top of page
Süleyman REİS

TARİHTE TRABZON

Güncelleme tarihi: 27 Eyl

 









ve

TRABZON İNSANI 


Süleyman REİS

 

 

-Doğru bildiğim yanlışlarımı düzelten İlyas Karagöz’ün anısına-

 

Tarihte ilk kez Trabzon adından ve Trabzon çevresinde yaşayan yerel kavimlerden söz eden Xenophon’dur. Xenophon Anabasis adlı eserinde Persler’in hizmetindeki on bin kişilik paralı Helen ordusunun ülkelerine gemilerle dönmek üzere Trabzon yakınlarında bir tepeye vardıklarını anlatır. Bölgede kaldıkları bir aylık süre içerisinde ve Ordu’ya kadar süren yolculukları esnasında tanıdıkları kavimlerin adlarını ve bu kavimlerin birçok özelliklerini ayrıntılı bir biçimde nakleder.                                                                                                                                     

-Trabzon Liman ve Çömlekçi. Arkada Boztepe/ 1900'lü yıllar -                               

Bu tarihi hadisenin gerçekleştiği M.Ö. 400 yılında Trabzon ve çevresinde yerleşmiş olan Kafkas kökenli bu kadim kavimler merkeze göre; doğuda Makronlar, güneyde Kohlar ve Diriller, batıda ise Tibarenler ve Mösinekler’dir. Daha doğuya ve batıya doğru diğerleri.. Bu topluluklar bölgeyi sömüren Asuriler, Persler, Fenikeliler ve özellikle de Bizans(Latin) ve Grekler’in kültürlerinden etkilenmişler; bunlar içerisinde yaşayan kültür olması nedeniyle, göreceli olarak, en fazla iz bırakanı Grek kültürü olmuştur.

 

-Yerel kıyafetli Trabzonlu bir genç. 1900'ler...

Tarihin vazgeçilmez bir kuralı vardır: Bir millet kendinden üstün olan bir millete komşu olursa o milletin dil, din ve gelenek - göreneklerini benimser. Bu bağlamda uygarlık seviyesi geri olan yerel kavimler, Anadolu’nun tamamında olduğu gibi Romalıların getirdiği Latin-Grek, yerel kültür senteziyle kaynaşma ve birleşme sonucu oluşan bir Anadolu hamurudur.
Bunlar İtalya’dan veya Yunanistan’dan getirilip bu sahalara birer fidan gibi dikilmiş değillerdir. Zaten imparatorluk demek, çeşitli millet ve devletleri belirli bir kültür etrafında birleştirip kaynaştırmak yoluyla hakimiyet altında tutan siyasi bir düzen demektir. Tarih boyunca bu hep böyle olmuştur; halk aynı halk, değişen yalnızca efendilerdir.     

Halklar egemenlerinin adlarıyla anılır, onların kültürleriyle ve gelenek-görenekleriyle yoğrulur, böylece imparatorluk toplumuna karışan unsurlar er ya da geç bu imparatorluk bünyesinde erir, kendi milliyetlerini unutup efendilerinin taklitçisi olurlar. Bu olgu bölgemizde de işlevini aynen yerine getirmiştir. Yazılı edebiyatları bulunmayan bu en eski yerel kavimler kimliklerini muhafaza edememişler ve böylece imparatorluk bünyesinde eriyip gitmişlerdir.   





 



  • Trabzon Ayasofya Kilisesi. Pontus İmparatorluğu zamanından günümüze kadar iyi durumda gelen ender yapılardandır. Ayasofya'nın Komnen sülalesinden Trabzon İmparatoru I. Manuil zamanında 1250-1260 arasında yapıldığı kabul edilir. Önceden kilisenin yerinde eski bir yapının varolduğu sanılmaktadır. Kimi kaynaklara göre ise 1204 öncesinde yapılmış, I. Manuil döneminde yenilenmiş bir yapıdır. Ayasofya, Sümela ve Boztepe'deki Kızlar manastırı gibi, 13. yüzyılda yeri kent dışında kalan bir manastıra bağlıydı. Ancak zamanla manastırın diğer ögeleri yok olmuş olmalı.-


Trabzon ve çevresinde, Helen kültürünün en etkili olduğu dönem Komnenler dönemidir. 1204 yılı Nisan ayında Bizans İmparatorunun oğlu olan Komnen soyundan gelen Alexi, Kumanlar’dan oluşturduğu ordu ile Trabzon’da babasının tahtını kurmuştur.


