top of page

Ya Araftakiler



" İçedönükler, iç dünyalarının eline geçmiştir; dışadönükler, olan bitenin baskısı altında kendilerini yitirirler.''


Carl Gustav Jung ''Keşfedilmemiş Benlik'' adlı eserinde böyle diyor. İlk aklıma gelen ünlem ya da soru cümlesi, siz karar verin...Yani nasıl isterseniz. Konu şu;


''Peki ya araftakiler; ne dışarlıklı, ne içerlikli olamayanlar...göçebeler, yurtlarında yurtsuz, yuvalarında evsiz barksız kalanlar!? Peki ya koyunda eş, dost, çoluk çocuk derken, dahası kalabalıklar arasında yalnız kalanlar!? Ya da bırakılanlar mı demeliydim?!''


Ah bilemezsiniz ne çoklar, ne çoklar...


Böyle bir yaşama, olan biten her şeye karşı geliştirdikleri bilinçleri sebebi ile mahkum olan insanların dışarda saldıranları (bu saldırının en güçlü silahı anlamamak, anlayarak yaşamaktan uzak sığ bir yaşam sürmek), yani düşmanları pek çok olmasına karşın, en azılı ve en güçlü düşmanları kendileri, iç dünyalarıdır. Günden güne dış dünyadan kopararak iç dünyalarında kaybolup gitmelerine yöneliktir bilinç dışı kurgulanan savaş taktiği. Her dışa dönük davranışa getirilecek bir eleştirisi, dışarıda olup bitenlere düşmanca olmasa da yadsıyan, anlamsız bulan bir tavrı vardır mutlaka. Kendi kendini yargılasa iyi olurdu ama genellikle yargısız infazdır yaşam sürecinde en iyi becerdiği. Bununla birlikte aşırı yargılamaktan, aşırı incelemekten kaybolup gidişleri de olmaz değildir.


Aslına bakılacak olursa ''yalnızlık Allah'a mahsustur'' sözünün yansıması arafta kalanların tüm hücrelerinde mevcuttur, kesseniz kanının her damlasından bu atasözü okunur. Ama ne olur, nasıl olur bilinmez, bir türlü o doğru insan ya da insanlar çıkmaz ortaya...arkadaş daha değerlisi dost, hepsi birlikte olsa ne güzel olurdu, hem sevgili. Nerede o bolluk? O bir tanesine bile razıyken, belki bir ömür bu arayışla geçer, o tencereye o kapak, o kadim insan hiçbir yerde bulunmaz. Anlatması kolay ya yaşaması, birilerinden duyması, buraya yazması bile nasıl koca bir kara delik, nasıl insanın içini kırıp parçalayan bir hüzün...


Böyle insanların da diğer insanlar gibi yaşamı sürdürmek adına, tutunabilmek için kurguladıkları eylemler vardır. Kimileri yaptıkları iş neyse o işte en iyi olmaya odaklanır, kimileri sanatın dallarından hangisine yatkınsa ona yaslanır, kimisi edindiği hobilerle uğraşır. Değişmez kural; ne yapılacaksa, nasılı bilinerek, yapabileceğinin en iyisi olacak şekilde yapmaktır.


Zaman zaman ruh eşini, yol arkadaşını bulduğunu düşündüğü dönemleri de olur araftakilerin. Ama yeni evlilerin cicim aylarına benzer bu insanların ilişkileri. Belli bir sebebe gereksinme duymadan geldikleri gibi geri dönerler arafta olma hallerine.


Eskiden bu tür insanların sayısı çok olmamakla birlikte, günümüzde teknolojik aletlerin küçümsenmeyecek etkisiyle gittikçe artma yöneliminde. Peki bu bir sorun mudur? Gerek bireysel ve toplumsal katılım, gerek ruhsal ve bedensel sağlık korunuyorsa, karışmak, yadsımak ya da söz söylemek kimin ne haddine; elbette bu bir sorun değildir. Sonuç olarak her birey diğerleri, hatta tüm canlılardaki gibi, artısı ve eksisiyle kendini gerçekleştirmek üzere geldiği dünyamızda var olan ekosistemin bir parçasıdır.



Böyle insanlar bir bakıma kayıptır da. Yaşamak başlı başına büyük bir sorunken, ölüm olgusu da düşün dünyalarında aynı algıyı yaratmaktadır...Yani yaşamak ölmek kadar, ölmek yaşamak kadar zordur onlar için... Ciddi bir çelişki, sıkıntılı bir algılama biçimi.


Araftakileri tüm özellikleriyle göz önüne alacak olsak, bunca sıkıntılı görünen durumlarına karşın dünyanın onlara çok fazla gereksinmesi olduğunu kavramak da zor değildir. Durup en ağır eleştiriyi kendine yapan insanların üretecekleri şeyleri, ne denli başarılı bir biçimde ortaya koyacaklarını düşünsek mesela... Mesela başka bir bakış açısıyla bakmayı denesek, sorsak; araftakilerin dünyaya ve dünyalılara nasıl ya da en fazla ne kadar zararı dokunabilir ki, böyle ne içerde ne dışarda olamayan duruşlarıyla!?


Zeliha AYDOĞMUŞ

26/08/2021

04:04

96 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/683
bottom of page