top of page
Tamer UYSAL

Uludağ ve Sinema

Güncelleme tarihi: 4 Şub 2021

-3-

Yeşilçam'ın Beyaz Filmleri

“Sinema geldi ve zindandan oluşma bu dünyayı saniyenin onda biri uzunluğundaki zaman parçalarının dinamitiyle paramparça etti; şimdi bu dünyanın geniş bir alana dağılmış yıkıntıları arasında serüvenli yolculuklara çıkmaktayız.” (Walter Benjamin)


Kentsel dönüşümlerin yaygınlık kazandığı bir zamanda tarihsel dokusu korunması gereken yerler hem turizme hem sinemaya hizmet veriyor. Uludağ doğal yapısıyla bunlardan bir tanesi; Türk sinemasında rakipsiz ve popülaritesi çok yüksek. Ünlülerin ve kalburüstü zümrenin pek alternatifi olmayan en itibarlı uğrak yeri; Yeşilçam için milli park kuruluşundan bu yana hem bir tatil mekânı hem de bir set ve işyeri…

Yeşilçam’ın Bursa macerası 1930’larda başlıyor. İlk film “Aysel Bataklı Damın Kızı” 1934’te Çalı’da çekilmiş. “Halıcı Kız” ise 1953’te; ikisinin de yönetmeni Muhsin Ertuğrul... 1945’te çekilen “Köroğlu” var; Mümtaz Ener ve Refik Kemal Arduman birlikte çekmiş, ama o İnegöl ilçesinde çekilmiş, Bütün bu filmlerin kıyıdan köşeden Uludağ ile ilişkili oldukları anlaşılmakta. Yeşilçam’ın Uludağ’daki zirve macerası ise 1955’te başlıyor.

3 boyutlu ve görsel efektleri bolca kullanan filmlerin yaygınlık kazandığı günümüzde saklama ve arşiv koşulları iyi olmayan sinemamızda filmlere ulaşmak kolay olmuyor. Bazılarını sinema-TV’den, bazılarını vcd’den izlemiştim, bunlar çok sınırlı. En büyük yardımcım bilgisayardı. Bilgisayar kanalıyla ulaşmaya çalıştığım filmlerin yüklü olmayanlarına ulaşamadım, bazılarında kısa tanıtımlarla(trailer) yetinmek zorunda kaldım, çünkü filmin bütünü (video stream) mevcut değildi ne yazık ki. Bulamadıklarım hakkında yazılanlara göz attım anımsamaya çalıştım. 1980 öncesi filmler özellikle siyah beyaz çekilmiş eski filmlerde yer belirlemek çok zor oluyor, bazı filmlerde ise kolay. Örneğin “Çile” gibi restorasyonlu ve fazla eskice olmayan filmlerde görüntü hem çok kaliteli hem çok net idi (Bir film şeridi saniyede 16-25 kare akar bu yüzden restorasyon; çizilme ile renk bozulmalarından dolayı meydana gelen kusurların onarılması zahmetli bir işlemdir. 1980 sonrası çekilen filmleri daha önceki bir yazımda (Bursa: Beyaz Perdedeki Kent) ele almıştım; Yine bazısı kıyıdan köşeden Uludağ’yla ilgili, Bora Tekay’ın “Fasulye” (1999), Serdar Akar’ın “Dar Alanda Kısa Paslaşmalar” (2000) ve Ezel Akay’ın “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?” (2005)filminden o yazıda uzun uzun bahsetmiştim. Burada daha çok o yazıda eksik kalan 1980 öncesi yapımları da araştırdım. Bu filmlerin nereden bakılsa en yenisi en az 40 senelikti, dile kolay…


Dekupaj film öncesi mekânlarda çalışma ve çekim öncesi ön hazırlıktır. Memduh Ün, “Yanlış mekânla doğru film yapılmaz. Mizansen ve oyuncu psikolojisinin mekâna uyması gerek.” der. (Türkiye’nin Ustalarından Sinema Dersleri, İnkılap Kitabevi, 2006, s. 72) Ömer Kavur da, “Filmin mekânları başrol oyuncusu kadar önemlidir.” demiştir (a.g.e., s. 97). Mekân seçimi yönetmenin sinema anlayışını da belirliyordu. Örneğin Yavuz Özkan, “Filmin hikâyesinin aktarılmasında, hatta derinlik kazanmasında önemli bir işlevi de vardır.” (a.g.e., s. 170) demekte idi. Yani sinemada temel malzeme görsellikti.


Sinemada da diğer (roman, öykü, tiyatro gibi) sanatsal metinlerde (kurmaca) olduğu gibi mekân öyküyü (anlatı) tamamlayan bir unsurdur. Ancak Polonyalı yönetmen ve senaryo yazarı Krzysztof Kieslowski, “Sinema hiçbir şeyi değiştirmez; ama insanların birçok şeyi anlamalarını sağlar. Dünyayı değiştirecek olan şey filmler değil, o filmleri izleyen insanlardır.”demişti.


