top of page
1/2

TAPUCU SEFER BEY

Niyazi UYAR

*

Sefer bey, üç yılını doldurmuştu, Erciş’te. İki yıldır tayin istemiş bir türlü çıkmamıştı tayini. Bunalmış, bunaldıkça, bulandıkça sıkıntısını büyütmüştü içinde. Yatağa yattı mı gözünü tavanda bir noktaya diker saatlerce aynı yere bakar dururdu. Karısı:

“Uyu artık, kendin uyumadığın gibi beni de delirttin Sefer,” deyip sitem eder.

“Ne yapayım hayatım uyuyamıyorum, bilerek mi yapıyorum; böyle deyip de ne olur bir de sen üzme beni!”


“Çıkmazsa çıkmasın hayatım, ne var yani, kovuyorlar mı bizi buradan; bu kadar takma kafana canım, hadi uyu!”

“Tamam hayatım!”


Böyle böyle kaç gece geçmiş, uyunun en dinamik saatini uykusuz geçirdiği için dinlenemez, hep yorgun, hep yorgun kakar yataktan. Bir evin oğlu Sefer, annesiyle her derdini paylaşır, hatta o kadar paylaşırdı ki eşiyle tartışmalarından bile söz ederdi annesine.


“Bırak gel oğul, aç mezarı mı var dünyada, biz ne yiyorsak, siz de onunla olup gidersiniz. Benim biricik oğlumun aklını kaybetmesine dayanamam. Yarın, karınla beraber otobüse binip çıkın gelin, eşya meşya istemem; bırak gel onları da.

“Tamam ana dedi, Sefer bu hafta geliyorum, Hatice gelmezse gelmesin ben geliyorum!”

“Aman oğlum o nasıl bir şey öyle, kadın kısmı, kocası ne derse onu yapar, Hatça’da seninle beraber gelmeli!”

“Neyse ana, kendi bilir, o gelmezse ben geliyorum!”

“Sakın ha, karını da bekliyoz, ona göre bir başına sıytarıp gelme; tamam mı?”

“Tamam ana, tamam!”


Hatice’yi ikna etmek kolay olmadı, emek vermiş, bazı ailelerin kız çocuklarının okutulmasını doğru bulmayan komşularına inat babasını da razı ederek, üniversite okumuş İngilizce öğretmeni olmuştu Hatice. Sefer tarih bölümünü btirmiş, formasyon alarak öğretmen olmuştur. Hatice eğitim fakültesi İngilizce öğretmenliğinden mezundur.


İstifa eden Sefer’le Hatice, bir ay hiçbir şey düşünmeden, hiçbir şey arayıp sormadan her nereye gidilecekse birlikte gitmişler, her alınacaksa almaya birlikte gitmişler. Bir ayın sonunda Hatice evde oturmuş, Sefer derneklere, düşüncesine en yakın olan partiye üye olarak siyasi çalışmalara başlamıştır. Birlikten kuvvet doğar, örgütlü güç yenilmez güçtür,” inancının hayat bulması için mücadele eder. İki yıl büyük bir özveri ile bütün etkinliklerin içinde yer alır. Yer alır almasına da particiliğin, dernekçiliğin ona göre olmadığını fark ederek uzaklaşır siyasetten!


Bir yakınından tapu müdürlüğüne memur alacağını öğrenince hiç vakit kaybetmeden müracaat eder. Sınav on beş gün sonradır. Bir iki çalışır, yeterli olacağına inanır çalışmasının. Kendine zekâsına, bilgisine güvenmektedir çünkü. Sınav sorularının zorlanmadan çözer, derece ile kazanır. Sınavı derece kazandığı için, isteği tapu dairesine tayini yapılır.

Yirmi beş yıl aynı tapu dairesinde dürüstçe çalışır, emekliği gelince bir gün beklemez, emekli dilekçesini kurum müdürüne teslim eder. Çok bunalmıştır. Bir başına kaldığı günler, “alıp başımı çekip gideceğim buralardan, gittiğim yeri de kimseye söylemeyeceğim,” der kendi kendine. Bunu söylerken de yanında belinde kimseler var mı diye de önüne arkasını iyi bir kontrol eder.


