top of page

Yitik Uyku

 Niyazi UYAR

*



Şafağın nar içi kızıllığına epeyce vakit vardı daha. Sitenin arkasında bahçıvanın derme çatma bir kulübesi, kulübeye yapışık bir de kümes. Kümeste renk renk tavuklar ve her gün sabahı çağıran bir horoz. Horoz ilk ötüm ötmemişti daha, Sonra ikinci ötüm ve sabah oldu diyen son ötüm. Gecenin sessizliği her bir yeri esir almış, bir kurşun atsanız gümbürtüsü göğü inletecek... İşte öyle bir vakitteyim. İnsanlar uykularının en derindedir belki de.  Bazıları da benim gibi yitirdikleri uykularını arıyordur belki de…


Sandalyemden usulca kalkarak pencereye yöneldim. Ses çıkarmamak için parmaklarımın ucuna basıyordum. Perdeyi araladım, sokak lambalarının ışıkları canlıydı daha. "Sabaha çok var" dedim. Saatime baktım, durmuş. "Saat kaça gelmiş olabilir," merakımı yenmenin yolu oturma odasında asılı olan saate bakmak. Hiç üşenmeden yan odaya doğru yürümeye başladım. Ayağım kapının eşiğine takıldı, sendeledim fakat düşmedim. "demek ayakta iyi kalabiliyorum "dedim kendi kendime. Vazgeçtim saatin kaç olduğunun yanıtını aramaktan. Sanki çetelesini tutacağım her gece, bir önceki gecenin tekrarı değil mi nasıl olsa. Hiç ses çıkarmadan odadan odaya gezinmeye başladım. Bir taraftan da çekiniyordum alt kat komşu rahatsız etmekten, çünkü yarın işe gidecekler!


Sayısını unuttuğum geceler hep böyle yitirdiğim uykumu aramakla geçiyor. Çok geceler eşkıya kurşunlarıyla delik deşik olmuş gibi, deliksiz, dinlendiren bir uykuyu ne çok özlemiştim. Her gece koyun keçi saymak, sayı saymak fayda etmiyordu. Uykusuzluk dayanılacak gibi değildi, müthiş zonkluyordu beynim, çatlayacaktı sanki…


"Sesimi duymaktan korkmuş olabilir mi, yoksa mektuplarım postada mı kayboluyor? Yoksa..."

"Yarın hiç çekinmeden aramalıyım. Aman boş ver canım sende…"

İkna ettim kendimi.


 "Ama ya tayini başka bir yere çıkmış olamaz mı, yoksa? 17 Ağustos Depremi'yle evi yıkıl..." Olmaz... Olmamalı… Aman Allah’ım nerden çıktı böyle saçma sapan bir düşünce?


Soğuk soğuk terlemeye başladım. Mutfak balkonuna yöneldim, kapıyı açık bırakmıştım akşamdan, sıcağı sevmiyordum çünkü. Tabureye bakındım, balkonun ta öte ucundaydı, gidip almak istemedi canım, pencerenin önünde duran şilteye takıldı gözüm. Şöyle bir silkeleyip oturdum üstüne.


Dağların karını eriten yoldaşlığımız eriyip gitmiş miydi? Güzel başlamıştı, yürekli başlamıştı. Kurşun renkli, kurşun yüklü havalarda dost olmuştuk çünkü. Anlaşmıştık yarınların şüphe yüklü bakışları kavga dolu günleri yok edemeyecekti onu.

" Bir aramalı, bir sormalı"... Fakat...


Bir köpeğin uluması dağıttı düşüncelerimi. Öteden bir başka köpeğin felaketi çağrıştıran tiksinti veren uluması… Sonra öteki köpekler... Horozlar da başka bir sesle ötmeye başlamışlardı şimdi. Karşı apartmanın penceresinden biri başını çıkarıp kontrol etmeye başladı havayı. Sonra muhtemelen eşi olmalı, başını onun omzuna koyup o da izlemeye başladı. Başka başka dairelerden de başlar uzanmaya başladı pencerelerden, balkonlardan. Bir müddet sokağı ve havayı kokladılar, ben bir süre onları izledim.


Sonra, sonra demine döndüm tekrar. Dağların karını eriten dostluğu aramaya koyuldum yine. Kimsenin olmadığı zamanda aslan mı kesiliyordu yoksa tavşan yüreği miydi yoksa? “Dostluk yalanla yoldaş mı olmuştu” Dostluk yalana yoldaş olabilir mi, dostluk yalana yenilir mi? İşte orada takılıp kaldım. İmkanı yok başka bir şey düşünemiyordum artık.


Dostluk yalanla yoldaş olmuş, inandım…


O anda yatağımı özledim, işte tam o anda deliksiz bir uykuyu ne çok özledim. Koşar adım ayrıldım oradan. Parmaklarımın ucuna basmıyordum artık. Başkalarını ‘rahatsız ederim,’ korkusunu unutmuştum. Ayaklarımın tabanlarını, vuruyordum yere. Üstüm başımdakilere aldırmadan sokuldum yatağıma…          

Comments


1/381
1/5
bottom of page