Konvansiyonel sinema dikkati günlük sorunların dışına çıkartan uyuşturarak eğlendiren sinema anlayışı; belli bir dönem sinemamıza da egemen olmuş anlayıştır ve bir ölçüde hala da sürmektedir. Aşk romanları yazan Muazzez Tahsin Berkand ve Kerime Nadir gibi yazarlardan adapte öyküler ve Bülent Oran ile Safa Önal gibi birkaç senaryo yazarının çevresinde gelişen Yeşilçam sineması daha çok melodram (aşk) filmleri ağırlıktaydı. Hem ticari kaygılar, hem de sansür kurullarınca getirilen kısıtlamalardan dolayı milli rejime (resmi ideolojiye) aykırı görülen filmler yasaklandığından melodram sineması dışında konu çeşitliliği çok sınırlandırılmıştı.


Ya aşk romanı kaleme alan muharrirler çok fazla Yeşilçam filmi izliyordu ya da sinema rejisörleri çok fazla aşk romanı okuyorlardı; senaryo olacak kadar uygun yazılıyordu eserler. Ne demişti Muazzez Tahsin Berkand, “Aşkın kudretine inanmak istemiyor, bunu edebiyatçılar tarafından romanlara sokulan bir kelime addediyorum.” (Muazzez Tahsin Berkand, Kezban, Elips Kitap, 1.Baskı, 2014 s.147). Tapınılacak ölçüde gösterişli iki beden ve kusursuz ruh (iç güzelliği) melodram sineması için en gerekli malzemelerdi, tabi bol bol gözyaşı için de. Türk jön ve mabudeleri için bir de çok etkileyici ses gerekti. Abdurrahman Palay ve Adalet Cimcoz gibi dublaj (seslendirme) sanatçıları bu iş için biçilmiş kaftandır. Hollywood gibi endüstrileşemeyen sinemamız kendine özgü bir üslup, birkaç senarist ya da edebiyat uyarlamasıyla, birkaç yönetmen ve oyuncuyla birbirine benzer hızlı seri filmler çekerek Yeşilçam sinemasını yaratmış oldu… Oysa Federico Fellini’ye göre, “Yönetmenlik, bilinmeyen, tanınmayan dünyalar yaratmak” demek değil miydi? (Hakan Savaş, Sinema ve Varoluşçuluk, Altıkırkbeş Yayın, 2003, s.23)

Başka bir kitapta ise Dziga Vertov’un (Roger Vadim’den alıntı; Bir Kent Gezmek, Bir Film İzlemek) bir sözü aktarılıyor. “Bir kent gezmek, bir film izlemek, bir dünyaya girmek ya da doğru bir ifadeyle bir dünya; anlatılan öyküye dair bir evren (diegese) yaratmaktır.” (Sinematografik Kentler, Derleyen Mehmet Öztürk, Agora kitaplığı, 2008, s. 430)


Bursa veya İzmir genel olarak İstanbul yanında bir arka fon gibi kullanılmıştır. Hemen akla geliveren ilk yerler İzmir-Kordonboyu ile Bursa-Uludağ’dır. Hatta bazı filmlerde İstanbul dışına da taşmış havası katmak için olsa gerek Bursa ile ilgili görüntüler eklenmekte; Uludağ’da çekildiği pek anlaşılmayan bir sahnede Uludağ’dan söz edilmekte; film sanki Uludağ’da da çekilmiş gösterilmektedir. Ve 1973’te çekilen “Aşkımla Oynama” (Aram Gülyüz) filminde olduğu gibi filmde Uludağ’dan söz edilmekte ancak Kirazlıyayla’daki Sanatoryum görünmekle beraber alelade karlı dağ sahneleri dışında çekimin Uludağ’da yapıldığı pek anlaşılmaz.


Fuat Uzkınay’ın ilk filmi çektiği 14 Kasım 1914’den bu yana 600’den fazla filmin çekildiği ki Türkiye sineması 1966’da dünyanın en fazla (241) film çekilen 4. Ülkesi olmuştur. Bu yüzden Türk sineması hakkında eksiksiz bir derleme yapmak, bu konuda girişimde bulunmak hiç de kolay değildir. 1960’lı yıllar Türk sinemasında “Altın yıllar” olmuştu. 1980’ler ise yıldız sistemi çökmüş ve yönetmen sinemasına geçiş dönemi olmuştur. İlginç ama 1980 sonlarında Bursa’da çekilen filmler de adeta bıçakla kesilmiş gibi bitiveriyor. 90’larda da Bursa’da çekilmiş bir filme rastlamak mümkün değil. 1990’lı yılların ilk yarısı video-VCD-DVD’lerin adeta altın çağı olmuştur.


