top of page
1/2

YAŞAM GÜZELİ




Bir düşünsene hangisi o?.. Hangisi YAŞAM GÜZELİ?..

Aydınlık, yanıltmayan, düşlerinize izin vermeyen keskin ve net bir yaşam gerçeği mi? Yoksa belki de aslıyla hiç ilişkisiz, ama sandığımız, anlamlar yüklediğimiz öteki hal mi?

Birini seçmek zorunda kalsanız hangisini yeğlerdiniz? Bir gün doğumunu mu, bir gece vakti ayışığında yakamozlanan, meltemiyle serinleten, ne var ki burun direğinizi kıracak kokularla yüklü İzmir körfezi halini mi?


Bir bebeği mi, Feto'yu ya da bilmem neyi başımıza bela eden anlı şanlı yetişmiş, ergin zengin ve kodaman ve kocaman adamları mı?

15 dakikaya bir ömrü feda etmeyi mi, tek başına sereserpe yatacağınız yataklarınızı mı? Bir anlık performansıyla en orjinalınden sandığın bir de bakıyorsun çakma Mahmutpaşa malı çıkıyor... ah gözüm... gibi oluyorsun.... O hali mi?


Hemen yanıtlamak zor değil mi?

Oysa onlarla ayakta kalıyoruz. Gel de sevme onları... Yaşamı yaşanılır kılan YAŞAM GÜZELLERİNİ?

YAZ BENİ DER YA HAYAT !

Yaşam Güzelleri / Aycan Aytore


ya da anlat, der ya... Öyle yap ki, fransız meşesinden bir fıçıya yatırılmış iki bin yıllık destansı bir Homeros şarabı tadım olsun...

Şifrelerin ve kodların oldu hep: Yani diyorsun ki; beni içen sen olma... Öyle ya ömrüm yetmez. Çalış, üret, ama kullanma... Kanatır bu, hem de atardamarından hayatın...

Giremeyeceğin bir ülken, kocaman bir yalnızlığın ve düşlerin olsun... Alınganlığını büyütme; nasıl bir yoldan geldin biliyorum. Ama şimdi bakmak ve beklemek zorundasın...


Göğün katlarına kurulu sadece iki kişinin bekleyebileceği bir balkonda beklemenin zorlayıcı ve romantizmi öldüren bir tadı var diyorsan, bak karagözünden balığın, börülcesinden mezen var... Bu YAŞAMGÜZELİnin tadını çıkarmalıyım diyerek içkiyi istemeyen sensin...

Şimdi susuzluk ne ki? SAKLA...

Ne ince düşünmüşsün ve ne kadar çok... Yaşamın insan düşüncesiyle ve inceliğiyle ancak lükse döndüğünü görmen ne güzel, ama bilmiyorsun ben de gördükçe hasretim artıyor... Çünkü sen bir YAŞAMGÜZELİsin... Görüp de dokunamamak,sabrın da ötesi...

Anlatacak çok şey olsa da ya da hiçbir şey olmasa da düşlerimle büyütüp destan yapacağım, giremediğin DAĞILICASI, onca güzelliğine karşın niyeyse hep yalnızlığa büyüyen GÜLİBRİŞİM, yıldızlarla paylaşılan balkon, kendini zehirleyen bir kırılganlık, titreyen mum alevi, boğulmaya yüz tutmuşken uzanır gibi duran elin, Ege'yi öteki denizden bıçak gibi kesip ayıran dağlarda ARAYIP DA BULAMADIĞIN halim...

ya öteki?.. DANTE'nin CEHENNEMİ'ne götürülecek kadar bile görmediğin performansım, yani güldüren halim...

AH! SEN Kİ BÖYLESİNE RASYONEL, İÇTEN ve ÖYLESİNE GÜLDÜREBİLEN BİR MASALKEN ANLATMAM MI?

