top of page
Yazarın fotoğrafıŞenol YAZICI

YAZAR ONURU













Şenol YAZICI

*

 

Neyimiz varsa bugün, uçaklarımız, aya giden roketlerimiz, kanseri yenen ilaçlarımız, dünyayı çöplüğe çeviren kirliliğimiz dâhil, dünyanın gelmiş geçmiş bütün insanlarıyla ortaklaşa, inanılmaz bir imeceyle oldurduğumuz kültüre borçluyuz hepsini.

Bu oluşumun başat aracı dilse en önemli işçisi yazardır.

Dolaysıyla yazar topluma borçludur.

Bu bakış açısı basit bir akıl yürütmedir: Yazar toplumun malı olan dili kullanır, o zaman topluma borçludur, ne kadar kolaycı bir öngörü değil mi?

Bu doğru gibi gözükse de, bu yazarın talebiyle alınmış bir borç değil ki. Yazar, herkesin sahip olduğu ve kullandığı değerler üzerine kendi yeteneklerini ve çalışmasını ekleyerek büyük olur, sadece dil sahibi olduğu için değil. Ki öyle de olsa yazar da toplumun bir paydası olarak dilin asıl sahiplerinden değil midir?















Böyle bakınca bu bakış açısı, var olan her şeyden olduğu gibi yazardan kahraman yaratmak, sisteme monte etmek için siyasetin kullandığı motive aracı olur daha çok...

Marksist bakış açısıyla baktığımızda toplumsal malzemeyi; dili, dini, mitleri, imgeleri araç olarak kullanır yazar. O zaman yazarın, aracını gerecini kullandığı topluma karşı borcu vardır, diye düşünmek tabi ki doğal. Oysa kimileri yazarın kendinden başka bir amacı ve aracı yoktur der. Doğru olan payda buysa da, diğeri de var olan her şeye insana özgü bir yarar yüklemek isteyen materyalist felsefenin penceresinden kuşkusuz akılcıdır.















Yazarın varsa gücü ya da erki dili kullanmakta ortaya çıkacaktır. O toplumun dilini kullanır, ama o dili alanının dışına sürer, orda başka bir biçem yaratır. Bu kullanımla da toplumdan ayrılır soyutlanır, yalnızlaşır. Bir yapıta yazınsal değer kazandıran yollar olan düz değişmece ve istiare de dediğimiz eğretileme yazara o gücünü verirken onu sınıfsız, aitliği olmayan, boşlukta bir noktaya da sürükler. O artık hiçbir sınıfın, bilinenin üyesi, benzeri değildir.

Düzenin ekonomik ve sosyal yönden bir geleneğe oturtulamadığı ülkelerde yoksul, ezilen insanın temel kaygısıdır siyaset, çünkü ekmeği dahil her şeyi onun elindedir. Siyasetçi de bunu bildiğinden geniş kitleleri amaçları uğruna kullanmak için hakça gözüken, estetikle sıvanmış sözler kullanır. Tabi ki söz ustası yazarı bu anlamda kullanmak çok daha pratik sonuç verir gibi gözükmektedir. Oysa hangisi olursa olsun, aklını bir ideolojinin emrine veren yazar özgür ve adil olamaz, insanın yanında kökten muhalif kalamaz artık.















 İdeolojinin söyledikleri doğru da olabilir.


Ne var ki tarih içinde görülmüştür ki, çok hakça gözüken birçok söylem, zaman ve ortama göre kimi insanın da bazen tüm dünyanın da zararına olabilmiştir. Çünkü ideoloji durmadan değişen dünyaya ve insana gem vurmak için oldurulur ve çoğunluğun yararına olsa da kesinlikle bir bölüm ya da azınlık insanın zararına gelişir. Kaldı ki sanatın kitleleri yönetmek ya da insanlara ekmek kazandırmak gibi bir misyonu hiç olmamıştır. Onun nirengi noktası insandır, bütün öğretilere, insanı esir alan her şeye karşıdır.















