top of page
İhsan ARİ

Yalnızlık Harfleri Kirletmektir

Güncelleme tarihi: 8 Oca 2022


Kartalın dikleşmeye başlayan tüyleri ve seğirmeleri içinde coşup kabarmaya başlayan öfkesinin habercisiydi. Kara adam daha kara çocukken ilk kez Kartalkayası’ndaki kartal yuvasına, yuvadaki henüz kırılmamış kartal yumurtasına baktığında gökyüzünü yırtarak gelen kartalın kendisine bağırdığında keşfetmiş korkudan nefesi kesilmişti. Şimdi kocaman kara adam olmuştu da yine de korkmuştu.


Korkma diye azarladı kara adamı kartal. Korkularınız bu hale getirdi insanlığınızı. Korku canavardır,.. deyip sanki daha sonra açıklarım dercesine cümleyi virgülle kesti. Gözkapaklarını aralayıp kara çocuk gözlerini Gelinkayası’na ve Kartalkayası’na çevirdi.


Kartalkayası’nda yerle gök arasında uçurumda bir kartal yumurtası belirdi. Yumurtadan çok üzeri haritalanmış bir yerküreydi. Bak dedi kara adam kara çocuk diliyle zaten bakmakta olan kartala. Küçülmüş bir dünya var orada. Kartal kara adamın yumurtaya dünya demesini beğendi. Öfkesini biraz geriye itip erteledi. Sadece yumurtaya değil uçuruma da baksana diyerek kanadıyla yüzünü perdeledi. Terledi. Ürperdi.


Öfkesinin arasından sıyrılıp gelen sitem diliyle reva mıydı sırf uçsun diye uçuruma bırakılmak? Kolay mıdır uçurumda kanatsız bir dünya olmak, uçuruma uç olup da uçamamak? Kolay mıdır insan dilinde çalı çırpı olan ölü ağaç parmaklarının arasında bulunmak? Kolay mıdır çalıya çırpıya sığınıp da çaresizliğinden, zavallılığından utanmak? Kolay mıdır yuva denen derme çatmanın yıkıldı yıkılacak, bozuldu bozulacak çatırtılarını dinleyip rüzgâra yalvarmak?


Durdu kartal. İçinden incecik hıçkırıklar duyuldu. Kara çocuğun gözlerini ıslatmamak için içine ağlıyordu. Hıçkırığının ritmiyle titreyen kanadını kara adamın ellerine sürdü kartal. Önce dedi karanlıktı dünyam. Karanlıktım karanlığın içinde.


Karanlığın içinde karanlık olmak evrene dokunmaktır. Her şeyi sarmaktır. Göze muhtaç olmamaktır. Bak dedi yine kartal. Bir tüy kopardı kanadından. Bir damla gözyaşı aldı kara çocuğun gözünden. Damla tüyü ıslatmadı. Kendini kurutmadı. Damlayı Pavel’in deresine bıraktı. Minicik dalgalar kanatlandı. Derenin kıyılarını okşadı. Damla dere olup denize aktı. Görebiliyor musun damlayı dedi kartal. Cevabı dinlemeden denizde adamla olmak deniz içi deniz olmaktır. Deniz olmaksa bütün kıyılara sarılıp kucaklaşmak, okşamak, okşanmaktır. Dokunmaktır dedi yeniden.


Kanadındaki en uç tüyle kara adamın göbek çukuruna dokundu. Senin kendi kendine bitişik yazıyı öğrenmen, harfleri hep bitiştirmen nedendir diye sordu. Kara adam sustu cevap veremediğinden.


Ah kara adam ah dedi kartal. Atıldın evreninden. Koparıldın anadilinden. Harfleri birleştirmen dokunmanın diliyle sevişmek istediğinden… Fırçalarını neden kuruttun dedi durup dururken. Dilinde aracı istemediğinden… Sen daha altı yaşındayken yaşıtın Kara Kadriye’ye süt dolu memeler çizdin de neden azar işittin öğretmeninden dedi. Yuvadan atıldın daha memeden kesilmeden. Sustu. Derin bir iç çekti. Sen dedi bitişik yazdın da harfleri onları tek tek ayırdı sistemin makineleri.