NE VAR Kİ aklımın öncelerden alıp ekleye ekleye güzellediği SEN, öyle KYBELE gibi dururken, bana sadece bak ve dinle düşerken, bu iki kişilik balkonda depremi beklemem niye?..

Önce yaşasam, sonra dinlesem seni... Hani o ilk yaşama anından sonra zamana gereksinmem olacak ya, o zaman dinlesem... Yıldızlarına yaslanıp dinlesem ... DİRİLENE KADAR, yeniden...

Sen ki yaşam ustasısın, bilmiyor muydun o arayı?.. Tanrının dişiye ceza, erkeğe ödül yazdığı o arayı...

Ama şimdi beklemeli... Beklemek kendini oldurmanın ve hazırlanmanın bir yolu... Hazırlanmak bu kadar uzun sürmüşken mi?

Sözcüklerin kulaklarımda uğultu, vaat ettiklerin sanki sana ulaşmayı olanaksız kılacak gibi...

Yani GELDİN,GÖRDÜN, GİTTİN ... olacak gibi... MENÜde ben yokum hali... Bir de DİNLE diyorsun...

SEÇİMİN değilsem kabullenmem zor olmaz, ama DİNLEMEMİ İSTEME şimdi, bak o zor....

Umutsuzluğum kör sağırlığıma dönmüş...

Meşe ağacından bir fıçıda bin yıl damıt beni, şıraya dönmeyeyim beklet; gün ışığı görmeyen odalarda yatırıp sakla, tortulaşmasın tadım, düşlerini büyüt, sabrını çoğalt.

DELİRT SABRINI...

Anlıyorum ki, bir ikili hayatta ŞARTSA bile KENDİN olmak, bir hayat mayat meselesiyse bile kendin kalmak önemli... Olduğunda da ötekine mutlaka dört el sarılacağı bir umut bırakmak...

Beklemek ve hayal kurma şansı...

O umuttur, bir canavara dönebilecek kediyi köşeye sıkıştırmayan; hayal kurma şansını veren ve bekleten odur işte ...


Hiç gitme derim ya,ama mecbursan, dört yanım duvarken bile bir dokunuşla cennet kılan, hem de en incelikli halinden ve okşanmaya en muhtaç yerimden dokunmayı bilen becerin yanında olsa da yine de duyan ve gören ve düşünen yani insan halimi sula, güneş gören bir yere bırakıp... öyle git, gideceksen...

Dönecek ülke, benim bu zindan yalnızlığımı öldürmeye yetecek bir umudum ve seni güzelleştirecek düşlerim olsun.

Diyorsun ki; İLYADA'da TRUVA DESTANI başından değil, 9.bölümden başlar ve GECENİN ÖTESİ hep vardır; kaygılanma GÜZEL OLACAK....

Umudum olsun işte... Beklerim...

Çünkü sen bir YAŞAMGÜZELİsin.

Yanılma payı çok yüksek, hepsi birer "Ahmet Haşim gecesi"...

Yalan çoğu, gözünüzün, aklınızın uydurması, bir yanılsama, öte yüzüyle serap... Yine de nasıl oluyorsa kendimizi katmamıza olanak veren, anlamlar yükleyip bizim yaptığımız o sisli hal , o geceli, karanlığa yatkın ve o alacakaranlık hali bizi mutlu eden sanki...YAŞAM GÜZELİ saydığımız...

O anlar belleğimize kazınan, anıları yaratan, yineleyerek yaşamaya çalıştığımız ve hayata tutunmamızı sağlayan baharlar gibi......

Öteki hal yani rasyonel hayat, doyurulmuş bir benliği ve zora gelmeyen bir kalbi idare eden sıradan mevsimler sanki...

Hepsi ayrı bir güzel...

Yine de karşı koyma yeteneğimizi artıran, hasretimizi ayağa kaldırarak motive eden YAŞAM GÜZELLERİ bizi ayakta tutan...Az da olsalar, sırtınızdan kanatlar çıkaran onlar..