Türk sinemasında 1922-1949 arası özel yapım evleri dönemi, 1922-1930 arası ise Tiyatrocular dönemi kabul edilir. Geçiş döneminden (1939- 1952) sonraki dönem Sinemacılar dönemi (1952-1963) olarak adlandırılmaktadır. 2013’e gelindiğinde Türkiye’de 620 sinema binası, 2170 sinema perdesi ve 271.250 koltuk sayısından bahsedilmekte…


Sinema mekândaki değişim ve yaşamdaki akışı sergiliyorsa Uludağ’ın buna ne yönde ve ne kadar katkısı olmuştur? Yeşilçam’ın Uludağ’daki zirve macerası 1955’te başlıyor, demiştik. 1955 yapımı “Düşman Aşıklar” karlı sahneler görünen Uludağ'da çekilmiş ilk film. Daha önce oyunculuk da yapmış Memduh Ün’ün ilk yönetmenlik denemesi.


Ün, Sinema Yazarı Pınar Tınaz Gürmen’e anlatıyor önce filmin hikâyesini: “Artık dünya çapında bir film çekebilirim duygusu geldi ‘Hacı Şakir Ailesi’nin Esrarı’ diye kitabını bulmuştum. Doğu’da geçen, kan davasını anlatan. Uludağ’da yapıyoruz çekimleri. Tabii dünya çapında bir film yapacağım için korkunç kaprisliyim. Oysa her tarafta görüntü aynı. Kar tutmuş çamlar, kayalar vb. Filmi Mehmet Muhtar tamamladı. “(Türkiye’nin Ustalarından Sinema Dersleri, İnkılâp Kitabevi, 2006, s. 64-65).

Ün, kaleme aldığı “Memduh Ün Filmlerini Anlatıyor” adlı kitapla ilgili “Küçük Dünyaların Büyük Yönetmeni” başlıklı söyleşide de, “Film sinemalarda çok kötü iş yaptı. Bugün için filmi görmek olası değil, belki belediye depolarında çıkan yangınlarda yandı ya da gümüş çıkarmak için katillerin (!) elinde birçok negatif gibi yok oldu gitti.” diyordu. (Fatma Oran, Cumhuriyet Kitap, 2010, sayı: 1042, s. 4-5)


Ün’ün yarım bıraktığı çalışma ve kötü deneyim; “Düşman Aşıklar”ın zayi olması bizi 1954 yılının Uludağ manzaralarından tarihsel bir belge olarak yoksun bırakmıştı belki ancak en azından 1954 yılının Uludağ’ını Memduh Ün’den okuyabilmiştik: “Mine Coşkun 1954 yılında kurdukları Coşkun Film’in ilk filmini benim çekmemi istedi. İlhami Sefa'nın, Doğu'da geçen ve bir kan davasını anlatan Hacı Şakir Ailesinin Esrarı başlıklı romanını seçtim. Senaryoyu kimin hazırladığını hatırlamıyorum, ama çoğu filmimde olduğu gibi, birçok bölümünü sette kendim yeniden yazmıştım zaten. Filmin hikâyesi karda kışta, doğuda geçiyordu. Ama Doğu'ya gitmedik, daha ekonomik olması açısından, olaylar Doğu'da geçiyormuş gibi Uludağ'ı seçtik. Uludağ'da o dönemde yalnızca Büyük Otel vardı, ama çok pahalı olduğundan Kirazlı Yayla'da bir motelde kalmıştık. On dokuz gün çalıştım, yapımcının parası bitti; İstanbul'a döndük, para bulundu. Sonra yeniden Uludağ'ın yolunu tutup bir on günlük çalışma daha yaptık. Bir de Uludağ'daki bazı mekânları filmde hem karlı, hem de karsız görmemiz gerekiyordu. Bu nedenle karda çektiğim sahnelerin yaz geldiğinde çekilecek karşılıkları da kalmıştı. Filme devam edemeyeceğimi anlamıştım.” (Cumhuriyet, 4 Şubat 2010)

“Benim uçsuz bucaksız denizim bir ağaç kümesi arasında, kuru bir ırmaktan kalma bir avuç sudan başka bir şey değildir.” (Reşat Nuri Güntekin, Çalıkuşu, İnkılâp Kitabevi, 2016, 15.Baskı, s. 12)


“Çalıkuşu” (1966), Konusu Bursa’da geçmekle birlikte Bursa’da çekilmemiş bir romandır. Zeyniler Köyü, Bursa’da Teleferik Mahallesi'nden daha yukarıdaki bir köydür. Çalıkuşu, Yönetmen Osman Faruk Seden tarafından bir kez filme (1966), bir kez de TV dizisine (1986) uyarlanmıştır. 2013’te ise Yönetmen Doğan Ümit Karaca ve Çağan Irmak tarafından TV dizisine çekilmiştir. Ayrıca, Güntekin’in, “Tanrı misafiri” adlı öyküsü de Setbaşı'ndaki bir konakta geçer…


