top of page
Zeki SARIHAN

IĞDIR

Sürmeli Çukurunda Üç Sıcak Gün

*


Sürekli okumayla gözler yorulunca ve sürekli yazmakla parmaklar acımaya başlayınca birkaç gün ara verip bir yurt köşesine kapağı atmakta sayısız yarar vardır. Okumak, gezmek ve merak etmek öğrenmenin en iyi yoludur.

Iğdır’a gitmeye karar verdim.

58 yıl sonra yeniden Ağrı eteklerindeyim. Ağrı ne büyümüş ne küçülmüş. Ĺök gibi yerine oturmuş bıraktığım gibi duruyor. (Iğdır 5 Haziran 2024)


NEDEN IĞDIR?

Bunun nedeni, orada bir okul arkadaşımın bulunması.

Şimdi 100 bin nüfusa ulaşan Iğdır ilçe merkezini henüz 15 bin nüfuslu iken 1966’da görmüştüm gerçi, ama aklımda çevresi sıradağlarla çevrili geniş bir ovanın, başına buzdan bir taç geçirmiş heybetli Ağrı Dağı eteklerinde bulunduğundan başka aklımda bir şey kalmamış. Iğdır’ı sanki ilk kez görecektim. Yıllar önce okunmuş bir kitabı yeniden okuma isteği gibi bir şey. Buranın eski adı Sürmeli Çukuru olarak geçiyor. Ovada bu adı taşıyan bir köy de var.


1966’da Fatsa Yassıtaş Köyü İlkokulu öğretmeniydim. Fatma ablamız, Iğdır’ın Küllük köyünde hükümet ebesi idi. Onu yalnız bırakmamak için annem, ben, ağabeyim ve Ayhan yanına giderdik. Sıra bene gelmiş olmalıydı ki, yaz tatilinde Fatsa’dan yola çıktım. Artvin üzerinden Kars’a ulaştım. Iğdır’a giden otobüs, Küllük köyünün yanından geçiyordu. Fatma ablayla bir hafta on gün kaldım. O da yıllık iznini aldı. Doğu ve Güneydoğu Anadolu gazisine çıktık idi.

58 YIL SONRA KÜLLÜK’TE

Bu kez, yeniden Iğdır’a gidince Küllük köyüne uğramak yerinde olurdu. İstanbul’da oturmakta olan Fatma ablaya Küllük’te selam göndereceği kişiler olup olmadığını sordum. Dört ad not ettirdi. Kendisi de ayrıldıktan çok sonra Küllük’e giderek eski anılarını canlandırmıştı.


-Zeki SARIHAN, sağ yanında okul arkadaşı Akay AKTAŞ ve Öteki Konuksever Iğdırlılar-


Gazi Eğitim’den 1970’te birlikte mezun olduğumuz sınıf arkadaşım Akay Aktaş, oğlu Asal’la beni 5 Haziran öğle üzeri Iğdır Havaalanı’ndan alınca zaten çok yakın olan Küllük’e uğradık. Muhtarlık binasının karşısındaki bir ağacın dibindeki açık hava kahvehanesinde oturan 5-6 kişiye selam vererek yanlarına oturduk. Ziyaret nedenimi anlattım ve Fatma ablanın adını verdiği kişilere selamlarını ilettim. Onu tanıyanlar vardı. Tanımayanlar adını biliyorlardı. Büyüklerinden duymuşlardı. Fatsalı Fatma Ebe, çok çalışkan ve devrimci biriydi.


Caferi mezhebine bağlı Azerilerin inanç ve ibadet biçimlerinden konuştuk. Köylüler tarım ürünleri yetiştirtiyor, hayvan besliyorlardı. Kahvede rastladıklarımız emekli imişler. Seçimlerde AKLP kazanıyormuş.


