top of page
1/2

YÜRÜSENE KIZIM



Niyazi UYAR

*


On dokuz yirmi yaşlarındaydı kız. Sabah ve öğleden sonra belli saatlerde evinden çıkar yedeğinde köpeği şehrin muhtelif yerlerinde dolaşırdı. Onların muhabbeti bir hayvanla bir insanın muhabbeti değildi. Arkadaştan öte birbirine mahkum iki canlının arkadaşlığı, dostluğuydu.


On dokuz yirmi yaşlarındaki kızın ne arkadaşı ne işi vardı. Onunla kösteklenmiş gibi yedeğinde beyaz başı tüylü, gövdesi traşlı kedi köpek arası bilmem ne cins bir köpek. Kızın öfkeli, her daim kavga etmeye müsait ruh hali simasına vurmuş, avurdu avurduna geçmiş, inci gibi nizam içinde dizilmiş düzgün dişleri kapanmayan dudağının boşluğundan ‘buradayım,’ demektedir.


Yedeğinde başı tüylü, gövdesi traşlı kedi köpek arası bilmem ne cins köpeği ile daha çok tren yolu boyu uzayıp giden yürüyüş yolunda yürür. Yürürken ara sıra köpeğine çıkışan kız, bir insanla, hatta bir arkadaşı ile kavga eder gibi kavga eder.  

“Yüürü kızım, yürüsene be ya, ne duryon salak salak, nereye bakıyon öyle?”


Başı tüylü, gövdesi traşlı köpek, kızın dediklerine bana mısın demez, boğazındaki tasmayı gerdirdikçe gerdirip kızı deli eder. Tren yolunu yürüyüş yolundan ayıran ve iki yanındaki çitlerin iki yanına dikilen sarmaşıklar ince demir çitleri bir güzel kapatmıştır. Yine çitlerin iki yanındaki çimler, öteki çit bitkileriyle yeşil vadiye döndürmüştür tren yolunu. Bu yeşil derya denizinin ev sahibi kaplumbağalarla oynaş tutmak isteyen başı tüylü, gövdesi traşlı köpek, boğazındaki tasmayı tekrar germeye başlar ve gerdirdikçe gerdirir, gerdirdikçe bu oyundan daha çok zevk alır sanki; zevk aldıkça kızı delirtir. Kız,


“Yürüsene kızım, ne asılıyon, yürü, yürü, yürüü!”


Kız, köpeğe “kızım,” diye hitap etmektedir. Muhtemelen, dişi olduğundan “kızım,” demektedir. Uşak – İzmir, Alaşehir -İzmir, Alaşehir – Manisa arasında yolcu taşıyan motorlular gürültü ile gelir, düdük öttüre öttüre gürültüyle geçip giderler, doğudan batıya, batıdan doğuya. Yük taşımacılığında aklını başına bir türlü alamayan yetkili yetkisizler yüzünden aralıklarla geçip gider yük trenleri. Demiryolu taşımacılığı komünist işiymiş ya, bundan ötürü


Komünist olmaktan korkan koltukların yükseğinde oturanlarımız, bilerek ve isteyerek bariyer olmuşlar hep!


Avurdu avurduna geçmiş, yanağının üstündeki bir çift göz, kara üzümün siyahı gibi kapkara ışıl ışıl ışıldır. Üstüne giydiği değişik renkteki gabardin pantolonlar, ince bacaklarına iyice yapıştığından inceden ince bacakları inceldikçe inceltmiş gibidir.

“Yürü kızım, yürüsene, bırakıp gideceğim seni burda; sonra ağlayacaksın arkamdan! Yürü kızım yürü, yürü!”


Tren yolunun iki yanındaki yol boyunca gidişli gelişli vızır vızır arabalar geçmekte. Arabaların, motorların yoğun gürültüleri kızın “yürüsene, yürüsene kızım, yürüsene” sesini alıp gitmekte doğudan batıya; batıdan doğuya. Yol kenarlarına dikilen ağaçların polenleri, park etmiş araçları alacalı yeşile boyamış. Cennet yeşili tren yolunun yürüyüş yolundaki itina ile seçilmiş, renk renk sarı, beyaz, pembe, kırmızı, mor güller… ömürlük. Sonra öbek öbek taflan kümeleri, mersin kümeleri, lükstürüm kümeleri, demir çite sarmış cins cins sarmaşıklar, parlak, etli yapraklı çit bitkileri…

“Kız, kız, baksana!”


Yedeğinde köpeği olan kız, “kız baksana,” diyen bir ses duyar. Sesin geldiği yöne doğru çevirir başını, kimse göremez. Acaba ses nereden gelmiştir? Heyecanlanmıştır, sağa bakar kimse göremez, sola bakar yine kimse göremez.

Yedeğindeki başı tüylü, bedeni traşlı köpek kıza acımış olmalı ki, birden peşi sıra yürür. Sevildiğini bilen köpeklerin naz etmede de üstlerine yoktur. Gelir önce bir koklar, sonra başını sürter, çıkarabileceği sesin en tatlısını çıkarıp sevenin gönlünü fetheder.  Onlar sadakatin en alasını gösterir yeri geldiğinde.

“Kız, kız baksana!”


Avurdu avurduna geçmiş kızın, konuştuğu dertleştiği, bir Allah’ın kulu yoktur köpeğinden başka. Kız içinden geçenleri ona der.

“Kız, kız baksana!”


Kıza, “kız kız baksana” diye seslenen kimdir, delirecek gibi olur. Görünürlerde onu tanıyan biri olmadığı gibi görünürlerde tanıdığı kimseler yoktur. Stadyumun karşısındaki trafonun gövdesine bırakılan çeşmenin pirinç musluğunu açar, avucuna dolan suyu kana kana içer.  Sonra köpeğin tasmasını asılıp avucuyla onun da bir güzel suyunu içirir, sonra demiryolunun, demir çitlerine sırtını verip çimlerin üstüne oturur. Bu sırada çıkan hafif bir esinti ile salınan ıhlamurların taze çiçekleri baş döndüren bir koku salar ortaya ki, ama ne koku?


“Kız, kız baksana!”


Bir an dünyadan kopmuş, gözlerini kapatıp kendi ile baş başa kalmaya çalışan kız, sesin demiryolunu çevreleyen çitin öte yanında her gün sabah erkenden kalkan, gideni geleni takip eder görür görmez. Sonra gözünü bir noktaya diker, bir zaman aynı noktaya bakar, sonra da akıllı telefonuyla oynayan bu genç, mahallenin kendi halindeki dom sendromlu delikanlısıdır. Onun da aynen bu kız gibi yapacak bir işi olmadığından o da sabah akşam evden çıkar tren yolu boyu gider gelir, demiryolunun yeşil vadisinin kaplumbağaları oyalanır bir zaman sonra ağaçları sever, gülleri koklar, ıhlamur ağaçlarının aşağı dallarından koparabildiği çiçekleri koparır, cebinde taşıdığı market poşetine koyar. Kimle, kimseyle konuşmayan dom sendromlu delikanlısı kıza

“Kız, kız baksana,” deyip kızın göremeyeceği şekilde saklanır çit bitkilerinin altına.


Kız Allah’ın her günü sabahın akşamın belli saatlerinde yedeğinde başı tüylü, gövdesi traşlı bilmem ne cins köpeği ile gezintiye çıkar, bir arkadaşıyla -aslında hiç olmayan- bir insanla kavga eder gibi kavga eder köpeğiyle… 

 

                                                                                                                                                  

Etiketler:

65 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


1/682
bottom of page