Yazarlık onuru, sınıfsız bir noktadaki yazara azınlığın diktasını tescil etmesine yardıma izin vermez, o sadece sorgular ve akıl yürütmeyle doğruların anahtarını gösterir, tabi biliyorsa. Zaten bilen yazardır, diğerleri hevesli… Korku ve kaygıdan içe kapanan, cephe gerisine çekilen insanın, önce moral değerlere ihtiyacı vardır, bu da her sistemde ve siyasette ortak olarak insanidir, öğretisel değil. Egemen güçlerin kavgası, yazarın vicdanında olamaz. Unutmamalı ki, Fransız Devriminin, Komünizmin olduğu gibi Faşizmin de doktriner ya da sanatsal yazarları vardır. Ama onları büyük ya da anılır yapan siyasete verdikleri alkış değil, ürettikleri yapıtlardır. Çünkü sanatsal yazı, gündelik siyasetin tamamen dışında bir yerdedir.

 

Şurada birleşmek lazım, yazar, sık duyduğumuz sanat sanat içindir benzeri söylemlerle yapamadığını, yapmadığını yani başka insanlara duyarsızlığı örtemez, onun birinci derecede sorumluluğu insandır. Eğer savunmasıyla, işini estetikle yapmayı kastediyorsa tabi ki haklıdır, sanatçı yarar uğruna sanatın doğasını bozamaz, tıpkı insanı terk edemeyeceği gibi, ederse onun adı sanat olmaz.


iliyoruz ki, bu söylemin bizde ortaya çıktığı zamanlarda şiddetli bir yönetim baskısı vardır, yazarlar bu söylemle ruhsal avunmalarını sağlamaktadırlar ama mutlu değildirler. Çünkü onu ortaya çıkaran itici gücü, yani insanı, sanatın dışında tutmak zorunda kalmıştır, bu nedenle estetik kaygıyı öne çıkarmış, başarmıştır da, ki sanat insan demektir. Namık Kemallerin kuru didaktik, amaç uğruna aslı yok eden, sanatçıdan çok siyasetçi tavrına karşı, içi dolmayan, ama estetik ve aslına çok benzeyen ürünler ortaya koymuştur Halit Ziyalar, Serveti Fünuncular. Yine de onların da içinde en öne geçen, sanatını insanın emrine veren Tevfik Fikret olmuştur, çünkü mazlumun yardıma ihtiyacı vardır ve elvereni yüceltir, ne var ki kişisel çıkar hesaplarıyla ya da gündelik ucuz siyasetle yapanı değil.

 

Yazar, kuşkusuz insandan yana, ama kökten muhalif, bireyi sınırlayan, tek tipleştiren ideolojiyi yadsıyan, yeni bir ütopya yaratandır. Gerçek yazarın, hangisi olursa olsun, bir kavmin, bir ideolojinin, bir doğmanın ya da bir azınlık ahlakının kulu olabileceğine inanamam. Çünkü yazar, var olandan duyulan memnuniyetsizliğin ürünüdür, sistemin alkışçısı değil. O halde kimi öğretileri sorgulamadan alkışlayıp ona askerlik yapan bir giysi, evreni kucaklaması gereken, herkesin peygamberi olan yazara ne kadar uyacaktır. Remarquen'in Faşizmi, Soljenistinin komünizmi, Jack Landon'un kapitalizmi ve oligarşiyi alkışladığını düşünün. Onlar karşı çıktıkları için vardır, birine karşı çıkıp başka bir öğretinin partizan savunuculuğuna soyunmuş olsalardı, şimdi ancak devlet gücüyle adları anılır olurlardı, tabi yöneten iktidar onların anlayışındaysa...

 

O zaman ne kalır geriye, geriye en azı değil, en önemlisi kalır. Yazar var olanın alkışçısı değil, insanlığa çözümler öneren ütopyalar yaratandır. Ütopyası, çapı kadar, yani olayların satır aralarını görme, toplum ve insan sosyolojisini, psikolojini hissetmedeki isabeti kadar olurken sanatı başkalarına aktarma, inandırma yeteneği kadar evrenselleşecektir.

 

Yazar, gerçekte bir sınıfı olmayan, aitliği reddeden bağımsız, nazenin ve kırılgan, ama kurulu evrensel düzene karşıysalar tek başlarına inanılmaz tehlikeli, bildikleri ve sunduklarıyla insanla yönetim erki arasındaki bir yerde, ama insandan yana bir aristokrat, ama yatırımsal gücü olmayan bir aristokrattır. O zaman o aristokrat ruhuyla, en doğrusu bile olsa tüm öğretilere mesafeli duracak ve yazarlık onuruna da sahi çıkacaktır.


 

 

26 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


1/685
bottom of page