Havaalanı ile Iğdır’ın arası 19 km. Şehre girişte sizi iki leylek heykeli karşılıyor. Anlaşılan burası leyleklerin göç yolları üzerinde. Böyle ılıman bir iklimi bulunan yerde kim biraz eğlenmek istemez?49 köy, 3 ilçe ve 3 beldeden oluşan, 1992’de il hâline getirilen Iğdır (eski Sürmeli) topraklarının başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmemiş. “Güzellik başa bela” sözünün anlattığı gibi, güzel kızların taliplisi nasıl çoksa, Iğdır için de tarih boyunca çok kan dökülmüş. Bir Azeri türküsünde “elden ele gezirem” denmesine benzer biçimde Iğdır elden ele gezmiş. Burada egemenlik kurmuş millet veya devletlerin Vikipedi’den yalnız adlarını sıralayalım: Hurriler, Mitanniler, Hititler, Asurlular, Kimmerler, Medler, Persler, Sümerliler, Subailer, Urartular, Romalılar, Sakalar, Sasaniler, Bizanslılar, Araplar, Abbasiler, Selçuklular, Moğollar, Karakoyunlular, Akkoyunlular, Safeviler, Osmanlılar, Revan Hanlığı, Rus Çarlığı… Güzel Sürmeli Iğdır adıyla en son Türkiye Cumhuriyeti’nin elinde kalmış.


KÜLTÜRLERİN KIRILMA HATTINDA

Iğdır, kültürel ve coğrafi kırılma hattı üzerinde bulunmanın sebep olduğu etkileri taşıyor. Kuzeyde Ermenistan’la arasında sınırı Aras oluşturuyor. Ovanın bitiminde Ağrı Dağı, onun öte yanında İran var. 1828 ile 1917 arasında 89 yıl Rus Çarlığının egemenliği döneminde buraya Ermeni göçü teşvik edilmiş. 1890’larda Çarlığın yaptırdığı nüfus sayımında halkın ezici çoğunluğu Ermeni imiş. Bugün Iğdır’da tek bir Ermeni yok! Bunun nedeni, 1917’de çarlığın devrilmesinden sonra bölgede yaşanan gelişmeler. 1917’de, herkes kendi başlının çaresine bakarken Iğdır’da 10 kişiden oluşan bir karma hükümet kurulmuş. Bunların beşi Ermeni, beşi Türk’müş. 1918’de Şimdi şehir merkezine 5-6 km. mesafede bulunan Melekli beldesinde Iğdır Millî Cumhuriyeti kurulmuş. Bugünkü Türkiye toprakları üzerinde kurulan ilk cumhuriyet. 17 Ocak 1919’da Güney Kafkas Cumhuriyeti’nin bir parçası. Ancak O yıl Iğdır çok sert vuruşmalar yaşamış. Ermeni ve Türk kaynakları, kendilerine yapılan zulüm ve kıyımla dopdolu. Kâzım Karabekir’in komutanı olduğu Doğu Ordusu ve yerel birlikler buradan Ermenileri çıkararak 14 Kasım 1920’de Türkiye toprağına bağlamışlar. Bu tarih Iğdır’da kurtuluş günü olarak kutlanıyor. 1995’te Iğdır’da “Tarihi Gerçekler ve Ermeniler” konulu bir sempozyum düzenlenmiş ve onun bildirisi Melekli’de dikilen “Soykırım Anıtı’nda yer alıyor.



Anıtın tabanındaki odalarda Kâzım Karabekir’e önemle yer veriliyor. Birkaç mezar kazısından çıkarılmış kemikler ve Ermenilerin saldırılarına tanık olmuş bazı kişilerin anıları sergileniyor. Türkiye devleti anıtta sergilenen bildirilerde “Asıl soykırımcı Ermenilerdir” diyor ama halkların barış içinde yaşamasını istediği mesajını da veriyor. Ne var ki, halklara çekilen acılar kalmış. Şimdi ovaya suyuyla bereket dağıtan ve elinden başka bir şey gelmeyen Aras’ın halkların çektikleri karşısında göz yaşları sel olmuş, akmaya devam ediyor…Iğdır’da günümüzde iki kültür ve iki mezhebe mensup insanlar yaşıyor. Kürtler ve Azeriler. Kürtler Şafi, Azeriler ise Şia’nın Caferi kolundan. Şehirde Nuh Nebi Camii’nde Şafiler, bir Ermeni kilisesi yıkılarak yerine yapılan Ulu Cami’de Caferiler ibadet ediyor. Bunların namaz kılma biçimlerinde farklılık varmış. Caferiler, Kur’anın da emrettiği gibi, beş vakit değil, üç vakit namaz kılıyorlar. Sabah, öğle, akşam, ancak bu üç vakitte bütün farzları eda ediyorlarmış. Sünnetleri kılmıyorlar.

