top of page
Yazarın fotoğrafıYusuf AKSOY

‘YENİ’ MÜFREDAT


Yusuf Aksoy

*

Gündem değişikliğinin hızına yetişmenin çok kolay olmadığı ülkemizde, hızla gelecek yeni bir gündem arifesine kadar, müfredat (öğretim programı) değişikliği gündemi ile yatıp kalkmaya başladık.

Yazının başlığındaki ‘yeni’ sıfatını tırnak içerisine almamın bir nedeni olduğu sezilmiştir. Çünkü gündemdeki tartışma yeni müfredat, ifadesiyle yapılıyor. Oysaki yeni diye ifade edilen AKP döneminde 4. müfredat değişikliğidir. 26 Nisan 2024 tarihinde “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” ismiyle kamuoyuna açıklanan,  yeni müfredat Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin tarafından imzalandı. Bu müfredat çok sayıda eğitim bilimci, eğitim örgütü ve öğretmenler tarafından 4. kez daha doğrusu 4. aşamada geriye gidişin müfredatı şeklinde yorumlanıyor.


Eğitim Sen: İçeriği yüz yıl öncesinin dahi gerisinde olan müfredat.“ diye ifade ettiği müfredatın hazırlanış şekli ilgili şu açıklamayı yapmıştır:

Bakanlık; kamuoyuna açıkladıkları müfredatla ilgili, bir hafta süre vererek öneri, görüş ve eleştiriye açtığını ifade etmişti. Sürenin az olduğu eleştirilerine, “Süreyi %50 daha artırıyoruz” diyerek (dalga geçer gibi)  on güne çıkardığını açıkladı. Hazırlık süresinin 10 yıl olduğunu açıkladığı müfredata 10 gün içinde görüş ve öneri istiyordu.

Öncesinde 1000 kişiyle hazırlandığı, onlarca çalıştay yapıldığı ifade edilmiş, ancak bu kişilerin kimler olduğu, bu çalıştayların kimlerle ve nerede yapıldığı soruları hep yanıtsız bırakılmış, bu soruları yönelten kurumlar “Size tek tek açıklamak zorunda mıyım?” diyerek savuşturulmuştur. Bakan Tekin ardından 67 bin 284 öneri ve görüş geldiğini ifade etti, ancak bu açıklamadan kısa bir süre sonra, müfredat Talim ve Terbiye Kurulu’undan geçerek Bakanlığın onayına sunuldu ve hemen ardından da imzalandı. Bu kadar çok öneri ve görüşü bu kadar kısa sürede nasıl değerlendirdikleri, bu görüş ve önerilerin neler olduğuna dair bütün sorular havada kaldı.

Her şey sanki bir kurgu... Yaptığımızın ne kadar kurgu, ciddiyetsiz ve formalite olduğunu görün der gibiler. Oysa ülkenin eğitim müfredatı hazırlanıyor. Ülkeyi yönetenlerin ve MEB’in çok büyük bir ciddiyetle ve samimiyetle konuyu ele alması ve eğitimin tüm bileşenleri, akademisyenleri, eğitim uzmanları, eğitim sendikaları, eğitim fakülteleri ile yan yana gelerek bir müfredat hazırlaması gerekirdi.

Diğer yandan, değişim gerekçeleri, ihtiyaç analizleri, eğitim programı hazırlama teknikleri, vb. adımların hiç biri yapılmamıştır. Daha da önemlisi pilot uygulamaya gerek kalmadan müfredatın hemen önümüzdeki eğitim-öğretim yılı içinde uygulamaya başlanacağı açıklanmıştır. Dikkatinizi çekmek istiyoruz, yangından mal kaçırırcasına çok hızlı bir süreç işletilmiştir.(1)


Mevcut iktidar döneminde 4. müfredat değişikliğiyle birlikte 9 farklı Milli Eğitim Bakanı görev yaptı. Liselere giriş sınavı 6 kez, üniversiteye giriş sınavı ise 3 kez değişti. Her bir değişiklik yeni yapısal, pedagojik ve pratik sorunu da beraberinde getirdi. Yapılagelen değişiklikler çağın ve ülkenin ihtiyaçları üzerinden bir analize tabi tutulmadan yapılıyor. Çağdaş uygarlık seviyesini hedefleyerek kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim modeli bilim, laiklik ve demokratik ilkeler üzerine inşa edilmiştir. Bu modeli ileriye taşıyabilecek değişiklikler ancak yeni, diye ifade edilebilir. 4. müfredat değişikliği bu anlamda yıkılıp gitmiş olan eskinin yeniden kurumsallaştırılmasından başka bir anlam ifade etmeyen bir özelliktedir. Yeni, yani farklı bir toplumsal düzen, farklı bir rejim inşa dönemlerinde bütüncül olarak yapısal, politik ve pratik değişikliklere gidildiği bilinir. Bu değişiklik ülkenin içinde bulunduğu koşullara göre zor yoluyla kısa sürede yapılabileceği gibi belli bir zamana yayarak parça parça da yapılabilir. Belli bir ideolojiye dayanan bu yeniden yapılanma semboller dâhil kurumsal yapıların tümünü değiştirip dönüştürmeyi hedefler.