Trabzon’dan Terme’ye kadar olan sahil kesimi ve güneyde Kaldia (Gümüşhane) bölgesi yeni hükümdarlarına sorunsuz itaat etmişlerdir. Sinop’a kadar sahil halkının gösterdiği dayanışma ve bu orduya katılarak onlara yardımcı olmaları Pontus Krallığını tarihten silen Roma İmparatorluğuna beslenen düşmanlığın hafızalardan silinmeden nesilden nesile canlı tutulmuş olmasındandır. 

-Geçen yüzyıldan Ayasofya Kilisesi-

Komnenler 1204 yılından itibaren egemenlik alanlarını Batı Karadenize kadar uzatmışlar, ancak kısa süre sonra Selçuklular’ın 1214 yılında Sinop’u almaları sonucu Batı Karadeniz'i kaybetmişler, Çepniler’in Samsun’dan itibaren Vakfıkebir başlarına kadar bölgeyi istila etmeleri sonucunda da Vakfıkebir-Sürmene arasına sıkışmışlardır.


Komnen krallığının adı kısaca Trabzon Krallığıdır.


Komnenler hiçbir zaman imparatorluk olmamışlardır. İmparatorluk ifadesi krallarının Bizans imparatorluk soyundan geldikleri anlamında kullanılmıştır. Fatih Sultan Mehmet’in “Trabzon alınmadan Bizans’ın fethi tamamlanmış sayılmaz. “ sözü Komnen krallarının Bizans imparatorluk soyundan geldiklerini ve Bizans’ın devamı olduklarını bilmesindendir.

          



      

Komnenler Trabzon’a kalabalık bir saray erkanı ile yerleşmişlerdir. Bunlara, 1185 yılında İstanbul’da çıkan ayaklanmadan ve 1204 yılında İstanbul’u işgal eden Latinlerden  Kolkide’ye kaçan tüccarlar ve zenginler de katılmışlardır. Yönetimde etkin olma adına biri saray partisi, diğeri yerli partisi olmak üzere iki parti kurulmuş, aralarındaki rekabet sürüp gitmiştir. Ayrıca, saraya Makedonya’dan getirttikleri prenses, cariye, eğitmen gibi yabancı unsurlar burada kendi dillerini konuşmuşlar, kendi ülkelerindeki gibi giyinmişler, çocuklarına kendi yakınlarının adlarını vermişlerdir. Vaktiyle yönetim merkezlerine yüzlerce kilometre uzak olan serhat şehri Trabzon artık bir yönetim ve kültür merkezi olmuştur. Böylece saray ve çevresinden başlayan bu kültürel etkileşim merkezden dışa doğru aşamalı olarak yayılmıştır. Fetihten sonra da Türk kültürü aynı şekilde etkili olmuştur.

                   

Bir yandan da Hıristiyanlık inancını benimsemiş olan yerel halk, tıpkı Osmanlı’nın din dili Arapça, edebiyat dili Farsça ile Türkçe’yi birleştirip Osmanlı Türkçesi kullanması misali, din ve devlet dili Grekçe’yi kendi dilleriyle birleştirmek suretiyle Rumca denen bir dil konuşmuşlardır. Bunda, İncil dilini konuşmayan yanar, telkininin payı olduğu da muhakkaktır.

 


-Trabzon Kale. Şimdi altından tünel ve yol geçen Ganita ve çevresi. 1900' öncesi-

                  Bu dil kimilerince Grek egemenliğinin bir sonucu sanılmıştır. Oysa Trabzon Rumcası ya da Pontus Rumcası denen bu yerel dil Grekçenin bakiyesi değil, yöreye özgü bir dildir. A. A. Papadopulos’un 1958 ve 1961 yıllarında Atina’da yayınladığı Pontos Lehçesi adlı iki ciltlik eserinin önsözünde ifade edildiği gibi, Pontos Lehçesi Eski Grekçe(Arkaik Helence), Türkçe, Persçe, Arapça, Latince, Lazca ve en önemlisi de kökenleri belirsiz olan, muhtemelen yerel kavimlerden kalma, sözcüklerden oluşmuş bir lisandır.