Reşat Nuri Güntekin’in bazı roman ve öyküleri 1913 yılından itibaren öğretmenlik yaptığı Bursa’da geçer. Yazarın en tanınan romanı “Çalıkuşu”dur (1922). Reşat Nuri Güntekin, romanın bir bölümünde dağın eteğindeki köy ile Uludağ’ın başka bir yüzünü tasvir etmektedir: “Taşların arasından minare merdiveni gibi dik bir yoldan inmeye başladık. Aşağıda, akşamın alacakaranlığı içinde kapkara bir servilik, etrafı çitle çevrilmiş, çıplak bahçeler arasında tek tük kulübeler, tahta evler görünüyordu. Altlarında dört direkten ibaret ahırlar, üstlerinde asma merdivenle çıkılan bir iki oda. Herhalde, bu Zeyniler şimdiye kadar işittiğim ve resimlerini gördüğüm köylerden hiçbirisine benzemiyordu.” (a.g.e., s. 214).

“Ateşten Günler” (1987). Ateşten Gömlek romanından uyarlanan TV dizisindeki bazı sahneler Uludağ eteğinde 700 yıllık Osmanlı köyü olarak bilinen Cumalıkızık’ta çekilmiştir: “Ovada, üç yüz hanelik bir köy; sarı, çorak topraklar arasında, sarı topraktan yapılmış küçük bir sırtın üzerinde, önü yeşil bir Anadolu nahiyesi.” (s. 132). Bu kısımda olup biten olaylar Cumalıkızık’ta; Binbaşı İhsan (Can Gürzap) ve Anzavur Ahmet (Gökhan Mete) karşılaştıkları sahne, Cumalıkızık Köyü girişindeki meydanda ve köyün içinde çekilmiştir. Köy meydanındaki sahnede İngilizlerden para desteği alan Anzavur, Kuvayi Milliye Subayı Binbaşı İhsan’ı yargılamaktadır. Binbaşı İhsan’ın arkasında geniş açıdan Köy görünmektedir. Köylüler de filmde rol almıştır.


“Ateşten Gömlek” (1922), Halide Edip Adıvar'ın yazdığı ve Türk edebiyatında Kurtuluş Savaşı üzerine yazılan ilk romandır. Selim İleri, roman hakkında yazdığı makalede “Güzel ve önemli Kurtuluş savaşı romanları sonradan yazılmıştır. Birçoğunu bugün de tutkuyla okuyabiliriz. Ama pek azı Halide Edip’in Ateşten Gömlek’i ölçüsünde içten tanıktır.” diyordu (Can Yayınları, 14. Basım, 2010, s. 218)


Frances Kazan ise, Halide Edip Adıvar’ın otobiyografisini konu alan kitapta, Kurtuluş Savaşı’ndaki başarıya, Adıvar’ın, Anadolu Türklerinin bir başarısı olarak baktığını aktarmakta: “Türk ordusu askerlerinin figüran olarak kullanıldığı film büyük ölçüde yazarın istekleri doğrultusunda çekildi. Bakir Anadolu topraklarının arka fonu oluşturduğu filmde, Peyami ile Ayşe arasındaki aşk, bunların ‘İzmir Davası’ uğruna kendilerini feda edişlerinin dokunaklı öyküsüyle iç içe veriyordu.“ (Halide Edip ve Amerika, Bağlam Yayınları, 1995, s. 58)


İngiliz Tarihçi Arnold Joseph Toynbee’ye göre milliyetçilik ırksal değil, zihinsel bir durumdur (a.g.e., s. 64). Halide Edip’e göre de Osmanlı Bizans’ın (Doğu Roma İmparatorluğu) bir uygarlığıydı ve Osmanlı kurumları da (yönetici azınlık) sıradan (Anadolu) Türkleri üstünde ince bir zırhı andırıyordu. Osmanlı Bizans’ın isim değişikliğinden ibaretti (a.g.e., s. 68). “Son Mektup” (1969) ve “Soyguncular” (1974). Türker İnanoğlu Filiz Akın ve Ediz Hun’u iki filmde buluşturdu Siyah beyaz çekilen filmden sonra Uludağ’daki iki oyuncunun birlikte oynadığı ikinci film renkli dağ manzaralarıyla dikkat çekiyordu.


“Unutulan Kadın” (1971). Atıf Yılmaz’ın çektiği Türkan Şoray ve Kadir İnanır’ın beraber oynadıkları klasik bir Yeşilçam öyküsü. Unutulan Kadın, Selvi Boylum Al Yazmalım (1977) filminin habercisi adeta iki başrol oyuncusunu Uludağ’da buluşturmuştur. Yeşilçam’ın kayak ve kar manzaraları eşliğinde tutku dolu bir aşk öyküsü. Uludağ, mutluluğunun bozulmasına engel olmak için cinayet işleyen bir kadının daha önce sevdiği erkekle geçirdiği mutlu günlere sahne oluyor.

