top of page
Yazarın fotoğrafıŞenol YAZICI

Vedat Türkali

Güncelleme tarihi: 29 Oca 2022



O BİR ALÇAKGÖNÜLLÜ, İPEK GİBİ BİR DEVRİMCİ AMA KADİFE İÇİNDE ÇELİKTEN BİR YUMRUKTU ***



Türk roman ve senaryo yazarı, şair. Asıl adı Abdulkadir Pirhasan'dır. Samsun Lisesi'nde okuduktan sonra 1942 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk dili ve edebiyatı bölümünden mezun oldu. Aynı yıl eşi Merih Pirhasan'la evlendi.


  • Doğum tarihi ve yeri: 13 Mayıs 1919, Samsun, Osmanlı İmparatorluğu

  • Ölüm tarihi ve yeri: 29 Ağustos 2016 (97 yaşında), Yalova, Türkiye

*





Salkım salkım tan yelleri estiğinde Mavi patiskaları yırtan gemilerinle Uzaktan seni düşünürüm İstanbul

Bin bir direkli Haliç’inde akşam Adalarında bahar Süleymaniye’nde güneş Hey sen güzelsin kavgamızın şehri

Ne güzel şarkıdır, Edip Akbayram ve Onur Akın'ın sesinde... ne güzel şiir... Artık dört ayağıyla sürünen bir mahlukata dönseniz bile fethetmeye değecek bir ülke ve öylesine bir aşk için ölümüne ayağa kalkmak istersiniz.


Az kişi bilir ünlü romancı, senaryocu, sinemacı Vedat Türkali'nin aynı zamanda sıkı bir şair olduğunu... O da yanaşmaz zaten şairlik sıfatına...

Bakın hep söylerim. Hayatta iki akıllı iş yaptım. Sigaraya alışmadım ve şair olmadığımı erken fark ettim. Şiir yazdım. Epey de destekleniyordum. Fakat anladım ki, şiirde bir şey yapamam. Nâzım gibi bir dev var Türkiye’de. Oktay Rıfat var… Yahya Kemal var. Ayrım yapmadan söylüyorum. Onlar büyük devler. Ben romanda yaptığımın onda birini yapamazdım şiirde.


Böylesine de alçakgönüllüdür... İpek gibi...


/ Deprem sonrası yerleştiğim İzmir'de Kemeraltı'ndaki kitapçı Ercan, şimdi neredeyse kulakları çınlasın, becerikli adamdı, o günlerde İzmir'in tüm kültür sanat etkinliklerinde adını görürdünüz, genç yaşına karşın.

Rastlantıyla tanışmıştık, İzmirli naziktir, kibardır, ama dostluğuna güven olmaz derler ya, Ercan başka bir şeydi; Bornova Anadolu lisesinde yerli öğretmenlerle bir türlü aynı dili geliştiremezken, o hem toparlanmam hem de beni bir tür İzmir'e katmak için elinden geleni yapmıştı sağ olsun, bir çok düzenlediği etkinliğe incelikle sanki o işin içinde değilmiş ben de İzmir'e lütfedip teşrif etmiş çokkkkk büyük yazarmışım gibi davet edilmemi sağlamıştı. İşe de yaramıştı, kısa sürede ben o deprem ağlağı halimi bırakıp kitaplarımın yeni baskılarını yapmış, yeni bir kitap çıkarmış, etkinliklere konuşmacı olarak katılmaya başlamıştım.


Davet ettiği etkinlik Vedat TÜRKALİ'nindi. GÜVEN romanı yeni çıkmış, çıkar çıkmaz da büyük bir ilgiyle karşılanmıştı.