                 

                  Bizim; Tevrat’ta geçen halklar tablosuna göre Nuh’un torunu ve Yafes’in oğlu olan Yavan’ın soyundan gelme anlamında Yunan dediklerimizi Latinler Grek, onlar da kendilerini efsanevi kahraman Hellias’ın soyundan gelme anlamında Helen olarak adlandırmışlardır.


  • Jeolojik olarak bir masayı andıran Trabzon'un antik devirde yapılan ilk surlarından da anlaşılacağı üzre çok geniş bir alanı kapsar. Günümüzde Ortahisar denilen mahalleyi çevreleyen batı cephesindeki surlar.

 

                  Bölgemizde geçmişten günümüze kadar yaşayan halklar içerisinde nüfus açısından en zayıf olanların Grekler olduğu bilinmelidir. Daha çok deniz kenarlarında vergi karşılığında kolonize ettikleri ve yöneticileri yerel olan kimi yerleşimlerde milattan önceki dönemlerde ticari beklentilerle, kolonilerinin önlerine pazarlar kurmak suretiyle tüccar-gemici olarak faaliyet göstermişlerdir. Kereste, hayvan postları, bakır gibi madenler ile kenevir ve benzeri bölgenin doğal ürünlerini Ege denizine nakletmekle uğraşmışlardır.


Grekler buraları bir vatan olarak değil, daha çok bir koloni olarak görmüşlerdir. Koloniler ticari amaçlı kuruluşlar olup, ancak yerel yönetimin izniyle vergi vererek kurulabilir.
Hiçbir tarihi kaynakta Grekler’in bölgeyi işgal, istila, iskan ve ilhak ettiklerine, bölgede hakimiyet veya devlet kurduklarına dair tek bir kelimeye dahi rastlanmamıştır.

                 

                  Bölge Makedonyalı Büyük İskender’in doğu seferinden önce Persler’in 19. Satraplığı idi. İskender doğu seferi esnasında Sinop’a geldiğinde 19. satraplık anlaşma yolu ile İskender'in hakimiyetini kabul etmiş, İskender’in ordusu bu bölgeye hiç girmemiştir. İskender’in ölümünden sonra Mitradet hanedanına mensup Pers asilzadesi ktides (vali) tarafından Kapodokya’nın bir bölümünü de içerisine alan bu 19. satraplıkta başkenti Amasya, daha sonra Sinop olan Pontos Krallığı kurulmuştur(M.Ö. 298).

              


-Yaylaya çıkan Çepniler-

                  Pontos sözü coğrafi bir deyimdir. Vaktiyle Karadeniz’in tamamını ifade ederken zamanla Sinop’tan Karadeniz’in doğusundaki kıvrımın ortalarına kadar olan bir bölgeyi ifade eden bir kavram haline gelmiştir. Pontos sözü Grekçe değildir. Grekler buna Euksienos sözünü eklemişler ve Pontos Eukseinos ifadesini kullanmışlardır. Eukseinos sözü misafirperver anlamına gelir. Yörenin zor ve haşin karakterini tanımlamak için kullanılmış kinayeli bir ifadedir.

              

                  Bölgede, M.Ö 298 yılından itibaren Pontos Krallığı, M.Ö 63 yılından itibaren Roma,395 yılından itibaren Bizans, yani Doğu Roma, 1204 yılından itibaren Bizans hanedanına mensup Komnenler tarafından kurulan Trabzon Krallığı, 1461 yılından itibaren Osmanlı, 1923 yılından itibaren de Türkiye Cumhuriyeti yaklaşık 2500yıllık yönetim zincirini oluşturan egemenlerdir. Görüleceği üzere, bölgede Grek hakimiyeti yoktur.

                 

                  Yerel halkın kimliğine gelince; egemenleri sıkça değişen, ancak kendileri pek değişmeyen, sadece egemenlerinin adlarıyla anılan yerel halkın kimliğine dikkatlice bakıldığında, beşeri anlamda oldukça alaca bir yapısının olduğu hemen fark edilir. Trabzon çevresinde ilçeden ilçeye, hatta köyden köye değişen şive bu çeşitliliğin bir göstergesidir.