Yeşilçam’ın kısıtlı olanaklarından sinema oyuncuları da bazı giysi ve kostümleri kendileri hazırlamak zorundaydı. Türkan Şoray, “Unutulan Kadın filminde kısacık bir sahne için hazırladığım Uludağ’da çekilen bir sahnede giydiğim, mor pelerin beyaz takım, kürk şapka da benim tasarımım.” demişti. (Sinemam ve Ben, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Baskı, 2017, s. 396)

“Ömrümce Unutamadım” (1971). Süreyya Duru’nun yönettiği film aynı fabrikada çalışan iki gencin öyküsü. Başrollerde Filiz Akın ve Kartel Tibet oynuyor. Karlı dağ manzaralarıyla dikkat çekiyor.


“Satın Alınan Koca” (1971). Filmin yönetmeni Duygu Sağıroğlu, başrol oyuncuları Fatma Girik ve Cüneyt Arkın. Filmin başlarındaki karlı evli çiftin balayı için uğrak yeri olan Uludağ manzaraları ve sahneleriyle dikkati çekmektedir. “Önce Sev Sonra Vur” (1971). Yeşilçam’ın ne yazık ki kötü hatırlanan filmlerinden birisidir. Suphi Özkaya isimli figüran çıktığı elektrik direğinde 2100 voltluk cereyana kapılarak ölmüştü. Film teleferikte çekilen tehlikeli teleferik sahneleriyle dikkat çekiyordu. Filmde Meral Zeren, Figen Han ve Yılmaz Köksal oynuyordu. Filmin yönetmeni ise Natuk Baytan’dır.


“Köle” (1972). Filmin Yönetmeni Atıf Yılmaz, başrol oyuncuları Gönül Hancı, Tufan Giray ve Ferit Şevki. Filmde Uludağ ya da Bursa’dan söz edilmiyor, yer adlarına ilişkin de çok belirgin sahneler görüntülenmemiş. 1970’lerin başındaki Bursa’yı renkli görme şansını kaçırmış oluyoruz. Sadece kar, kayak ve bazı otel sahneleri var. Filmin Uludağ’da geçen sahnelerinde kıskançlık krizi geçiren Paçavra Kara Osman (Fethi Giray) Yasemin’i (Gönül Hancı) tokatlar. Yasemin de arabasına atlayıp kaçar, ancak arabası yolda kara saplanır. Kendisini bulmak için yola çıkan Kara Osman’ın bindiği araç Bursa plakalı yeşil renkli bir Jeep’tir.


“Acı Hayat” (1973). Kerem ile Ebru isimli iki genç birbirine aşık ancak düşman aile çocuklarıdır. Filmin uzun kısmı Uludağ’da çekilmiş bir Uludağ filmidir; Uludağ yolculuğu, karlı yollar ve karlı çamlar, Oberj Otel Ulukardeşler’in görüntüleri. Yönetmen Orhan Aksoy, başrollerde Filiz Akın ve Cüneyt Arkın oynamıştır. “Aşkımla Oynama” (1973). Kumar tutkunu bir adamın aşk öyküsü. Başrollerde Ediz Hun ve Hale Soygazi Oynuyor. Yönetmen Aram Gülyüz.


“Boşver Arkadaş” (1974).Birbirini hala seven iki aşığın öyküsünü anlatan filmin yönetmeni Zeki Ökten. İlhan İrem’in 1974’te seslendirdiği unutulmaz şarkıdan adını alan filmde Selma Güneri’yi kayak öğrenirken Tarık Akan’ı da iyi kayak yaparken görüyoruz.

“Sabıkalı” (1974). Birbirlerini seven iki insan ve onların arasına giren ruh hastası bir adamın trajik öyküsü. Çiftin balayı için birlikte gittikleri Uludağ'da Tunç Ayhan'a tuzak kurar ve Aysel'e tecavüz eder. Genç kadın intikamını almak isterken yanlışlıkla kocasını vuruyor. Uludağ görüntülerinin çok olduğu filmde Salih Güney de başrolde Filmin yönetmeni Nejat Saydam. Ekrem bora ile Hülya Koçyiğit teleferik yolculuğu yapıyor.