Vedat Türkali'yi iyi biliyordum. O kalın ve pahalı kitabı Bir Gün Tekbaşına'yı öğrenci bütçemle edinip ilgiyle okumuştum. Sinema deneyimini, filmlerini ilgiyle izlediğim senaryolarını, sansüre takılmamak için Vedat Türkali adını alışını, askeri okulda edebiyat öğretmeniyken tutuklanışını, TKP saflarında verdiği mücadeleyi, hapishane günlerini, hepsini biliyordum. Türkali o zaman bile yaşayan gerçek bir efsane, şimdi hiçbiri sağ olmayan, ama o devir hepsi en verimli günlerini yaşayan Yaşar Kemal, Çetin Altan, Attila İlhan... gibi popüler bir devdi de...

Orhan Pamuk'u soruyorsunuz, tıpkı benim gibi o alanda umutla gayret eden bir çömezdi henüz ve ne olacağı belirlenemeyen, ama büyük yatırımlarla henüz çıkmayan kitabına bile kanal kanal programlar yapılıp piyasaya sunulan bir yeni isimdi. O şimdi nasıl NOBELLİ yazar oldu da, sen alçak irtifada taklacı güvercin uçuşundasın derlerse, nasıl desem, ya allah yürü ya kulum diyecek ya da benim çapım o kadardı...

Yaşar Kemal neden Nobel alamadı diye sorsana, ben kimim ki? Piyasa başka bir şey, kutsal mutsal derler ama kitap paradır.

Karıştırmayalım şimdi konumuz TÜRKALİ'yken...


Salon tıklım tıklım doluydu. ERCAN her zamanki adamlığıyla beni almış, masada oturan kalabalık bir grupla sohbet eden hayli yaşlı, benim iki yaşımdan daha büyük bir adamla tanıştırmıştı. Herhalde o günlerde seksenindeydi. Akımda kalmayan bir resimdir Vedat Türkali'yle tanıştırılmam. O tanışmanın, etkileyici, anımsanacak bir yanı yoktu, o gün tanıştırıldığı onlarca gençten umut vaat eden, ne yararı varsa bu yüzden sunulan, tiplerden biriydim işte. Eminim bu kot pantolonlu, uzun saçlı fazla asri görünümlü genç onda çok itimat telkin etmemişti. Ya da bizler o gün derdi değildik.

Samimi olursak ben de büyük bir düş kırıklığına uğramıştım. Gençliğimin Aristolarından diyebileceğim bu örnek mücadele ve ideoloji insanından, gözlerinden ateşler saçan, her sözünde bir hikmet olan enerjik ve filozofluğu belli, hayranlıkla hemen secde edeceğim birini arıyormuşum , bekliyormuşum demek ki; soluk giysiler içinde, kendi halinde parlaklığını belli etmeyen sıradan bir ihtiyar görmek beni sarsmıştı.

Televizyonlarda filan pek görülmezdi Türkali, görülse bile ilgilisi olmadıktan sonra kimsenin de çok dikkatini çekmezdi sanırım. Emsalleri Çetin Altan ya da Attila İlhan gibi öyle çarpıcı, vitrine oynayan şovmen bir yanı yoktu... Giyimi , duruşu hiç de karizmatik değildi. Yeni kuşak bizlerin devrimci bir yazardan beklediği ateşli başkaldırıyı eylemlerinde havasında göremezdiniz. Ya da ben göremedim, gençliğimden. Gençliğimden de değil de deprem yılgını psikolojimden. Bir Süpermen'e çok ihtiyacım vardı demek...

Ne umarsızlık; bu ülkede 7'den 70'e herkeste her dem olmadı mı hal? O nedenle iki koyun güdemeyecek insanlara iki tumturaklı söz ettiğinde taptık.


Aslında bugünde o görüşümün haklılığını ama gerçek nedenleriyle biliyorum: sanatçıların, yazarların çok azı iç dünyalarında, hele evlerinde huzurludur, hele içlerinde dünyaya ayar verme aşkı olanların. Yerlilere dokunmayalım, hem cevap hakkı yaratır, hem dedikoduya girer, ama İşte Jack Landon, işte Firida, işte WOLF... Yaratıcılığın sanki öyle bir yanı var, iç huzursuzluğuyla orantılı... Oysa VEDAT TÜRKALİ dışarıdaki bütün kavgalara karşın ailesinde mutlu ve huzurlu, iddiasız, şirin bir dedeydi. Uzun sayılabilecek ömründe de son yıllara değin süren başarısında da bunun ciddi etkisi olduğunu düşünürüm.