Milliyet ve mezhep ayrılığı siyasete de yansımış. Azeriler MHP ve AKP’yi, Kürtler ise tahmin edileceği gibi DEM Partiyi tutuyorlar. 31 Mart yerel seçimlerinde belediyeyi M. Nuri Güneş yüzde 46.69 oyla kazanmış. MHP’nin de desteklediği AKP’li Ülkü Öcal’ın oyu 42.22. İYİ Partili Gündüz Güneş 4.43 oy almış. CHP’nin ise nerdeyse esamisi okunmuyor. (Yüzde 2.88) Son genel seçimlerde çıkan iki milletvekilinde biri DEM’den, diğeri AKP’den. DEM’den seçilen Yılmaz Hun, sınıf öğretmeni. Eğitim-Sen Iğdır il temsilciliği ve KESK Üst Kurul temsilciliği yapmış. KHK ile meslekten atılmış. Iğdırlılar onu Meclise göndererek yapılan haksızlığı onarmak istemişler. AKP milletvekili Cantürk Alagöz ise Kimya Mühendisi. Keyman İlaç Şirketi ve bir holdingin sahibi. Iğdır Sporun da başkanı. Çok zengin olduğu anlatılıyor. Iğdır ulaştığım gün, Iğdır Spor Sivas’ta oynanan maçta Trabzon Sporu yenerek birinci lige çıkmış. Cantürk’ün 30’dan çok otobüs tutarak taraftarları Sivas’a götürdüğünü anlattılar. Şehirde akşam kutlama şenlikleri hazırlıklarına tanık oldum. (9 Haziran 2024)



IĞDIR BELEDİYESİNDE


-1. Iğdır Belediye Başkanı M. Nuri Güneş’le-


6 Haziran günü, sıcak basmadan doğrudan Belediyeye gittim. Başkan M. Nuri Güneş’le görüşmek istediğimi söyledim.  Az sonra gelecek dediler.  Nitekim birkaç dakika sonra asansöre onunla birlikte binerek bir emrivaki yaptım.  Odasına buyur etti. Ben daha söze başlamadan ellerinde imzalanacak evrakla sekreterleri odasına girip çıkmaya başladılar. Bir ara bulup kendimi tanıttım. Hakkâri Belediye Başkanının görevden alınıp tutuklanmasını hatırlatarak kendisini güvende hissedip hissetmediğini sordum. “Hazırlıklıyız” dedi. Ismarladığı kahveyi içerken bana ayıracak 15 dakikasının bulunup bulunmadığını sordum. 10 dakika sonra toplantıya girmek zorunda olduğunu söyledi. Birlikte bir fotoğraf aldırma isteğimi geri çevirmedi. Bir kartını istedim. Henüz bastırmaya vakit bulamamış! Belediyede Iğdır’ı tanıtan bir kitapçık da yokmuş! Güneş, 2009’da da başkan seçilmiş ancak bu başkanlığı bir yıl sürebilmiş. Partisinin genel merkezinde çalışmış. Hapis yatma “vazifesi”ni de yerine getirmiş! HEP, DEP, ÖZDEP, HADEP, DEHAP gibi birçok (!)  partide görev almış Güneş, DTP’nin de kurucularından.


GÜLTEN AKIN VE FERİYE TEYRAN

Iğdır’da aydınlar arasında bir kopukluk var. Sora soruştura Iğdır’da Eğitim-Sen’in Parlar Caddesindeki adresine ulaştım.  Gittiğimde saat 18’e geliyordu. Çalışma saati bitiğinden olacak sendika kapalıydı. Bir not ve telefon numaramı kapıya bıraktım. Tanıdığın tanıdığı biriyle başkanının telefonuna ulaştık. Ayhan Alpaslan akşam beni kaldığım Uygulama Oteli’nde ziyaret edeceğini söyledi. Geldi, Caddenin öbür tarafındaki Komşu Çayevinin önünde oturduk. Kendisi bir ay önce başkanlığı bırakmış. Yeni başkana telefon etti. O ve bir arkadaşı çok geçmeden geldiler. Çaylar birbirini izlerken Iğdır’daki siyasi ve sosyal hayat hakkında görüşmeye başladık. Eğitim-Sen burada eğitim çalışanları sendikası içinde üçüncü sıradaymış. Birinci “Hükümet Sendikası” olarak bilinen Eğitim Bir-Sen, İkinciye ise Türk Eğitim-Sen geliyormuş. Arkadaşlarımın üçü de Kürt. Tartışmamızın ana konusu, Tük-Kürt sorunu. Ben ülkeyi kurtaracak olanın sosyalizm olduğunu ve Türk ve Kürt emekçilerinin bunun için güçlerini birleştirmeleri gerektiğini anlatmaya çalışıyorum, Kürt meslektaşlarım Kürtlerin geçmişte ve hâlen haklarının nasıl yok sayıldığını anlatıyorlar. Devrimci Türklere de güvenmiyorlar. Kurtuluş Savaşı yıllarında Kürtlere verilen sözlerin nasıl tutulmadığını bildiğim için kendilerini anlayışla karşılıyorum. İçlerinden biri “Bir baba, evlatları arasında ayırım yaparsa sonucu ne olur?” sorusuna bilinen yanıtı veriyorum: “Evden kaçar!” Selahattin Demirtaş’ın görüşlerine değer verdiğimi anlatıyorum.