“Şaşkın Damat” (1975). 1970’lerde başlayan Yeşilçam seks furyası döneminde sıklıkla bu döneme alternatif olarak Uludağ’da geçen balayı konulu filmler de çekiliyordu. Şaşkın Damat filmi de bu tür, dönemi atlatma çabasındaki filmlerden. Yine balayı konulu 1975 yapımı klasik bir Uludağ kaçamağı filmi. Başrolleri Kemal Sunal ile Meral Zeren paylaşıyor. Zeki Ökten ise yönetmeni, senaryosunun yazarı da Sadık Şendil ‘dir

“Can Pazarı” (1976). Uludağ’daki karlı sahneleri ve filmde oynayan İranlı aktrist Pouri Banayi ile dikkat çeker. Senaryo Erdoğan Tünaş, filmin yönetmeni Orhan Elmas ve Ertem Göreç. Bursa doğumlu yönetmen Ertem Göreç, yapımcı Berker İnanoğlu’yla Yılmaz Güney ve Nil Kutval’ın başrol oynadığı başka bir Can Pazarı (Öleceksin) isimli film çekmiştir (1968).


“İki Kızgın Adam” (1976). Yapımcı Berker İnanoğlu, senaryo Erdoğan Tünaş ve yönetmen Ertem Göreç. Kadir İnanır bu defa başrolü Perihan Savaş ve İranlı aktör Naser Malek Motiee ile birlikte oynamıştır. Filmde Otel Beceren yazısı Uludağ genel manzarası; kar ve kayakçılar vs göze çarpar. Siyasal mesajlar içeren film polis-mafya ve aşk üçgeninde ilginç diyaloglara sahne oluyor.


“Ne Umduk Ne Bulduk” (1976). Yine Uludağlı bir Zeki Ökten filmidir. Zengin bir koca bulmak umuduyla Uludağ’a gelen anne ve kızın öyküsüdür. Zeki Ökten Şaşkın Damat filminden 1 yıl sonra yine Uludağ’ı başka bir aşk öyküsünde set olarak kullanmıştır. Karlı kayaklı sahnelerle dolu filmin oyuncuları Gülşen Bubikoğlu, Adile Naşit ve Aytaç Arman. “Kaplanlar Ağlamaz” (1978). Cüneyt Arkın’ın macera ve aksiyon filmlerinden biri. Cüneyt Arkın, final sahnelerinden birisinde teleferikteki dövüş sahneleriyle dikkat çekmektedir. Filmin Yönetmeni Remzi Jöntürk.


“Ne Olacak Şimdi ?” (1979). Levent Kırca ile Nevra Serezli’nin başrol oynadığı Atıf Yılmaz filmi. Oyuncuların balayı için geldikleri Uludağ’da yine Büyük Otel ‘den klasik giriş ve önünde çekilen sahneler var. Ayrıca otel çekilmekle kalmıyor otelden de söz ediliyor. Filmde telesiyej görüntüleri ve Uludağ sahneleri yer alıyor.


“Kadın Bir Defa Sever” (1984). Uludağ’da da çekilen bu film Mahmut Esat Bozkurt’un “Kadın Severse” adlı romanından uyarlanan filmlerin üçüncü sürümüdür. Karlı kayaklı Uludağ manzaraları bizi 1984 yılına götürüyor. Cafe Beceren, telesiyej, kayak alanları vs. görüntülendiği filmin büyük bölümü için mekân olarak Uludağ seçilmiş. Zümrüt (Ahu Tuğba) bir uyuşturucu çetesinin kuryesi. Teslimat için Uludağ’a geliyor. Burada geçirdiği bir kayak kazasında Doktor Ekrem (Burçin Oraloğlu) ile kesişiyor yolları. Ekrem ise bir dağ kulübesinde yalnız tatil yapıyor. Erotizm ağırlıklı olan bir film… “Sokaktan Gelen Kadın” (1984). Bir hayat kadınının aşk öyküsü. Gemlik Doğumlu Mahmut Cevher filmde Banu Alkan’la başrol oynuyor. Uludağ karlı manzaraları oldukça uzun sahnelerde görülüyor. Filmin yönetmeni Orhan Aksoy.


“Herşeyim Sensin” (1985). Yeşilçam filmlerinde Bursa’ya ayrılan sahneler konular benzemekte. Filmin başkarakterleri balayı ya da tatil geçirmek için gelirler, yine kısa bir Bursa turuyla tekrar İstanbul’a dönerler. Çoğunlukla soğuk ve kar manzarasının yerini İstanbul’daki Boğaziçi ve deniz manzaraları alır. Bu film de aynı örneklerden birisi. Filmin yönetmeni Ümit Efekan, oyuncular Ferdi Tayfur ve Necla Nazır. Yapımcı Selim Soydan. Uludağ manzaraları; kayakçılar, oteller bölgesi ve karlı sahneleriyle dikkat çekmektedir.