                 

                  Tarihi süreçte adları daha önce verilmiş olan yerel kavimlerin arasına yerleşip kalan veya yerleşip bir süre kaldıktan sonra ardıllar bırakarak göçen birçok kavmin olduğunu yine tarihten öğreniyoruz.

                 

              Bölgeye yerleşip bir süre kaldıktan sonra ardıllar bırakarak göçen kavimlerden en eskisi Plasglar’dır. Alman tarihçi Falmerayer’in efsanevi ve kurucu kavim diye adlandırdığı ve hayranlıkla izlediği Plasgları’ın Trabzon bölgesine Kafkaslar üzerinden gelip yerleştiklerini, M.Ö 2000 li yıllarda Trabzon şehrini kurduklarını, sonra burada ardıllar bırakarak batıya göçtüklerini, Balkan yarımadasına ve İtalyada Po ovasına yerleştiklerini anlatır. Balkan Yarımadası’nın  Plasgia olarak anıldığını, Mora’da  Trabzon adında bir şehir kurduklarını, İtalya’da tarım, ticaret, medeniyet ve teşkilatlanma alanlarında ileri uyarlamalar yaptıklarını ve Etrüsk Medeniyetinin de kurucusu olduklarını ifade eder. Falmerayer’e göre Roma Medeniyeti Etrüsk Medeniyetinin bir taklidinden ibarettir.

                 

           Etrüsk olarak da tanıdığımız Plasglar burada kendilerini "Irkların Beyi" anlamına gelen RASENNA olarak adlandırmışlardır. Kelimenin sonundaki -NA eki tanrılarının adıdır ve aidiyet ifade eder. Bu –NA takısı önemsenen isimlerle birlikte kullanılmıştır. Bölgemizdeki Zigana, Dirona, Holomana, Şana, Verana, Simona gibi yer adları muhtemelen Plasglardan kalma hatıralardır.

                 

                  Bölgemizde ardıllar bırakarak Karadeniz’in kuzeyine göçmüş olan bir diğer kavim Hıristiyan Gagauzlar’dır. Gagauzlar’ın edebiyatları mevcuttur ve kültürleri ile bölgemiz kültürü arasında şaşırtıcı benzerlikler vardır.

Manileri;

Kar yağayi yağayi

Yanbolu deresine

E kız kurban olayım

Memenin tepesine;

şiveleri; D yerine T, C yerine Ç, G yerine K sessizlerinin kullanılması, evin temeline horoz kesilmesi, ölünün üzerine demir parçası koyulması, kalandar gecelerindeki goncolasluk uygulaması gibi birçok gelenekleri yöremiz gelenekleri ile bire bir örtüşmektedir.

                 

                  Trabzon’a ve Trabzon çevresine Gürcüler vasıtası ile yerleşen ve yerleşip kalan, sayıları on binlerle ifade edilen bir kavim de Ortodoks Hıristiyanlığı benimsemiş olan Kumanlar’dır. Kumanlar, beyaz tenli kumral-sarışın, mavi gözlü, mütenasip yapılı, ata iyi binen, iyi savaşan insanlar olarak tanımlanırlar.

                 

                  Ruslar’a yenilen Kumanlar kız alıp verme nedeniyle akrabalık bağı oluşturdukları Gürcüler’e sığınmışlardır. 1100' yıllarda iki dalga halinde yüz binlerce Kuman Gürcistan’a gelmiştir. Şaman olan Kumanlar burada Hıristiyanlığa meyletmişler, ünlü papazların toplu vaftizleri sonucu Ortodoks Hıristiyanlığı benimsemişlerdir. Gürcüler bunlardan on beş bin kişilik muhafız birliği oluşturmuş, kırkar bin kişilik süvari birlikleri kurmuşlar, bu birlikler sayesinde Selçuklular’a üstünlük sağlamışlar, sınırlarını ve egemenlik alanlarını oldukça genişletmişlerdir.