Sefer çok sevdiği anasını, babasını 45 gün arayla üç yıl önce kaybetmiştir. Hatice’nin soğuk, dominant kişiliği kendinden soğutmuştur onu. Yorgun argın eve gelir, yıllardan beri bir kez bile hoş geldin deyip gülümsememiştir. Her daim, asık bir yüz, tartışmaya hazır bir vaziyet! Evde yatakta iki yabancı. Okumuş yazmış insanlar oldukları için bağıra çağıra kavga edip tartışmazlar; fakat onların gerilimleri için için büyüdükçe büyümüştür, İkisi de öfkelerini, nefretlerini içlerine atmış, adeta patlamaya hazır birer volkan olmuştur.

Emekli ikramiyesi ve mevcut birikimleriyle bir ev alalı çok zaman da olmamıştır daha. Çoluk çocukları da olmadığından Sefer’in emekli aylığı yetip artmaktadır, yine de mutsuzdur ikisi de... Sefer kimseyle paylaşamadığı düşüncesini hayata geçirecektir. Hatice’nin evde olmadığı bir saatte alacaklarını alır, mutfak masasının üstüne üç emekli maaşı kadar parayı bırakarak, küçük bir not kağıdına da,


“Gidiyorum, beni arama geri dönmeyeceğim! Mutlu olamadık, hayatı zehir ettik birbirimize, senin için de benim içinde günler işkence altında geçiyordu sanki. Her şeyin için yine de teşekkür ederim, ben hakkımı helal ediyorum, kal sağlıcakla. Beni arama, arasan bile bulamazsın ne polise ne jandarmaya hiçbir yere gitme; kesinlikle geri dönmeyeceğim… “

Sefer”

O günden sonra kimse Tapucu Sefer’in nereye gittiğine dair en küçük bir bilgi kırıntısına sahip olamadı Hatice Hanım, kimseye bir şey demedi, soranlara da bilmiyorum dedi.


İlçenin en uzak, dağ köylerinden birine tapu memurluğu günlerinde tanıştığı Deli Esat’ın köydeki boş evini bakım karşılığı kiralamıştır Tapucu Sefer. Eski evin eksiğini gediğini bir güzel tamir ettirerek, yaşamaya başlamıştır bu köy evinde.


Tapucu Sefer, köy hayatına çabuk uyum sağlamış, köyde sabah sporuna bile başlamıştır. Her gün aynı saatte kalkar, spor kıyafetlerini giyer, boyuna astığı müzik kutusundaki ezgileri dinleyerek dağ taş dolaşır. Tapucu Sefer öyle bir dolaşır, öyle bir dolaşır, sıcağa soğuğa aldırmadan o dağ senin, bu dağ benim boyuna dolaşır.


Tapucu,” kulaklarım dinlensin,” diye müzik kutusunu kapatıp ağaçlarla, çiçeklerle, ağaca konan, gökte uçan kuşlarla da konuşur. Der ki:

“Bu yaşın sahibi oldum, hiç yalan söylemedim, yöneticilere yalakalık yapıp kişiliğimden ödün vermedim. On kez, yirmi kez sulu dereye götürüp susuz getireceğim uydur kaydır, gaydırı gubbak adamlar makam ve memuriyet sahibi olurken, ben düz bir memur olarak emekli oldum!”


Eğitim enstitüsündeki ideal öğretmeninin on kez yirmi kez okuduğu Tevfik Fikret’in dizesini hayat düsturu yapmıştır.


“Hak bildiğin yolda, yalnız bile olsan yürüyeceksin!”


Çok etkilenmiştir Sabit Öğretmeninden, o kadar etkilenmiş, o kadar çok etkilenmiştir ki, ilk gözlüğü de onun gözlüğü gibi, siyah atkılı, kolormatik camlıdır…

Tapucu Sefer, her gün aynı şeyleri, aynı cümleleri kullana kullana Bozdağ’ın ağacı, çiçeği, börtü çiçeği ezberlemiştir. Her daim hep aynı şeyleri konuşur, hep aynı şeyleri konuştuğunun farkındadır Tapucu; fakat kontrol edemez kendini, içindeki bir başka ben, gem vurulmaz azgın bir at gibidir adeta.


“Ben gençliğimde der, Tapucu Sefer, günlerce sorgusuz sualsiz nezarethanede kaldım ne arayanım ne soranım oldu. Hele birinci şubede dernekten Avukat Ağabeyim Ahmet’im, beşinci kattan atılması yok mu, o gözlerimin önünde cereyan etti, ah, ah kahrolun; nefretlerinizde, kinlerinizde boğulun,” diye aklına geldikçe, beddua eder!