“Sekreter” (1985). Zengin erkek fakir kız konulu Yeşilçam klasiği. Film Uludağ sahneleriyle başlıyor. Otel ve şömine ateşindeki klasik gitar dinletisi ve dansla sürüyor. Genel olarak kış mevsiminde sisli ve buzlu olan Uludağ yolu bu filmde de karlı. Uludağ iki kısım verilmiş. Birinci Uludağ macerası İstanbul dönüşüyle otobüste geçen sahnelerle sona eriyor. İlerleyen sahnelerde Uludağ’a tekrar dönülüyor. Âşıklar arasında buzlar da erimiş; zengin kötü babanın ayırdığı âşıklar zengin iyi patron araya girince tekrar kavuşuyor. Yazıcı ve Beceren otel görüntüleri ile Uludağ’da başlayıp Uludağ’da mutlu sonla biten bir film. Filmin yönetmeni Temel Gürsu. Oyuncular Hülya Avşar ve Tolga Savacı.


“Ada” (1988), Peride Celal’in bir uzun öyküsünden uyarlanmış. “Bir Hanımefendi’nin Ölümü” adlı öykü kitabındaki iki uzun öyküden biri. Peride Celal, başta aşk romanları kaleme alırken 1950’lerden sonra gerçekçilik çizgisinde bireyin iç sorunlarına eğilen öykü ve romanlara yönelmiştir. Ada, böyle bir dönemin ürünü ve 1981’de basılmıştır. Selim İleri “Peride Celal’i ‘Ada’yı okuduktan sonra tanıdım.” demiştir. (Radikal Kitap, 21 Haziran 2013)


Ada, Yaşanıp bitmiş bir aşkı sorguluyor. Yönetmen Süreyya Duru, filmin son sahnelerini bitirmek üzereyken ne yazık ki bir kalp krizi sonucu yaşamını yitirmiş filmi kızı Dilek Duru tamamlamıştı. Uludağ çok az, Beceren Otel, kayak yapanlar, kış manzaralarıyla görünür. Türkan Şoray’ın artık kendi kanunlarına son verdiği filmlerden birisidir. Film görüntü kalitesine rağmen Bursa için belgelik değer taşımıyor (Çoğunluğu Burgazada’da çekilmiş) Bu filme de Bursa’da hatta Uludağ’da çekilen bir film demek zordur.


Toplam 222 filmde rol alan Türkan Şoray, dünyanın “en çok film çeviren” kadın oyuncusudur. Rutkay Aziz, “Benim ilk filmim ‘Ada’da Türkan Hanım’dan adeta ders aldım; set disiplini nedir, sette ilişki nasıl korunmalı, gibi konularda çok şey öğrendim. İşe olan tutku ve saygı yoksa kolay kolay ayakta durulmaz bu işte. Yapısında değişime açık yanlar, oyunculuğunda yeni boyutları beraberinde getiriyor. İki filmde de birbirimize yardımcı olarak, sırt vererek, uyumlu bir çalışma yaptık.” demişti. (Türkan Şoray, Sinemam ve Ben, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Baskı, 2017, s. 377)


Bursa’da çekilen filmler başka bir yazı konusu. Uludağ’ın Bursa’yla birlikte çekildiği filmlere gelirsek…

“Kadın Severse” (1955). Mahmut Esat Bozkurt’un aynı adlı romanından üç film uyarlanmış. Bu aşk ve melodram türü filmlerin ilki 1955’te siyah beyaz çekimli olarak Uludağ ve daha sonra bursa manzarası ile dikkat çekmektedir. 1955 yılının Bursa’sı küçük bir kasaba görünümünde dağ ve ova birbirine karışmış Uludağ yolu şose, yemyeşil ve arada büyüklü küçüklü Bursa evleri . Filmin başındaki dağ sahnesi kar fırtınası stüdyoda çekilmiş, romanda geçen dağ sahneleri için filmde Uludağ mekân olarak kullanılıyor. Romanın daha sonraki uyarlamalarında da Uludağ yer almış. Filmin başrol oyuncuları Muzaffer Tema, Gülistan Güzey ve Leyla Altın.


“Mavi Boncuk” (1958). Bursa siyah beyazda olsa oldukça geniş açılardan yansıtılıyor. Bursa ovası, Uludağ ve etekleri, Atatürk Heykeli ve Meydan, Çelikpalas Oteli, Yeşil Türbe, Reşat Oyal Kültür Parkı, Süleyman Çelebi Türbesi. Yeşil Türbe ve Süleyman Çelebi hakkında da ayrıntılı bilgi verilir seyirciye. Yönetmen Esat Özgül, oyuncular Peri Han, Hüseyin Peyda ve Ekrem Bora.


“Öldüren Bahar” (1962). Süha Doğan’ın çektiği siyah beyaz filmin sonlarına doğru Bursa ve Uludağ manzaraları da var; Uludağ Büyük Otel’den sahneler ve Bakacak Tepesi’den çekilen Bursa panoramasında Bursa ovasının peyzajı siyah beyaz da olsa Uludağ’ın yemyeşil doğasıyla bütünleşmiş o zamanki yeşil haliyle görülüyor. Başrollerde Göksel Arsoy, Leyla Sayar ve Turgut Özatay oynamış.