                 

                  Bin yüzlü yılların sonlarına doğru, Gürcü Kraliçesi Tamara, İstanbul’daki ayaklanmadan ağırlıklarıyla birlikte kaçırdığı Bizans tahtının varisleri olan yeğenleri Aleksi ve Davit’i, Latinler’in İstanbul’u işgal etmelerini takiben, Kumanlar’la birlikte yine bir Bizans şehri olan Trabzon’da bir krallık kurmaya memur etmiştir. Komnen hanedanından gelen Aleksi ve Davit kardeşlerin 1204 yılında Trabzon’da bir krallık kurmalarını takiben Gürcüler bu göçmen Kumanlar’ı batı sınırını Selçuklular’a karşı güçlendirme düşüncesiyle bölgede iskan etmiştir. Böylece, 1200’lü yıllarda Trabzon ve çevresine çok sayıda Ortodoks Hıristiyanlığı benimsemiş Kuman yerleşmiştir.

   Kuman dilini içeren ve yabancılar tarafından (yüz yıllık bir sürede) Latin harfleri ile 14. yy. da yazılmış olan Codex Comanicus adlı bir eser mevcuttur. Bu eserden öğrendiğimiz kadarı ile Kumanlar’ın da yumuşak seslileri sert sesli biçiminde ve ü yerine u seslisini kullandıkları, kimi sözcükleri de bugün yöremizdeki biçimiyle ifade ettikleri anlaşılmaktadır.

 

Yılan yerine ilan, ırmak yerine yırmak, ekmek yerine etmek, mıh yerine muh, öldü yerine eldi, ötmek yerine etmek, balık yerine baluk, bardak yerine bardag, ayı yerine ayu, abi yerine aga...  kullanmaları gibi birçok söz yerel söylemleri ile benzeşmektedir.

  

Yerleşip kalan kavimlerden sayıca fazla olan bir diğer kavim Çepniler’dir. Yerleştiklerinde Müslüman olmaları nedeniyle tereddüt konusu olmamışlardır.

  

Daha az sayıda olmak üzere Trabzon ve çevresine yerleşip kalan ve tarihlerde adları geçen diğer unsurlar; Kimmer, İskit, Uz(Oğuz), Moğol, Acem, Hun, Hazar, Ermeni; Bizans’a batıdan rahatsızlık verdikleri için, bir kısmı, serhat şehri olan Trabzon’da zorunlu iskan ettirilen Peçenek, Bulgar ve Avarlardır.

 

Fetihten sonra (1461) ise ilk olarak Samsun ve Samsun dolaylarından beşer kişiden oluşmuş 258 Müslüman hane Trabzon merkezinde zorunlu iskana tabi tutulmuştur. Bu iskan Trabzon’un Türklüğünün değil, İslamiyete geçişinin başlangıcıdır. Türklüğü ise çok daha derinlerde aranmalıdır.

 

               Yüzlerce yıl bir arada yaşaya yaşaya, karışa kaynaşa müşterek bir hamur oluşturan bunca halk, milliyet kavramı bilinmediğinden olsa gerek, inançlarına göre ya Hıristiyan ya da Müslüman olarak tasnif edilmişlerdir. Zaten bir sorunumuz da Hıristiyan, Müslüman ve Türk kavramlarından ne anladığımızla alakalıdır.

 

Dini tercihlerin insanların milliyetlerini değiştirmeyeceği gerçeği göz ardı edilmiş, bu anlayışla Türk eşit Müslüman sanılmış, Müslüman olmayan Türk, Türk kabul edilmemiştir. Bu yanılgıyla bölgemizde yaşayan ve bunca kavimden oluşan insanlardan İslamiyeti kabul edenler Türk sayılmış, aynı insanlar Hıritiyan iken Rum diye adlandırılmış ve dahası, Rum’un bir kavim adı olmadığını bilmeden Rum ifadesinden Grek anlamı çıkarılmıştır.

              

Gerçekte ise Grek ayrı bir anlam, Rum ayrı bir anlam taşımaktadır. Rum sözcüğünün siyasi ve dini yönleri vardır. Siyasi yönü;  Anadolu’yu işgallerinde bulunduran Romalıları ifade etmek için Müslüman Araplar tarafından Anadolu’ya verilen addır. İnanç ya da dini yönden Rum sözcüğünün anlamı, Osmanlı millet düzeninde Fener Ortodoks Patrikhanesine bağlı, Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebinden olan cemaatin adıdır.