Bu konuda Eğitim Emekçileri Sendikalarının açıklamaları dikkat çekicidir.

Eğitim İş Genel Başkanı Kadem Özbay da ANKA Ajansı'na değerlendirmelerde bulundu:

Kadem, “İçerisinde çok şık ahlak erdem kamil insan vurguları var. Cumhuriyet bir ya da iki kez geçiyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün adı hiç geçmiyor. Tekkede mürid mi yetiştiriyorsunuz? Yoksa çağın gereğinde öğrenci mi yetiştiriyorsunuz? Bu müfredat bir parti programıdır. Cumhuriyet değerlerine uyan bir müfredat değildir. Maarif kelimesi de müfredatın ne olduğunu vurguluyor. Çocuğun akademik gelişiminden yana değil, ahlakını baskılayan bir nesil yetiştirilmeye çalışılıyor. Bilimsellik vurgusu yok denecek kadar az. Buradan soruyorum müfredatla mürid yetirilmesi mi amaçlanıyor?” diye konuştu.(2)

Eğitim Sen ise konuya ilişkin yazılı bir açıklama yaptı. Açıklamada, şu görüşler yer verdi:

''Tüm ülkeyi ve gelecek nesilleri yakından ilgilendiren eğitim müfredatı gibi bir konuda, müfredatın siyasal ve ideolojik olarak iktidara yakın çevrelerin müdahalesiyle daha da geriye götürülmesi, bilime ve aydınlanma düşüncesine karşı resmen bayrak açılması söz konusudur” denilen açıklamada “Ders kitaplarında bir süredir sürdürülen 'sadeleştirme' ve 'basitleştirme' uygulamalarının doğrudan bilim, felsefe, tarih ve sanat derslerini hedef alması, bilim derslerinde ünite ve kazanım sayılarının azaltılması, başta tarih dersleri olmak üzere, büyük ölçüde “dini” ve “milli” öğeler ve referanslarla donatılmış bir müfredat oluşturulduğu görülmektedir. Ülkeye aydın, ilerici ve değişimci nesiller gerekirken bu müfredatlarla daha geriye doğru bakan, çağdışı zihniyetle donanmış nesillerin yetiştirilmesi amaçlanmaktadır. Yeni müfredatların, bilim, teknoloji ve çağdaşlıktan ziyade tarikat ve cemaatlerin belirlediği bir biçim ve içerikte olacağı kuşkusuzdur.''

2012 yılından itibaren AKP iktidarı eğitim sisteminde demokratik olma ve çoğulculuk iddialarıyla yaptığı bazı değişiklikleri bilmekteyiz. Bunları hatırlayacak olursak: Andımızın okutulmaması, Milli Güvenlik Dersinin kaldırılması, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramının okullar yerine merkezi yerlerde kutlanması gibi değişiklikler. Ayrıca 2012-2013 Öğretim yılından itibaren 4+4+4 eğitim sistemi ile daha önce 8 yıl olan ilköğretim, 12 yıllık zorunlu kademeli eğitim haline getirilerek 12 yıllık süre üç kademeye ayrılmıştır. Böylelikle imam Hatip Ortaokullarını açılması sağlanmıştır.


Ve en son olarak kullarda ÇEDES projesi başlatılmıştır. Bu proje değerler eğitimini öğretmenler değil de, din görevlilerinin vermesi sağlanıyor. Bu proje gereğince okullara manevi danışman adı altında din görevlilerinin atanması hedeflendiği kamuoyunca da bilinmektedir.

Yeni müfredatta birçok ders programında ‘sadeleştirme’ adı altında değişiklikler yapıldığı görülmektedir. En çok dikkat çeken ‘sadeleştirme’nin ise İlkokul Hayat Bilgisi dersinden başlayarak tüm derslerde Cumhuriyetin kazanımı olan ileri değerler ile birlikte Atatürk ve Atatürkçülük konularının çıkarıldığı görülmektedir. Dikkat çeken diğer ‘sadeleştirmeler' ise Biyoloji dersinde Evrim Teorisinin olmaması, Felsefe dersinin sadece 11. Sınıflarda zorunlu olması ve Bilgi Felsefesi-Varlık Felsefesi-Ahlak Felsefesi-Sanat Felsefesi-Din Felsefesi-Siyaset Felsefesi-Bilim Felsefesi ünitelendirme yerine kronolojik sıralama yapılarak ders Felsefe tarihi biçimine sokulmuştur. Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin yanında 5. Sınıftan 12. Sınıfa kadar Hz. Muhammed’in Hayatı dersi yerini korumuştur.


