlu’nun babası gemicilikle uğraşan bir iş adamıdır. Eğitim konusunda da bilinçli olan baba çocuklarının eğitimine çok önem verir. Yazarın çok sevdiği ve derinden bağlı olduğu annesi ölene kadar oğlu Zeyyat’la birlikte yaşar; hatta yazar, eşiyle annesinin kendileriyle kalması şartıyla evlenir. Eğitimi Selimoğlu ilköğretimini Taksim ilköğretim okulunda tamamlar. Selimoğlu’nun babası çocuklarının bir yabancı dil bilmelerini çok ister. Bu amaçla çocuklarını da yabancı dil öğrenebilecekleri bir okula gönderir. Kızını Fransız Lisesi’ne diğer oğlunu da Galatasaray Lisesi’ne gönderir. İlköğretimini bitiren Zeyyat’ın payına da Alman Lisesi düşer. O zamanın şartlarına göre lisan öğrenmenin en iyi yolu yabancı bir okula gitmektir. Alman Lisesi’nde Nazizm propagandası Türk Milli eğitiminde yasaklansa da kimi hocalarda kendini hissettirmektedir. Selimoğlu hatıralarında da bahsettiği gibi bu yüzden okuldan biraz soğur. Fakat bu okulda okumasının ona çok faydası olacaktır. Alman edebiyatından çeviriler yapacak, bu okulda aldığı Alman disipliniyle etrafında bazen bir Alman olarak görülecektir.39 Yine onun yazar olmasında en önemli etkenlerden biri de Alman Lisesi’ndeki edebiyat öğretmeni Zeki Ömer Defne’nin kompozisyonlarını beğenerek onu yazmaya teşvik etmesidir. Alman Lisesi’ne babasının isteğiyle giden Zeyyat, üniversiteyi de yine babasının isteği doğrultusunda okur. Edebiyat ve yazmaya çok meraklı olduğu halde babası istediği için İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine girer. Bu bölüme çok istekli girmemiştir; ama okulu da boşvermez ve fakülteyi bitirir. Hukuk fakültesi mezunu olan Zeyyat Selimoğlu İstanbul barosuna kayıtlı olduğu halde hiçbir zaman profesyonel avukatlık yapmamıştır.40 Çalışma Hayatı Selimoğlu’nun hayatında en önemli etken babasıdır. Alman Lisesi’nden sonra hukuk fakültesine gönderdiği oğlunun mezun olduktan sonra ise kendi işini yapmasını ister. Babası gemicilikle uğraşmaktadır. Selimoğlu da yük gemisiyle yabancı ülkelere uzun seferlere çıkar. Aylarca memleketini ve ailesini görmeden gurbet çekerek ekmeğini denizden çıkaran gemicilerin çalışma hayatlarına yakından şahit olur. Tıpkı Alman Lisesi’nde okuması gibi gemicilikle uğraşması da ona yazmak için bol malzeme bulma imkânı verir. Çünkü Zeyyat Selimoğlu gördüğü ve yaşadıklarını eserlerine konu olarak seçen bir yazardır. Bir süre deniz ticaretiyle uğraşan yazarın gönlü hep edebiyattan yanadır. Öyle ki sanki gemide, çalışmak için değil de gemi adamlarını gözlemleyip onların hikâyelerini yazmak için bulunur. Bir zaman gemi karaya vurup bozulur ve o da gemiciliği bırakarak kara hayatına döner. Zeyyat Selimoğlu gemi ticaretini bıraktıktan sonra edebiyatla uğraşmış, yazı ve çeviri dışında bir işle meşgul olmamıştır. Evliliği Zeyyat Selimoğlu 1963 yılı eylül ayında 41 yaşındayken, kendisinden 10 yaş küçük Muhterem Pekgöz’le hayatını birleştirir. Selimoğlu o yaşa kadar neden evlenmediği hakkında eşine pek bir şey anlatmamıştır. Yazarla Muhterem Hanım bir arkadaş ortamında tanışırlar ve altı ay gibi kısa bir süre sonra da evlenirler. Muhterem Hanım eşinden boşanmış, bir kız çocuk sahibi dul bir bayandır. Eşinin anlattıklarına göre birbirlerini severler, hatta Selimoğlu eşinin çocuğunu da kabullenir ve onu sever. Böylece birbirleriyle uyumlu ve mutlu yıllar geçirirler. Yazları adada geçirmektedirler. Özel bir sebepten dolayı Muhterem Hanım adaya gitmek istemez ve kendi deyimiyle bundan dolayı “araya soğukluk girer.” Böylece 1978 yılında ayrılırlar. Zeyyat Selimoğlu’nun çocuğu olmamış ve hayatının sonuna kadar bir daha evlenmemiştir. Kişiliği ve Mizacı Zeyyat Selimoğlu etrafında asıl memleketi Karadeniz’e has fıkra kültürünü bilen ve yeri geldiği zaman da sohbet ortamlarında bu tür ince espriler yapan bir kişi alarak