TÜRKALİ ömrü boyunca TKP li olarak kaldı. Aslında çok yapıtında da onları anlattı. Başına bu yüzden de gelmeyen kalmadı. TKP, biz DEV GENÇ geleneğinden gelen kuşak için kuşkusuz itibarlı, ama sadece tarihti, Çin işi antika bir vazo gibi, DEĞERLİ ama hayatta karşılığı olmayan.... Bilinç altımız, artık biz varız diyor, ötesini bizim kadar değerli bulmuyordu. Her halde her kuşakta bu sıkıntı olmuştur...

GÜVEN romanı da , TÜRKALI'nin de o etkinlikte anlattığı gibi TKP yi anlatan dev bir romandı...


"Güven’i benden başka kimse yazamazdı. O yazılanları bir anlamda yaşadım ben. Güven TKP’nin gerçek tarihine oturtulmuştur. Bu konuda yapılabilecek en samimi çalışmadır. Moskova’ya gittim, Leningrad’a, Odessa’ya, Stalingrad’a, Kiev’e, Bakü’ye, Tiflis’e gittim… İkinci Cihan Savaşı’nda yıkılmış Berlin’den kalan Nazi devleti kalıntılarını, çeşitli bölgelerdeki Nazi kamplarını dolaştım. Komüntern döneminde çalışmış eski TKP’lilerin yaşadığı, çalıştığı yerleri gördüm. Soruşturmalar yaptım. O zaman açılmış olan komüntern arşivindeki Türkiye ile ilgili tüm belgelerin fotokopilerini topladım ve yerinde kullandım. 12 yılda tamamladım kitabı…” diye anlatır kitabını...


Hal böyle olunca salonda bulunan TKPliler TÜRKALİ ne zaman bir cümle etse hemen o günleri ya da benzeri bir anıyı anlatmak için söz alıyor, bir türlü de bitiremiyordu. Vedat TÜRKALİ büyük bir sabır ve kalanderlikle onları dinliyor, kendisine lütfedilecek sırayı bekliyordu... "Bu adam mı o büyük devrimci Vedat Türkali? "Bu ipek gibi bir tonton dede," demiştim Ercan'a.


Sıkılmaya başlamıştım, Vedat TÜRKALİ'den daha çok ona söz hakkı bırakmayan TKP öykülerini ve hapishane arkadaşlarını dinlemekten. TÜRKALİ'ye de neden salona egemen olmuyor diye içerliyordum. Çıkmaya karar vermiştim, kapıya doğru yanaşmıştım, hala siyaset anlatılıyordu. O ara biri Vedat TÜRKALİ'ye yine partiyle ilgili bir soru daha sordu.


Vedat Türkali'nin o sakinliğini hiç bozmayan durgun ipek sesi birden çelikten bir kılıç gibi geldi kulağıma... " Ben romanı sorun, romanı konuşun, diye bekliyordum" dedi.

Cümlenin ve sesin hiçbir orijinalliği yoktu, ama benim hissettiğim, ben bunun için buraya geldim, sizse zamanımı çalıyorsunuz, okumuşsanız romanı konuşun, TKPyi zaten ben hepinizden iyi biliyorum, diyordu yazar...


Belki öyle değildi, ben öyle olsun istemiştim, yakıştırmıştım... Ama geri dönüp artık salona hakim olan Vedat TÜRKALİ'yi keyifle dinlemiştim...


Tanrı hepimize nasip etsin böyle bir ömrü...öyle bir ölümü...


IŞIKLAR İÇİNDE UYU BÜYÜK USTA...




*


26 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/706
bottom of page