top of page
Sevcan AKINCI

TAŞRADA YAZAR OLMAK

Güncelleme tarihi: 5 Oca 2022


Benim coğrafyamda ufuklar da yakındır, enginler de… Hayal kurmanıza izin vermez. Burası taşradır, akşam erken iner, erken büyür uykular, erkeninden uyanır, yavaş yaşar ve doğduğunuz koşullardan daha öte bir statüye kolayına eremeden ölürsünüz. Salt siz değil çoğu kez yedi kuşak sülâle… Atası Osmanlı beyliğinde nalbant olup hala nalbant olan çok insan vardır. Bu kural elbet ender de olsa geçmez, yörenin yavaş işleyen saatine ve ihtiyaçlarına göre bir ticarî işe soyunup başaran da çıkar, ender olarak. Onların da çoğu kısa sürede büyük şehirlerden birine kapağı atar. Bu yönüyle baktığınızda herhâlde artık taşralı da sayılmazlar.


Burada bir şey olmak mı, hele sanatçı olmak… Güldürmeyin…


Çoktandır kendim yazıp kendim okuyordum. Sonunda bir çalışmamla, bir yere(?) başvurmuştum. Hakkımda bir bilgileri yoktu, kadın olarak başvurmama rağmen, yazılarımı da okuyunca, erkek olduğumu takma adla yazdığımı düşünmüşler. Özellikle aşkı tanımlama konusunda bakış açım erkeksiymiş, neyse…


Nasıl olduysa beni görüşmeye çağırdılar. Kolay olmayacaktı gitmem, izin, masraf… ama tesadüf aynı gün farklı saatte hipodromda yarışmalarımız vardı, iyi denk geldi, masraftan kurtuldum diye düşündüm, gittim. Bir otele yerleştim.


Gece otel odasında uyuyamadım, heyecandan değil. Garip bir bayanla odamı paylaşmak zorunda kaldım, yalnız kalacak yer bulamamıştım, olan yerler de keseme uymamıştı, başa gelen çekilir dedim, artık...


Kadının yanında bir torba bira vardı. İçiyor, bitince kutuyu kıvırıp karşımızdaki aynaya atıyor ve durmaksızın, ''Ah Ömer, yaktın beni…'' diye inliyordu. Halimi anlıyorsunuz, dehşet içinde izliyordum. İlerleyen saatlerde, cinsel hayatının her türlü boyutuna kadar uzandı. Anlatmakla yetinmiyordu. Soru sorup cevap bekliyordu, yanıt alamadığında sık sık, uyuma, diyerek ikazda bulunuyordu.


Hava aydınlandı ve o hala anlatıyordu. O kadar kötüydüm ki bunalımı atlatmaya çalışana oda arkadaşım, bu Allah'ın bana verdiği en büyük ceza gibi gelmişti. Belli ki Allah hem yarış hem öykülerim hakkında iyi düşünmüyordu.


Banyoda, aynadan yansıyan kırmızı bir fonda yeşil ve baygın bakışlarımdan ürktüm.


Yetmiyormuş gibi hipodroma vardığımda ansızın bir yağmur indirdi. Kötü bir gün geçiriyordum.


Üzerimdeki avcı tipi kalın kaban, kaba saba pantolon, asker botu ve siyah bir bereyle ilerleyen saatlerde ben, acemi bir heykeltıraş elinden çıkmış bir esere benzedim: Çamur deryasında yuvarlanmış bir ayıcık.


O halimle otele gittiğimde, görüşmeme, yarım saatten az bir zaman kalmıştı. Eyvah, nasıl yapacaktım? Güçlükle randevu aldığım yayın evine geç kalmak herhalde hiç şık olmayaçaktı, ama bu halde de gidemezdim ya. Yetişebilmek umuduyla resepsiyondan eşyalarımın hala durduğu odanın anahtarını istediğimde, ''Geç kaldınız, eşyanızı alsanız iyi olur, odayı sattık, ” yanıtını aldım. Rica ettim, on dakika, üstümü değişsem... yok, kabul etmediler. Çaresiz o halimle bir taksiye atladım ve gösterişli bir binaya gittim.


Yanıma katılan bir görevliyle uzun koridoru adımladım. Girdiğimiz bir kapının ardında, kocaman bir salonda bir sürü şık giyimli bay ve bayan vardı. Açık büfeden bir şeyler atıştırırken kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Beni o salona götüren görevli hakkımdaki her şeyi öğrenebilmek için bir tek silâhını çıkarmadığı kalmıştı, ama kimlik bilgilerim ben olduğumu doğruluyordu. Gene de gönülsüzce beni içeri bırakıp gitti.


Salona girdiğimde, bir anda herkesin bakışları bana döndü. Nerdeyse fısıltı sayılabilecek bana çok çirkin gelen bir sesle: ''O yazıları yazan benim, hipodromdan geliyorum da...” dedim.


Duydular herhâlde. Beni inceleyen bakışları hiç unutamam; bir hüsran, bir alay, bir küçümseme... Çok havalı bir hanım efendi: ''Bu mu? Onları yazamaz...'' dedi.


Hiç hoşlanmadım, bu topuklu ayakkabılarıyla ancak benim boyuma gelen, saçları zaten takma ve botokslu yüzü berbat kadından. Ağzımı açıp , “Sen de kimsin? Haddine mi? Sana dokunmaktan tiksinirim, neme lâzım, her an bir yanın patlar, sonra bir de estetik masrafını istersin…” diyecektim ya bereket bu buluşmayı düzenleyen bey, müdahale etti: “ O benim yazarım. Tavsiyem onu kızdırmayın, dili çok sivridir.” dedi.


Bir bey bana soru yöneltti, herhalde halimi de görüp: ''Hanım efendi, bu gün ilimizde hava durumu ne?”


''Siyasi havalarla aynı ve sizin havanızı da dikkate alacak olursak, parçalandı bulutlarım...” diye cevapladım… Beni davet eden bey koluma girip, uzaklaştırdı...


Bir ay sonra rövanşa gittiğimde, beni yine tanımadılar. Hem nasıl havalı durdum bir bilseniz, hepsine tepeden baktım, giydiğim topuklu ayakkabılarımla bir seksene ulaştırdığım boyum bunu kolaylıkla başarmama yetti.


Gene de yazar olamadan taşrama döndüm.


maviADA


SAYI:27


GÜZ 2012

*

Okumak için TIKLA

Etiketler:

27 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/706
bottom of page