*

Tıpkı o güzel insanlar gibi... İnsan denizinde ne kadar azlar... Ama bir denk gelirsen...

Yepyeni anlamlar yükleyebileceğine bir denk gelirsen... Aklın rasyonel gerçeğini bir yana atıp ona umut ve gelecek ve aklını da zorlayan ama sanki sahiciden sahici gibi bir vaat etme yeteneği yüklersen o zaman da AŞK başlıyor...Bir esir olma hali...

Ne ilginç... Kendi esaretine böylesine düşkün, sorarsan akıl küpü insan... El öptürecek kul ararken, öteki yanıyla öpecek eller arayan yarı tanrılar...

Tanrının mucizesi düşünen, akıllı, bilge, aristokrat ,ciddi ama bir o kadar zavallı ve absürt insanlar... Seni sevmemek mümkün mü?...ve o inanmasa ardından milyonların gittiği dinler ve peygamberler nedir ki?

..VE BİZDEN 'BEN'İ YARATANLAR; en çok KİTAPLAR...

Olmasaydılar, Yunus diyesi bir ten kafese döneceğimiz; eşsiz dağlarımızı, derin vadilerimizi, aydınlık göklerimizi yaratan ve bizi donatanlar... insanın ezelden ebede en büyük yaratımı; KİTAPLAR...

Asla doymak bilmeyen yol arkadaşları, memnun edemediğiniz dostunuz, ömrünüzü harcasanız da ödeyemediğiniz diyet değil...

Hep bekleyen ve sadece ötekine asla tahammül edemeyen ve istemeyen böylece de kendiniz olabileceğiniz SAATLERİ yaratan eşsiz sevgililer..

YAŞAM GÜZELİ BİR BAŞYAPIT; İNSANIN SEVME HALİ....

"...Bir anlık performansıyla en orjinalınden sandığın bir de bakıyorsun çakma Mahmutpaşa malı çıkıyor... ah gözüm... gibi oluyorsun." * Ya senin tercihin hangisidir? anlamaya çalışıyorum... belki de sorum kendime? Ama yanıtı zor bir soru olduğu gerçek... belki insan komplike; hepsiyle oluşuyor ve kendini olduruyor... Belki, ama düşlerin olmadığı bir yaşam çok renksiz olmaz mı? Keşke duruma göre ikisini de becerebilsek... keşke... aslında beceriyoruz... o yüzden mevsimler gibiyiz ya...

ne güzel bir betimleme... mevsimler gibiyiz doğru... ama galiba en çok sonbaharı yaşıyoruz... ondan değil mi YAZ bitti diye telaşımız… niyesi belli, yaz hayallere izin veren bir mevsim... olmasa bile olabilirlik hissi yok mu? Olmaz mı, var tabii ama o his de tıpkı yazın sıcağı gibi bazen insanın canını yakıyor... Hayalin gerçek olsun istiyorsun, sonra bir bakıyorsun yok... ama olacak diye beklerken... halini düşün...nasıl da adrenalin yükseliyor, bazen de hormonlar deliriyor... O umutla bir adama ya da bir kadına kırk yıl vaat ediyorsun...onbeş dakikaya bir elli yıl... nasıl bir akılsa?.. hayali üretmek sonra adam etmek... adrenalin ve hormonlar... onlar bile hayal...

Bir anlık performansıyla en orjinalınden sandığın bir de bakıyorsun Mahmutpaşa malı çıkıyor... ah gözüm... gibi oluyorsun...


ya da kucağına en sıcağından çay dökülmüş benim gibi...

hayat çok manyak bir şey ... Ve belki o on beş dakika bir ömre bedel... akıl tutulması bu olsa gerek... aynı zamanda da matrak... güzelmiş... dur buna göre de bir yaşam güzeli bulayım... yazmaktan kurtulurum... sevişen ama porno olmayan bir çift resmi gerek... çünkü o da yaşam güzeli, hem de başyapıt...