Eğitim Bilimci Prof. Dr. Nejla Kurul, müfredat ile ilgili Eğitim Bir Sen’in hazırlamış olduğu rapor ile ilgili şu açıklamayı yapmıştır: ”Milli Eğitim Bakanlığı ve Eğitim-Bir-Sen, bizleri düşünmüşler, oturmuşlar, bir işbölümü yapmışlar, Eğitim-Bir-Sen bir rapor hazırlamış, bu raporun yayınlanmasından birkaç gün sonra da Bakanlık müfredat raporunu sitesine koymuştur. Rapor, Eğitim-Bir-Sen’in 2017 Ocak ayında yayımlamış olduğu “Gecikmiş Bir Reform-Müfredatın Demokratikleştirilmesi” adlı metindir. Açıklamasına söyle devam etmiştir : Raporda ifade edilen “kötü bir eğitim sistemi”nin sorumlusu, büyük ölçüde Cumhuriyet elitleri ve Kemalizm’dir. Bu elitler, “dini bağların güçlü olduğu ümmetçi bir toplum”dan “seküler bir Türk ulus” inşa etmeyi kendilerine hedef olarak tanımlamışlardır. Bu amacı gerçekleştirmek için elitler, pozitivist bilim anlayışı çerçevesinde modern bir eğitim sistemi tasarlamışlardır. Kemalizm, Cumhuriyet’in kuruluşundan günümüze eğitim sistemi üzerindeki kurucu etkisini sürdürmektedir. Rapora göre, bu ideoloji, devleti bireye önceleyen, farklılıklara izin vermeyen ve tek tipçi bir eğitim anlayışını dayatmaktadır (s.13).

Bugüne geldiğimizde,  neo-liberal ve muhafazakâr bir devlet yapılanması, kendini bireye öncelemiyor mu? Yalnız İslami renkleri ile tek-tipçi bir eğitim anlayışı dayatılmıyor mu? Kemalizm eleştirisi üzerinden, müfredatta kök salmış birkaç ders ile hesaplaşma ve müfredata siyasal iktidarın ideolojisi doğrultusunda “milli” (alt okumasıyla “İslami”) değerlerin yerleştirilmesi hedefine yoğunlaşılıyor. Bu yaklaşım, Raporda eleştirdikleri “baskıcı, aşırı ideolojik, tek tipçi ve farklılıklara izin vermeyen bir eğitim sistemi”nden anlayış olarak farklı değil.  Dahası rapor, dillendirdiği tüm “evrensel” cümlelerin gerisine “Kemalizm-pozitivizm eleştirisi” üzerinden “bilim-felsefe-sanat” ile “hesaplaşmacı” bir yaklaşımı da eklemiştir. Bu yaklaşım var olan toplumsal kutuplaşmayı eğitim alanı üzerinden bir kez daha derinleştirecek niteliktedir.  Rapor, eğitim kamuoyuna eğitimin köklü sorunları karşısında “yeni bir bakış açısı” sunmamaktadır. (3)

Çağdaş, laik ve özgürlükçü toplumlarda eğitimin amacı toplumu dönüştürerek ileriye taşıyacak dengeli ve sağlıklı bireyler yetiştirmektir. İnsan zihnini doğuşta “boş bir levha” önermesiyle açıklayan John Locke ve yine “zihnimizde doğuştan gelen bir fikir yok diyen Hume’e kulak vermeliyiz.(5)Bu doğrultuda yarının bireyini hangi amaçla yetiştireceğimizi bilimsel yöntemlerle birlikte demokratik ve toplumcu bir anlayışla tespit etmek hayati derecede bir öneme sahiptir.


Sonuç olarak; müfredat, toplumun eğitim yoluyla bir bütün olarak kazanımlarının temelini oluşturur. Bu nedenle amaç ve araç diyalektiği çağdaş, laik, demokratik toplum yapısının ihtiyaçları ekseninde objektif ve katılımcı bir anlayışla yapılırsa yurttaş bütüne ve dolayısıyla kamusal bir faydaya hizmet etmiş olur. Bu vesile ile başta eğitim bilimciler, eğitim örgütleri olmak üzere toplumun önemli bir kesimince kabul görmeyen ‘yeni’ müfredatın Milli Eğitim Bakanlığı tarafından geri çekilmesi sorumluluğu yerine getirilmelidir. Yeni; laik, bilimsel ve demokratik bir müfredat hazırlığı için en geniş katılım çağrısı ise vakit kaybetmeden yapılmalıdır. Unutmayalım ki, duraksamalar ve geçici geriye gidişler tarihsel sürecin ileriye gidişini asla engelleyemiyor.

 

 

 

 

KAYNAKLAR

                                                                                                                     

 

 

 

 

 

48 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

댓글


1/706
bottom of page