              

  Yani, Rum demek etnik bir birlikteliği değil, dini bir birlikteliği ifade eder. Rum cemaatinin içerisinde her türlü etnik gruplar olduğu gibi bir hayli de Hıristiyan Türk vardır.

              

      Anadolu yüzyıllarca Romalıların egemenliğinde kalmıştır, çevremizde gördüğümüz çoğu tarihi yapı da onlardan kalmadır. Eskiler o nedenle Anadolu'ya "Diyar ı Rum" demiştir. Mevlana'nın tam adı neydi? Mevlana Celalettin Rumi değil mi?

Karadeniz bölgesinde Grek/Helen unsuru olmamasına rağmen Rum sözcüğünden GREK anlamı çıkarmak, sadece cahillik değil, yörede asırlardır bir arada yaşayan unsurların ve özellikle de Hıristiyan Türklerin anısına saygısızlıktır.                                                      

 


 

KAYNAK : 1-  Karagöz İ. Trabzon Yer Adları ,  Algı Yayınları, Ankara  2004
                 
                        2-  Karagöz İ.  Tarihi Süreçte Trabzon Halkları, Derya Yayınları,Trabzon1998
 

 

                                                                                                         

                                                                                                          24 Temmuz 2013

*

 ÇOK OKUNANLAR: Yayınlandığının 6. gününde 152 toPlam ziyaretçi , 10 beğeni , 2 yorumla oldu.

SUPER POSTA: Yayınlanışının üzerinden 10 gün geçmeden 100+1 ziyaretçi aldı.

167 görüntüleme2 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

2 Comments


Çok emek verilerek, araştırılarak yazılmış bu yazıyı okuduğumda sadece Trabzon'un değil, İstanbul'dan Batı Karadeniz'e, oradan Kafkasya'ya uzanan bir coğrafyanın tarihi, kültürü, insanı ve dili hakkında çok değerli bilgiler edindim.


Özellikle "Yüzlerce yıl bir arada yaşaya yaşaya, karışa kaynaşa müşterek bir hamur oluşturan bunca halk, milliyet kavramı bilinmediğinden olsa gerek, inançlarına göre ya Hıristiyan ya da Müslüman olarak tasnif edilmişlerdir. Zaten bir sorunumuz da Hıristiyan, Müslüman ve Türk kavramlarından ne anladığımızla alakalıdır.


Dini tercihlerin insanların milliyetlerini değiştirmeyeceği gerçeği göz ardı edilmiş, bu anlayışla Türk eşit Müslüman sanılmış, Müslüman olmayan Türk, Türk kabul edilmemiştir. Bu yanılgıyla bölgemizde yaşayan ve bunca kavimden oluşan insanlardan İslamiyeti kabul edenler Türk sayılmış, aynı insanlar Hıristiyan ise Rum diye adlandırılmıştır..." cümlelerindeki gibi günümüzde de hala toplumun ayrıştırılmaya…


Like

Sen Yaz
Sen Yaz
Sep 21

Merhaba Süleyman Reis!


maviADA'ya hoş geldiniz!


Yazdıklarınız sadece doğru ve güzel değil, çok da yerinde. Eminim okuyanlarda "Karadeniz, Rum, Pontus..." gibi kavramlar farklı etkiler yaratacak . 6-7 Eylül olaylarını vatan savunması gören bir neslin çok bilmiş evlatları olarak en azından çoğumuzun ezberi şaşacak,

Aşağıdaki satırlara baksanıza...


"Anadolu yüzyıllarca Romalıların egemenliğinde kalmıştır, çevremizde gördüğümüz çoğu tarihi yapı da onlardan kalmadır. Eskiler o nedenle Anadolu'ya "Diyar ı Rum" demiştir. Mevlana'nın tam adı neydi? Mevlana Celalettin Rumi değil mi?


Karadeniz bölgesinde Grek/Helen unsuru olmamasına rağmen Rum sözcüğünden GREK anlamı çıkarmak, sadece cahillik değil, yörede asırlardır bir arada yaşayan unsurların ve özellikle de Hıristiyan Türklerin anısına saygısızlıktır.  "      


Bu söylem üzerine bir sorum olacak Sevgili REİS.


Kıbrıs'ta zulmedenler Greklerdi, yani Helenler, Anadolu'yu işgal etmeye kalkan,…


Edited
Like
1/706
bottom of page