bilinir. Karadenizliler genellikle heyecanlı ve hareketli insanlardır; fakat yeğeni Osman Kulein’in verdiği bilgilere göre Selimoğlu tam tersi, sakin, kendine hâkim, çevresinde kalabalıklardan değil de hoşlandığı kişilerden hazzederdi. Gürültüden, bağırış çağırışlardan, kavga ortamlarından hoşlanmazdı. Heyecanlı ve atak bir kişilik değildi. Sakin bir karaktere sahipti. “Hatta bazı yazarlar onun için ‘asosyal’ gibi tabirler kullandılar ama öyle değildi, sevdiği kişilerle beraber olmaktan hoşlanan bir kişiydi.” diyen Osman Kulein, Selimoğlu’nun devamlı harıl harıl çalışan yazarlardan olmadığını ifade eder. Eşi Muhterem Hanım’ın söylediklerine göre Selimoğlu içine kapanık, kalabalık ortamlardan hoşlanmayan, son derece kibar, insanları kırmaktan çekinen fakat kendisi de çok çabuk alınganlık gösteren sakin bir kişiliğe sahipti. Yeğeninin verdiği bilgilere göre Selimoğlu çocuğu olmamasına çok üzülmeyen bunu kafasına takmayan biridir. Yazarın kişiliği ve mizacıyla ilgili vurgulanması gereken önemli noktalardan biri de onun Alman Lisesinde okuyup Alman kültüründen etkilenerek yetişmesidir. Feridun Andaç’a göre onun ölçülü bir mizah anlayışı vardı. “Aziz Nesin’in eserlerindeki mizah gibi değil, ama gülen, güldüren, alayla değil de ironiyle bakıp anlamaya ve anlatmaya çalışan bir kişiliği vardı.”41 Adeta bıyık altından güler gibi bir hal. Selimoğlu kalabalık ortamlardan çok hoşlanmaz, Nişantaşı’nda sadece küçük bir arkadaş grubuyla sohbet ederdi. Çok fazla konuşmaması etrafında bazen içine kapanık biri olarak algılanmasına sebep olmuştur. Mizacında bazen hüzünlü bazen de sevinçli olmak bulunduğunu kendisi söyler. Ölümü Gemicilikle uğraştığı yıllar dışında hayatını hep İstanbul’da geçiren Zeyyat Selimoğlu son yıllarını adadaki evinde yaşar. Akciğer kanserine yakalanan yazar çeşitli zamanlarda hastaneye yatar. Kanserden dolayı zor günler geçiren yazar 1 Temmuz 2000 tarihinde İstanbul Nişantaşı’ndaki evinde öldü. Sanatçının ölümü edebiyat dünyasını üzer. 2 Temmuz’da gazetelerde çıkan haberler Selimoğlu’nun, çok ön planda olmasa da, tanıyanları tarafından sevilen bir yazar olduğunu göstermektedir. Selimoğlu’nun ölüm haberi Milliyet gazetesinde şu şekilde verilir: “Zeyyat Selimoğlu toprağa veriliyor. Öyküleri uzun ömürlü olsun. Yaşamını önceki gün yitiren öykücü-çevirmen Zeyyat Selimoğlu, bugün Heybeliada Camii’nde kılınacak cenaze namazından sonra toprağa verilecek.” Sabah gazetesinin haber başlığı ise daha duygusaldır: “Öyküler öksüz kaldı.” Haberin devamında ise şöyle deniyor: “Edebiyat dünyasından bir yıldız daha kaydı; öykü kitapları ve çevirileri ile tanınan yazar Zeyyat Selimoğlu vefat etti. Selimoğlu’na son görev bugün.” Yazarın yakın dostlarından Doğan Hızlan Hürriyet’teki köşesinde “Penceredeki Yalnız Adam” adlı yazısında onun Heybeliada’daki mezarında deniz adamlarını çok özleyeceğini yazdıktan sonra ölümünden duyduğu derin hüznü şu şekilde ifade eder: “İyi, usta bir hikâyeciyi, köşesinde yaşayan bir dostu kaybettim. Edebiyatı sevenlerin başı sağ olsun.” Selimoğlu’nun son yıllarda bir kırgınlığı, hatta küskünlüğü yaşasa da zamanla yazdıklarının değerinin daha iyi anlaşılacağını ifade eden Refik Durbaş, yazarın edebiyatımızdaki yerini şu şekilde ifade eder: “Yaşar Kemal Çukurova’nın rengidir. Kemal Tahir, bozkırın rengi idi, Bekir Yıldız Güneydoğu’nun… Önceki gün ‘zamansız’ bir mevsimde aramızdan ayrılan Zeyyat Selimoğlu ise Karadeniz’in, özellikle de ‘deniz’in rengi idi. ‘Deniz’i yazarken kahramanları ‘gemi’ adamlarıydı. Bu yüzden olsa gerek, edebiyatımızda da ‘direğin tepesinde bir adam’ kimliğiyle yaşadı.”


* Kaynakça: Zeyyat Selimoğlu’nun Hikâyeciliği Üzerine Bir Çalışma, Halil İbrahim BAŞER

*

*Bu yazı BURADAN alınmıştır.

37 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/706
bottom of page