Kara adam dalmış içindeki kocaman boşluğu ve papatya sarısının görünmezlere karıştığı daha kocaman boşluğu göğün yırtığının ötesini düşünüyordu. Düşündükçe hem içinin hem dışının boşluğu büyüyordu. Bir tünel kazsam içimden diye geçirdi içinden. Papatya Sarısı’nı saran boşluğu ve içimdeki boşluğu iki yalnız harfçesine birleştirsem bir hece olur mu? İçim kesik kum saçlara dokunur mu? İçim tanrı mavisi gözlerine düşüp harflerini kesmeden hecesini bölmeden okunur mu? Sarının papatyaları boşluğumu doldurur mu?


Her iki boşluğu birleştirsem sonsuzluk olunur mu diyecekken kartalın göz kapakları ve kanatları titredi. Kara adamın içinden geçirdiği bütün harfleri yarı belinden kesti. Kara adamın kara ayaklarını göstererek ve kendi ayaklarını işaret ederek yerden kesilmemişse ayaklar gökyüzü neye yarar? Neye yarar kanatlar dedi. Bak dedi kanadının işaret diliyle. Çevir yüzünü gökyüzüne. Papatya Sarısı’nın gidip çektiği yırtığın ve kendini gizlediği görünmezlik perdesinin üstüne bir perde daha gerdi.


Kara çocuğun gözlerinden kendi hafızasından perdeye ışıklar yansıttı. Kartal bunu daha önce de yapmıştı. Kara adam hatırladı. Daha çocukken de oynadığı kartallara, diğer kuşlara, bulutlara hatta yıldızlara oynattığı gökyüzü filmi, gökyüzü sinemasıydı.


O zamanlar kartal kara çocuğun kanatlı atıydı. Bütün filmlerin çekildiği yer ya Gelinkayası ya da Kartalkayası’ydı. Filmin esas kızı her zaman yüzünü ezberinden sildiği kara saçlı anasıydı.


Kara adamın bu dağılışına, geçmiş toplayışına kızdı kartal. Geçmişi ne toplayabilir ne de sıra koyabilirsin kara adam. Anlar canlı yaşanır da ölüdür anılar. Her biri bir yerden, her biri bir zamandan üşüşerek gelir acılar. İnsanı şekilsiz parçalarlar. Her anı parçasıyla, her acı yarısıyla kendilerini çoğaltır insanlar. Bir türlü kendilerini toparlayamazlar. Kendilerini azaltamazlar.


Şimdi perdeye bak, izle filmi dedi. Zaman filmde de gerçekte de akşamaltıydı. Kara çocuğun lâfıydı bu akşamaltı. Kara çocuk insansız dağ yalnızlıklarında altına serdiği küflü gri çula akşam, üstüne örttüğü karakeçilerin kıllarından dokunmuş eski kara çula gece derdi oldum olası. Hatta altım akşamüstüm gece, atlar bilmiyor sobelemece diye türküler bile söylemişti korkusundan ve yalnızlığından.


*

Dağ çalgılarının müziğiyle başladı film. Ağaçların uğultusu –ki kara çocuk ormanın horlaması, ormanın ağlaması da diyordu bu sese. – pınarların şırıltısı, rüzgârın kıvranışı, yarasaların karanlığı yırtışı, doru beygirin sıkça hapşırışı, yılanın çayırı yarışı, sansarların yayılışı, alıcı kuşların haykırışı, tilkilerin, çakalların ve kurtların uluyuşu daha birçok çalgı ve zaman zaman bunların hepsini bastıran kara çocuğun çocuk kalbinin çırpınışının ortak müziğiydi bu.


Tanımadığı bir adamdı filmin kahramanı. Kartal filmi sona doğru hızla sardı. Bir odada saçı sakalı karışmış bir adam geçebileceği kadar bir tünel kazmaktaydı. Adam tüneli kazdıkça çıkan toprak odasını daraltmaktaydı. Adama nerdeyse yer kalmamaktaydı.


Kartal adamı fazla yormadı. Yardım etmiş olmalı ki tünel anîden dışarıya açıldı. İlkönce gözlerine düşen ışık adamı yabancı saydı. İnsanlar, dağlar, evler, fabrikalar adamı yabancı saydı. Adam dağ, taş, dere, tepe dolaştı. Gövdesi gittikçe ağırlaştı. Ayakları gittikçe cansızlaştı. Artık bir adım bile atacak takati kalmamıştı. Durdu. Aşılanmış, aslından farklılaşmış bir zeytin ağacına yaslandı. Gözlerinin alabildiğince boşluğa baktı. Dünya gözlerine sığdırabildiği kadardı. Gözlerini kapatıp yalnızca kendine ait olan karanlığına sarıldı. Dudaklarını titreterek araladı. Ne kadar kaldıysa o kadar gücüyle haykırdı. Neredesin dört duvar? Sendeyken dışım dardı şimdi içim duvar, şimdi içim dar!