Sohbet sırasında Gülten Akın’ın adı geçtiğinde hiçbirinin bu adı duymamış olmasını yadırgıyorum. Bunu söylediğimde “Sen Ahmedi Hani adını duydun mu?” sorusuyla karşılaşıyorum. “Mem u Zin Leyla ile Mecnun’a kaynaklık etmiştir.” Ahmedi Hani’yi ve onun ünlü yapıtı Memu Zin’i duyduğumu söylüyorum. Nitekim çarşıda gezerken küçük bir anıt görmüştüm. Dört tarafının her birinin üzerine bir Kürt edebiyatçısının adı ve bunların eserlerinden bir cümle kazınmıştı. Bunlar Ahmedi Hani, Musa Anter, Fegiye Teyran (Bu adla ilk orda karşılaştım), Mehmet Uzun idiler.  “Sen Fegiye Teyran’ı duydun mu?” deselerdi, bu konuda bilgisizliğim ortaya çıkacaktı. Onlara şunu da eklemeden edemedim: “Toplumun en ezilen kesimin temsilcileri, en çok araştıran, bilen insanları da olmak zorundadır. 68 Kuşağının elinden bu nedenle kitap düşmezdi.” Bu tartışma azınlık milliyetlerinin çoğunluğu oluşturan milletin tarihi, dili ve sanatını tanımadan dişe dokunur bir politika üğretip üretemeyeceği konusuyla da ilgili sayılır. Çarlık Rusya’sının azınlık milliyetindeki aydınlar herhalde Puşkin’i, Tolstoy’u tanımadan bir Azerî, Gürcü veya Kazan Türk edebiyatı oluşturamazlardı. Gene de onlara karşı anlayışlı olmalıydım. Lenin’in öğüdüne uyarak hâkim milletin aydınları öncelikle kendi milliyetçilerini eleştirmeliydiler.  




-Zeki SARIHAN, IĞDIR Kürt Edebiyatı Anıtında-


Yeni başkan, Iğdır’ı tanıyabilmem için bir yakını olan Aşiret Boran Şen’in hazırlayıp 2012’de İl Kültür Müdürlüğü tarafından basılan “Geçmişten Günümüze Iğdır Halk Kültürü” kitabını verdi. Ayhan, ertesi gün dersi bittikten ve çocuklarını okuldan aldıktan sonra 13.30’da arabasıyla gelip beni alacağını ve Iğdır’ı tanımak için bir program yapacağımızı söyledi. (Ama ertesi gün , telefonla özür diledi, başka bir işi çıkmış.)


TUZLUCA’DA

Iğdır’a vardığım gün, eşimin parti çalışmalarından tanıdığı ve “iyi bir insan” olarak tanıttığı CHP eski il başkanı İlhan Zor’u aradım. Adını verdiği pastanede buluştuk. İkramda bulundu. Akşam yemeğine davet ettiyse de kabul etmedim. Burada, kimseyi masrafa sokmamaya kararlıydım. Ona bir kitabımı imzaladım. “Memleket meseleleri”ni görüştük. Ertesi gün de Nuh Nebi Camii’nin avlusundaki açık çayhanede buluştuk.

CHP il Merkezine gittim, kapalıydı! Meğer başkanı geçici bir süre çıkmış. Bıraktığım not üzerine aradılar. Yeniden gittiğimde merkezde üç kişi oturuyordu. Merkez İlçe başkanlığını ziyaretimde ise Tuzluca’yı görme isteğim söz konusu olunca başkan Asker Bostancı, Tuzluca ilçe başkanına telefon etti ve orada beklendiğim söyledi. Minibüsler, 40 km.lik asfalt yolu yarım saatte alıyor. Beni CHP ilçe merkezinde ilçe başkanı Süleyman Ulutaş bekliyordu.


