top of page
Yazarın fotoğrafıNurten B. AKSOY

YALAN DÜNYA


Yıllar ne kadar da hızlı akıp geçiyor, zamana bir türlü ayak uyduramıyor, bir türlü ânı yaşayamıyor, bir türlü olup bitenleri anlayamıyorum. İnsanları tanımaya çalışıyorum, ama nafile buna da gücüm yetmiyor.


Yine eskilere gitmeyeceğim; ama çoğumuzun özlediği, hatırladığımızda içimizi ısıtan bir kaç şeyden bahsedeceğim. Çocukluğumuzdan yani; cep telefonsuz, bilgisayarsız, televizyonsuz yaşadığımız, mutlu geçen, sahip olduklarımızın tadına vardığımız, çirkin politikacıların olmadığı günlerden...


Evdeki en önemli eğlence aracımız radyolarımızla pikaplarımızdı. Nasıl heyecanla beklerdik radyoda oynayan "arkası yarınları, radyo tiyatrolarını". Derslerimizi, gezmelerimizi, işlerimizi hep onlara göre ayarlardık, kaçırmamak için. Hafta sonlarını ise iple çekerdik, pikapları olan arkadaşlarımızın evlerinde toplanır, yeni çıkan plakları dinlerdik. Berkantları, Cem Karacaları, Adamoları ve daha nicelerini.


Sonra her sabah "yazıyoooor, yazıyooor" diye bağıran gazeteci çocuğun kapımızın altından attığı gazeteleri beklerdik heyecanla. Gazeteyi alır almaz bölüşürdük her bir sayfasını evdekilerle, bir an önce okumak için. En güzel arkadaşlarımız olan kitaplarımız, çizgi romanlarımız, dergilerimiz vardı. Almaya paramız yetmese de değiş tokuş yaparak okumalara doyamadığımız Çalıkuşlarımız, Doğan Kardeşlerimiz, Tentenlerimiz... Öylesine meraklıydık ki okumaya, manavdan aldığımız öteberinin konulduğu gazeteden yapılmış kese kağıtlarını bile dikkatlice açar, okur da okurduk.


Yetmişli yıllarla birlikte televizyon denilen "gayya kuyusu" girdi yaşamımıza. Bir çocuk kadar masumdu ilk yıllarda, günün belli saatlerinde başlardı yayın ve üç beş saatte biterdi. Bir kaç haber, bir kaç şarkı, siyah-beyaz bir film veya bir dizi ve sık sık arz-ı endam eden "necefli maşrapa"...


Bütün ülkenin hep birlikte izlediği tek bir kanal vardı. Seyrettiğimiz diziler, filmler belki çok kaliteli, teknik anlamda çok yeterli şeyler değildi; ama iyiyi, güzeli, doğruyu daha çok vurgulayan sıcacık aile filmleri ve dizileriydi. Çocuk programlarında dünyayı yok etmeye çalışan kahramanlar, ölüm kusan oyuncaklar yerine sevimli "kurabiye canavarları" vardı, "pembe panterler" vardı, birbirini kovalayan Tom ve Jerryler vardı.


Ya şimdi, dilim bile varmıyor anlatmaya, aslında bildiklerimiz... Şimdilerde hepimizin bizden daha akıllı telefonları var, en son teknolojiyi ve dünyanın dört bucağını emrimize sunan bilgisayarları var. Sonra günün yirmi dört saatinde içinden kin, nefret, öfke, çirkinlik, dalavere, ahlaksızlık, kavga, yalan dolan fışkıran yüzlerce televizyon kanalımız var...


Tabii ki televizyonlar da hayatımızın vazgeçilmezlerinden. Günün her saatinde magazinden, evlenme programlarına; yemek programlarından, yarışmalara; haberlerden dizilere hayatımızın içinde. Kimini şaşkınlıkla, kimini gülümseyerek, kimini öfkeyle izliyoruz.


Diziler ise televizyonların temel taşları; her akşam farklı bir dizi, farklı oyuncuları ile bir şekilde evimizin içine giriyor, zamanımızı çalıyor, yaşanması pek de mümkün olmayan hayatlarla insanları hayal alemlerine sürüklüyor. Ama beni en çok kızdıran bunca kötü insanın, birbirini sevmeyen aile fertlerinin, çarpık ilişkilerin, vahşetin, öfkenin ve çoğu kanun dışı yollarla elde edilmiş zenginliğin insanlara normal hayatlar gibi sunulması. Demem o ki sevgi, saygı, namus, adalet, doğruluk, bilgi ve daha nice kavram bir şekilde unutturulmaya çalışılıyor içi boş şeylerle ve bize de o pek çok şeyden mahrum olduğumuz güzel günleri özlemek kalıyor...

37 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


1/706
bottom of page