SEVİŞMEK... yaşam güzeli bir başyapıt...

DİYORSUN Kİ; bir şans ver bana, tam lacivert olmadan BİTMELİYİM...

DOĞAM BU:

Şaşırırsın, çok şey değişti elbet, renklerimiz yaşımız, ömrümüz, dile kolay... Ama şimdi en sonuncuyu en çok anımsıyorum ve bir kadife eldiven gibi saran sıcaklığını özlüyorum... orda mı ömrümce kalsaydım...

İnsan oğlu doyumsuz, karaya çıkmayı bilmiyor. Gitmen gerekti, gittin… Yeni türkülere de çalışmak lazım.

Kal demeyişine sevindim... Bir ülke istemiyorum salt, artık bütün ülkeleri istiyorum...Benim olsun diye değil, inanılmaz bir meraktan...

Onların senden başka ülke olduğunu fark etmemiş olmaları ya da şansları olmayışı ne güzel, sevinmelisin bence, Yoksa öyle kös kös yalnızca seni bekleyerek bahar mı gelir ?

Çok gerçekçisin… Bu kadar gerçekçi olup yine de her kezinde başka birine hem de aynı aşkla sarılmayı bilmek …kolay değil…

Yine de çok inandım, biliyor musun… Ama şimdi bu güzel yalana inanmam için bir tek neden yok... Bu olsa olsa karşındakinin boynuna atılan bir kement... çoğunun takıntıları, eşleri, sevgilileri hep vardı...

Sadece YAŞAM GÜZELİydim... Saksıdaki CAMGÜZELİ gibi…

O da bir şey, bazı güzellikleri elde tutmak iyi değildir, altın suyuna batırılmış mangır gibidir, çoğu... Sanması güzeldir. kaplaması akınca.. belki o yüzden naftalin kokulu uzak sandıklarda saklar kadınlar... su görüp kaplaması akmasın diye mi yani… akıllıymışlar.


Bana yani arkaik bir arabaya, son model frenler takıyorsun… Heyecanlanma, gaza gelme, o kadardı diyorsun… Anlıyorum, senin için eğlenceli, biraz farklı biraz adrenalin biraz, hormon, biraz öteleri gösterenden öte bir şeyim biliyorum. Epey arkadaş, epey güvenilir, epey anlar, epey sevilebilecek... de…

Ama emin değilsin Güldürürsün, kalbinin de kodları varsa ve ben Matrix değilsem nasıl emin olurum…

Hem niye bu benim çaresizliğime dönüyor. Taşlar bağlanıyor, köpekler salınıyor. Kokuma delirmiş azgın köpekler… Ama sorum o değil, bunları biliyorum, ama daha ötesi miyim? Ötesi olsaydı ne olurdu? Olmayacak bir dua şimdi… Dua tutmayacak diye camiyi yıkmanın da bir alemi yok, yine de bir tadı var, huzuru var, yaşanmalıydı yaşandı…

Acıtıcı bir rasyonellik bu… gerçeğinin farkındasın ,ötekinin de... yalana hiç ihtiyacın yok... Tuttuğunu adam gibi tutuyorsun... Bunu biliyorum da içim ürperiyor, satır aralarında ben herkese öyleyim diyorsun diye, bak o zaman morarım...yoksa hala mavi mavi gülümsüyorum...

As'lolan o... belirgin gösterge o; sana gösterdiği özen...

Değerin de ederin de o; gerisi hikaye... BENCE... YANİ TANIM DEĞİL.

Bu doğru, kabullenmek doğaya aykırı…ama doğru, yüksek heyecanı da ondan… GELECEĞİ yok, DOĞASI bu… Heyecanı ve vazgeçilmez hali de...

GÜN iyice laciverte dönmeden mecburum; ateş topu da olsam SÖNMELİYİM…

Etiketler:

3 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/681
bottom of page