top of page
Nevin G. CALES

Yozgatlı Bir Amerikalı...


NEVİN G. CALES

*

 

Yozgatlı Bir Amerikalı



Hepinize Merhaba,


Eskiden olduğu gibi başlayayım mektubuma; önce maviADA'lıların, sonra da ülkemdeki büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim.


Ben Yozgatlı bir Amerikalıyım.


Ailem Yozgatlı. Ben Ankara'da büyüdüm. İlkokulu, Ortaokulu, Liseyi ve üniversiteyi Ankara'da bitirdim. Ankara Ziraat Fakültesi mezunuyum. Sonra Amerika'da bilgisayar mühendisliğinden mezun oldum. Evli ve bir kız annesiyim.


Çocukken, kardeşlerimi ve kuzenlerimi etrafıma toplar, havadan yepyeni dünyalar yaratırdım. Kahramanlar ve maceralar uydururdum, onlar da kocaman açılmış gözlerle beni dinlerdi. Çoğu zaman benden hikayelerdeki karakterleri canlandırmamı isterlerdi ve ben de onların isteklerine göre hikayeleri şekillendirmekten büyük keyif alırdım. Yaşım ilerledikçe, hikâyelerim fanteziden okuldaki deneyimlerime, arkadaşlarıma ve dünyada olup bitenlere dönüştü. Benim inandırıcılığım, onların da bana güvenleri artmıştı. Ne var ki hikaye anlatma hayallerimin peşinden gitmek yerine, mühendis oldum, ama içimdeki yazma tutkusunu bir gün yeniden bulmayı hep umut ettim.


Ailemiz sevgi doluydu, ama aynı zamanda farklı anlayış, bakış ve ideolojilerle doluydu. İlginç karşıtlıklar vardı. Babam Atatürk'ü ve onun modern Türkiye vizyonunu derinden takdir ederken, dedem Osmanlı padişahını özlüyor, içten içe de olumluyordu. Oysa dedem, sarışın ve mavi gözlü bir adamdı ve görünüşünden ötürü ona "Atatürk" lakabı verilmişti. Osmanlı döneminin süvari birliği olan Sipahi bir babadan geliyordu. Osmanlıca el yazması kitaplardan hikayeler anlatırdı ve onları dinlemek beni büyülerdi. Babam ise bize Atatürk için yazılan şiirleri ezberletir ve milli bayramlarda gururla okumamızı isterdi. Bu, dedemi biraz kızdırırdı, ama aile içindeki bu çatışma hep bir denge içindeydi.


Babamın cumhuriyetçi idealleri ile dedemin Osmanlı geçmişine olan sadakati, çocukluğumun düşünce dünyasını şekillendirdi. Babam ve kardeşleri katı Kemalistlerdi, Atatürk’ün vizyonuna inanıyorlardı ve bize cumhuriyete sadakati her şeyin üstünde tutmayı öğrettiler.


Ancak o zamanlar, babamın milliyetçiliği Yozgat’ta yükselen ülkücü hareketlerden daha fazla etkilenmeye başladı ve bu da ailemizin bakış açısını şekillendirdi. Muhafazakar olmasa da, babamın milli gururu hayatımızı derinden etkiledi.


Ankara’da yaşıyorduk ve ülkücü hareketlerle iç içe olan bir akrabamız vardı. Sık sık bizi ziyarete gelir, ülkücü derneklerin düzenlediği etkinliklere götürürdü. Bir defasında Alparslan Türkeş’i dinlemeye gitmiştik ve konuşma sırasında salondaki coşkuyu hala hatırlıyorum. Genç yaştaydım ama bu tür olaylar beni derinden etkiledi.


Beni derinden etkileyen bir başka kişi ise ortaokuldaki sosyoloji öğretmenim M. U.’ydu. Alevi ve sol görüşlüydü, ona büyük bir hayranlık duyardım. Bir bayramda ona bozkurt resmi olan bir kart vermiştim, ülkücü akrabamın isteği üzerine. Kartı nazikçe kabul etti, ama neden bu kartı seçtiğimi sormuştu. Onu çok sevdiğimi biliyordu. Ben de söyledim. Bu olay, bana önemli bir ders verdi: İyi insanlar her tarafta vardır ve bizi insanlığımız birleştirir, görüşlerimiz değil. Bu deneyim bana, farklı fikirleri açık yürekle dinlemeyi ve insanları inançlarına göre yargılamamayı öğretti.