Bozdağ’ın karla kaplı zirvesi bu yıl karın çok yağması vesilesiyle kayakçıların bağırış çağırışlarına, coşkularına ev sahipliği yapar. Kaç yıldır bu köyde yaşamaktadır, fakat bir sefer bile kayak merkezine gidip kayak bayramının coşkusuna iştirak etmemiştir. O, Bozdağ’ın ağacına, çiçeğine, börtü böceğine, özlemini, yaşadıklarını, anlattıkça anlatır. Kime anlatacaktır, onu anlayacak, ağaçtan, börtü böcekten başka birileri yoktur ki.


Tapucu, sabah kalkar kalkmaz midesine bir iki lokma bir şey girsin diye bir meyve yer, zirvenin karla kaplı alanına kadar yürürken, aşağıda dağın eteğindeki horst ve grabenlere dikkat kesilir. Yakın zamanda oluştuğu her haliyle belli olan olan horst ve grabenler, aynen bir testere ağzına benzemektedir, yer altından çıkan kükürtlü sıcak suyun kokusu, toprak kokusuna karışmış, başını döndürmektedir. Aşağıdaki testere ağızlı coğrafya korkutmaktadır, bunun bir deprem sonucu meydana geldiğini düşünmüştür hep kendince ve yakın zamanda meydana gelen, Körfez depremi, Van depremi deprem korkusunu hep aklında tutmasına sebep olmuştur.


Tapucu Sefer, evinden çıktı mı, kıvrık kuyruklu, koca kafalı, kara gözlü ak bir köpek her gün karşıcı çıkar yoluna. Onunla dost olmuşlardır, birlikte Bozdağ’a tırmanırlar. Tapucu azık torbasına “Sevcan” adını verdiği bu köpek için de bir şeyler koyardı muhakkak.

Sevcan dost canlısı, insan canlısı bir köpektir. Tapucu’ya yaltaklanacağı zaman gelir, ayaklarına sürtünür, başını sağa sola sallayarak, ayaklarının üstünde sıcak bir zemine basmış gibi zıplardı. Sonra arka ayaklarının üstüne dikilir, Tapucu’nun yüzünü, gözünü yalardı. Sevcan yanında oldu mu, Tapucu’ya acayip bir güven gelir, hiçbir şeyden korkmaz, yedi düvele meydan okuyabilecek bir güç bulurdu kendinde.

Tapucu dağa taşa yürüdükçe beş on yaş gençleşmiş hissederdi kendini. Ağaçlara, çiçeklere, börtü böceğe konuşan Tapucu, o huyundan vazgeçmiştir Sevcan sayesinde. Yüreğine bir sevgi çöreklenince, Sevcan’ın başını ellerinin arasına alıp okşardı. Sonra bir güzel sarılır, börtü böceğe, ağaçlara, çiçeklere anlattıklarını artık ona anlatmaya başlamıştır.


“Sevcan ya dedi, Tapucu, kaç gündür bitmez tükenmez bir öksürük esir aldı beni. Öksürdükçe göğsüm ağrıyor, hele bir öksürük nöbeti tutarsa, göğüs kafesim yırtılacakmış gibi oluyor. Söyle Sevcan’ım ne olmuş olabilir, he kötü bir şey olabilir mi? Bak Sevcan’ım bu korku, bir karamsarlık dehlizine içine atıverdi, ölmek istemiyorum, yaşamak istiyorum; bak hayat seninle, doğayla ne güzel oldu. Kronik bronşitim nüksetmiş olabilir mi, ne bileyim, Covit 19 aşısına karşı olmam nedeniyle Corona mı oldum acaba ya da… İnşallah o değildir, o değildir değil mi Sevcan’ım, hadi o değildir de o değildir de ne diye konuşmuyorsun, hadi konuş! Hadi Sevcan’ım bir kelimecik bir şey söyle, hadi o değildir de hadi o değildir de… Eğer öyle ise bu hasarlı ciğerlerim dayanamaz buna!”


Günler, haftalar geçmiş, Tapucu Sefer Bey’in geçmeyen öksürüğü onu iyiden iyiye panikletmiş, bu böyle olmaz deyip hakikatle yüzleşmek için göğüs doktoruna gider: Test, tahlil derken…


Bir perşembe günü ak ipliğin, kara iplikten ayrılamadığı saatlerde Tapucu Sefer Bey, o beyaz atlardan birine binerek çekip gider, bir çok gidenin olup gelenin olmadığı diyarlara…

Etiketler:

48 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


1/682
bottom of page