Kartalın gökyüzü sinemasının perdesi insanın hatta her canlının içini acıtacak şekilde yavaştan kapandı. Perdeye tek tek harfler sıralandı.


YA L N I Z L I K İ N S A N I N İ Ç İ K A D A R D I R! İ N S A N I N İ Ç İ Y A L N I Z L I K K A D A R D I R! Diye sahipsiz iki cümle yazdı.


Filmi bitirip perdeyi silen kartal hiçbir ışığı açmadı. Kara adamın kırı görülemeyen saçlarını okşadı. Bak şu geceye kara adam deyip gözkapaklarını araladı. Ne görüyorsun diye sordu. Hiçbir şey göremiyorum dedi kara adam. Sustu kartal.


Gökyüzü aniden şavkırdı. Her yer Papatya Sarısı’nın iğnesi düşse yere batmayacak kadar kalabalıktı. Gökyüzü kurumuş bulut ölüleri, rüzgâr kadavraları, martı gagaları, kartal tüyleri, yıldız cesetleri, ses cenazeleri, yeryüzü yapraksız ağaçlar, yanmış taşlar, kapkara topraklar, deniz çürümüş damlalar, soluksuz denizkızları, büzülmüş denizyıldızları, küflenmiş inci taneleri, incire dönmüş denizkestaneleriyle doluydu.


Tekrar kapattı kartal sinemasının ışıklarını. Yeniden okşadı kara adamın kır saçlarını. Kara adam anladım dedi kartala. Daha önce çok duyduğu yalnızlık içindeki kalabalıktır diyecekken kartal yalnızlık içini dolu tutmaktır evlat dedi. Yalnızlık içinde mahpus evi kurmak kendini daraltmaktır. Yalnızlık ölü zaman yutmaktır. Yalnızlık içinde cesetler taşımaktır. Yalnızlık ölülere toplu mezar olmaktır. Yalnızlık kendine karanlık olmak kendin için geceler çoğaltmaktır. Yalnızlık ölülerinle yaşayıp taze zaman öldürmek kendini tüketmektir.


Yeniden kısa kısa sahneler koydu filmden. Bak dedi adam çıkıyor tünelden. Kendince kurtuluyor esirliğinden. Adamın dışarıdaki yalnızlığından ve çaresizliğinden sahneler gösterdi. Durdu. Peynir toplayan fare sürülerini ve güneş, ses, harf, ezgi toplayan fareyi gösterdi. Ölü balık toplayan martı sürülerini, topal martı kayasını, topal martının bir metrelik de olsa uçma sevdasını, gökyüzünün, denizin derinini, uçmanın bütün inceliklerini keşfe çıkan bilge martıyı da gösterdi.


Dinle dedi. İyi dinle. Özgürlük, özgürlük olur mu kurtulamazsan bencilliğinden, geçmişinden, kendinden, kendine köleliğinden? Adamın dört duvar arasında hapis olduğu sahneyi, bileklerindeki zinciri yeniden gösterdi. Özgürlük, özgürlük olur mu bir şeyden değil bir şey için özgürleşmezsen dedi ve yeniden sustu.


İşte böyle evlât dedi bir süre sonra. Yalnızlık yaşanacak onca güzelliği reddedip içindeki yaşantı ölülerine kendini teslim etmek, esir etmektir. Kanadını şefkatle uzatıp kara adamın kalem parmaklarını okşayarak yalnızlık şimdinden öncesiyle harfleri kirletmektir evlât dedi. Şefkatle kara adamın palet elini okşayarak yalnızlık eskimiş yaralarını yeniden yaralayarak, kanatarak renklerine damlatıp çürütmektir evlât dedi.


Her heceyi, her kelimeyi incecik dinleyen kara adamın içi gecede mumcasına gülümsedi. Bu bir mumluk gülümseme bütün karanlığı gündüzledi. İçindeki geçmişinden kalan bütün harfleri ve renkleri Pavel Deresi’nde ak defter, ak tuval olana kadar temizledi.


Yüzünü Papatya Sarısı’nın gidip çektiği göğün dikişli yüzüne çevirdi. Bunların hepsini sana bir bir anlatacağım Papatya Sarı’m diyerek kendi kendine söz verdi.

Etiketler:

13 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


1/706
bottom of page