Yaşım ilerledikçe, her görüşü dinlemeyi ve önyargısızca değerlendirmeyi alışkanlık haline getirdim. Herkesin, inandıkları çözümler farklı olsa bile, ülkesine ve toplumuna en iyisini yapmaya çalıştığına inanmaya başladım. Yıllar içinde aşırılıktan kaçındım, Atatürk'ün vizyonu benim için bir rehber oldu—katı bir ideoloji değil, zamanın ihtiyaçlarına göre uyarlanması gereken canlı bir çerçeve. Bizi birleştiren değerleri koruyarak ilerlemenin en doğru yol olduğunu düşündüm. Bazen geçmişi bırakıp, dikkatli ve ölçülü adımlarla geleceğe yürümek gerekir. Ama bunu, ani kararlar değil, derin düşünce ve sağduyuyla yapmak en iyisidir.


Daha sonra hayatımda beklenmedik bir dönüm noktası oldu. Bir arkadaşım aracılığıyla bir Amerikalı ile tanıştım. O, çok farklıydı. Nazik, saygılı ve dikkatliydi. Her hafta bana güller gönderir, gitar çalar ve şarkı söylerdi, bu benim daha önce hiç deneyimlemediğim bir şeydi.

Ankara’da, sokaklarda kadınlar rahat gezemezdi, laf atılır, her tür tacize uğrardınız. Kapalı ve sade giyinmeme rağmen bu tür tacizlere maruz kalırdık. O zamanlar Türkiye’de kadınların Kızılay’da yürürken takip edilmesi ya da rahatsız edilmesi çok normaldi.


Çalıştığım yerde, muhafazakârlığıyla bilinen bir müfettiş bir gün bana kırmızı mantomun "tahrik edici" olduğunu söylediğinde, sanki kafama kurşun yemiş gibi hissettim. Bu tür davranışlar ve başka olaylar beni bazı çevrelerden korkar hale getirdi. Ancak Amerikalı adam bambaşkaydı. Hiçbir sınırı aşmadı, hatta elimi bile tutmaya çalışmadı. O güne kadar hiç karşılaşmadığım bir saygı gösteriyordu bana. O sıralarda babamı kaybetmiştim ve bu kayıp beni derinden sarsmıştı.


Bir süre sonra Amerikalı genç adam bana evlenme teklif etti. Hiç beklemediğim bir şeydi. Hiç din hakkında konuşmamıştık, ama bana Müslüman olmayı düşündüğünü söyledi. Hristiyanlık onun için artık bir yol değildi, İslam’ı daha modern bir inanç olarak görüyordu. Bu beni çok şaşırttı. Teklifini kabul ettim. Ailem de itiraz etmedi, ancak dayılarım, amcalarım ve bazı akrabalarım çok öfkelendi. Babam hayatta olmadığı için, kardeşimi bana engel olması için zorladılar ama o direndi, bunun bir aile meselesi olduğunu söyleyerek onların müdahalesini reddetti.


Sonunda büyükannem devreye girdi ve dini bir nikâh kıyarak herkesi susturdu. Çevremdeki bazı insanlar, Müslüman olduktan sonra İslam’ı ne kadar güçlü yaşadığını sorguladılar, ama bu eleştirileri yapanlar Kur’an’ı bir gün olsun anlayarak okumamışlardı. Zamanla, herkes eşimi çok sevdi, özellikle de büyükannem. Böylece Amerikan maceram başlamış oldu.


Bu yeni hayat, bana bildiğim dünyanın ötesinde bambaşka bir dünyanın kapılarını açtı. Sadece çok yönlü görüşlere olan saygımı derinleştirmekle kalmadım, uluslararası kültürlerin nasıl iç içe geçtiğini de görme fırsatı buldum. Bu çevre, farklı değer ve geleneklerin karışımıyla bana farklı bakış açılarını anlama ihtiyacını hatırlattı. Yeni hayatımda, hikâyelerin bizi sadece eğlendirmekle kalmayıp, kim olduğumuzu, geçmişimizi, mücadelelerimizi ve geleceğe dair umutlarımızı yansıttığını daha iyi anladım.


Hayat beni yazma hayalimden uzaklaştırmış olsa da, farklı ideolojilerle büyümek, beklenmedik bir aşkla karşılaşmak ve yeni bir dünyada kültürel karmaşıklıklarla yüzleşmek gibi deneyimler bana anlatacak yeni hikayeler verdi. Bu hikâyeler sadece fantezi değil, yaşamın ta kendisinden beslenen, beni ben yapan anılara ve deneyimlere dayanan gerçek hikayeler.


Laf aramızda belki şimdi zamanıdır, maviADA’yla bu karşılaşma; Şenol Yazıcı ve sizlerle tanışmam belki de ilahi bir rastlantıdır; belki günü gelmiştir, maviADA'yla birlikte, sizler de bana el verirseniz yazmaya geri dönerim ve o zaman bu hikâyeler de tıpkı hayatımda olduğu gibi sayfalara dökülür.

31 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Kalandar

YENİ YIL

Comentários


1/717
bottom of page