“Beyaz Güvercin” (1963). Siyah beyaz çekilen filmde dağ sahneleri var. Zengin babasının, iyileşmesi için tuttuğu gençlerden birine âşık olan hasta bir kızın öyküsü. Filmin yönetmeni Nejat Saydam. Uludağ’daki sahnelerin oyuncuları ise Filiz Akın, Göksel Arsoy ve Reha Yurdakul.

“İstanbul Kaldırımları” (1964). Metin Erksan’ın yönettiği, Heykelönü Teleferik’ten görüntülerin sergilendiği siyah beyaz filmde Zeki Müren ile Belgin Doruk başrollerde…


“Kadın Severse” (1968). Esat Mahmut Karakurt’un (1939) aynı isimli romanının ilk uyarlaması 1955’te siyah beyaz olarak çekilmişti. Ülkü Erakalın’ın renkli çekilen ikincisinde de filmin başındaki karlı Uludağ sahneleri dışında Teleferik yanı sıra Yeşil Türbe’deki ilginç sahneyle dikkat çekmektedir. Filmin başrol oyuncuları Türkan Şoray, Ekrem Bora ve Mine Mutlu.


“Karlı Dağdaki Ateş” (1969). Refik Halit Karay’ın aynı isimli romanından (1956) sinemaya uyarlanan senaryosunu Safa Önal’ın yazıp yönettiği filmin başrol oyuncuları Filiz Akın, Ayhan Işık ve Önder Somer. Uludağ ve Heykel Meydanı sahneleri ile dikkat çekiyor.

“Kalbimin Efendisi” (1970). Uludağ görüntüleri kar manzaraları Beceren (Teleski) Otel umum görünüşü ve teleferik yolculuğuyla; Hülya Koçyiğit, Ediz Hun, ve Münir Özkul’la başlıyor film. Daha sonraki Ediz Hun’un Zeynep Tedü ile karşılaşıp ayaküstü konuştuğu sahne ise Setbaşı Köprüsü’nde çekilmiş. Arka fonda önce şimdiki şehir kütüphanesinin bulunduğu eski belediye nikâh dairesi görünüyor, uzaktan görünen ise Yeşil Camii’dir. Filmin yönetmeni Ertem Eğilmez.


“Seks Fırtınası” (1971). TV lerin yayına başlamasıyla ilginin azaldığı 1970’lerde Türk sinemasında İtalya sinemasından etkilenerek seks furyası başladı. Nazmi Özer‘in filmi bu dönemin ilk örneklerinden biri. Siyah beyaz filmin Bursa sahnelerinde de Mine Mutlu, Sami Tunç, Aynur Aydan ve Piraye Uzun oynamış Bursa Heykel ve teleferik yolculuğu görüntülenmiş.


“Çile” (1972), Dinsel temalı, renkli ve restorasyonlu filmde gözalıcı dağ manzaraları var. Yönetmeni Yücel Çakmaklı. Filmin son bölümleri ve finaline ilişkin çekimler Yeşil Camii’de başlayıp Uludağ’da geçiyor karlı manzaralarda sadece bir dağ köyü ile bir dağ evi görünüyor. Filmin başrol oyuncuları Türkan Şoray ve Ediz Hun. 2010’da bazı Hollywood yapımlarında yönetmenlik yapan Polonyalı yönetmen Andrzej Bartkowiak da "Karanlık Hesaplaşma" isimli sinema filminin hazırlıkları kapsamında Uludağ'a gelmiş fakat film çekilmemişti. Aynı yıl içinde ABD`de, Los Angeles Belediyesi ve Trust For Public Land adlı kuruluş etrafında birleşen bir çevreci grup, dünyaca ünlü “Hollywood” yazısının üzerinde tepkilerini dile getirmiştir. Ünlü sembolün üzerine, yazının olduğu bitişikteki tepeyi yapılaşmadan kurtarmak ve bölgede lüks konutlar inşa etmeyi planlayan şirketi engellemek için “Save the Peak” (Dağı Kurtarın) yazısı geçirmişti.


Pera kitabında ilhan Berk Yeşilçam’a Türk sinemasının Hollwood’luğunu yakıştırmıştı. Sinema açısından Uludağ elbette bir Hollywood değil. Fakat tarih boyunca da çeşitli uygarlık ve kavimlere yurt olmuş doğal güzellikleriyle her türlü canlıya ev sahipliği yapan yönüyle de uluslar arası değer taşıyor.

Sinema, dizi ve reklam filmlerinde de set olarak kullanılan Uludağ’ı kar ve kış merkezi olarak tanınmasından öteye doğal ve tarihsel özellikleriyle de tanıtmak gerekiyor. Her film geçmişten geleceğe bırakılan bir belge değeri taşıyor.

*


*

*

76 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/701
bottom of page