-Süleyman ULUTAŞ'la Zeki SARIHAN Tuzluca Seyir Tepesinde-


Tuzluca denilince eski devrimcilerin aklına Kaymakam Mehmet Can’ın gelmemesi mümkün değil. Yaşar Kemal’in Teneke romanındaki kahraman kaymakam Çukurova ağalarını kızdırınca Tuzluca’ya sürülür. Cevat Fehmi Başkut da “Buzlar Çözülmeden” oyununda bu deli kaymakamın başına gelenleri anlatır. Süleyman Bey, babasından Mehmet Can’ı duymuş.

Önce bir taksiyle 1.5 km. ötedeki tuz mağarasına gidiyorum. Çankırı’da da böyle bir mağara gezmiştim. Buradaki mağaralar ışıklandırılmış, terapi merkezi haline getirilmiş. Galerilerin sonunda bir toplantı salonu bile yapılmış. Görevli genç, aynı zamanda jeoloji okuyormuş. Buranın 40 milyon yıl önce büyük bir yer hareketiyle oluştuğunu anlattı. Göl kurumuş, tuz kalmış, üzerine yeni çökeltiler ve sular birikmiş. Bunlar da kurumu ve tuz bırakmış, böylece tuz ve taşlaşmış çamurlardan üst üste tabakalar oluşmuş. Ben oradan çıktığımda Süleyman’la üniversitenin aşçılık bölümünü yeni bitirmiş  oğlu Ulaş arabayla geldiler. Ulaş yurt dışında iş bulmaya kararlı. Biraz aşağıda halen tuz çıkarılmakta olan galeriye arabayla girdik. İş makinalarını uzaktan ışığı görülüyor ve gürültüsü duyuluyor. Hititlilerin buradan tuz çıkardığı biliniyormuş. Şimdi çıkarılan tuzlar, karayolları tarafından yolların tuzlanmasında kullanılıyormuş.  Tuzluca’nın tuzları Türkiye’nin tuz ihtiyacını yüz yıl karşılayabilecek durumda olduğunu internet söylüyor.


-Zeki Sarıhan Tuz Mağrasında-


Seyir Tepesi’ne çıkarak Tuzluca’nın fotoğrafını aldık. Eski adı Kulp olan Tuzluca’nın merkez nüfusu on bin kadar ve yerleşimi çok dağınık. Aşağı kısımları eskiden Ermenilerin oturduğu yermiş. Yukarı kısımlarında modern evler var. Kasaba içinde otomobille şöyle bir tur attık. Önünde bir ineğin bağlı olduğu bir tezek yığının fotoğrafını aldım.





-Zeki SARIHAN, SARIHAN mobilya ile-

 

BEN SARIHAN”

Iğdır’ın ana caddelerden birinde gezerken “Sarıhan Mobilya” levhasını gördüm. İçeri dalıp selam verdim. Benim soyadımın da Sarıhan olduğunu söyledim, kendi soyadlarının nereden geldiğini sordum. 58 yıl önce de Malatya’da “Sarıhan Terzihanesi”ne rastlayınca dükkâna girip aynı girişkenlikte bulunmuş ve terzinin iyi kabulüyle karşılaşmış, bir çayını içmiştim. Mobilyacı Ramazan Sarıhan da beni ilgiyle karşıladı. Iğdır’da bu soyadını taşıyan akrabalarından 7-8 aile olduğunu, Doğu Beyazıt’ta da bir kolları olduğunu söyledi. Rastlantı bu ya Ramazan Bey, okuma tutkunu, şiir ve edebiyat meraklısı biri çıktı. Sohbet sırasında öğle yemeği yiyip yemediğimi sordu. Bu gezimde kimseyi masrafa sokmama kararıma rağmen bu ikramı reddedemezdim. O bir akraba sayılırdı. Beni Iğdır’ın seçkin lokantalarından birine götürdü. Birbirimizin telefonlarını alarak ayrılmadan önce ona bir kitabımı imzaladım. Her halde hiç okurumun olmadığı Iğdır’da böyle böyle birkaç okurum olacaktı!


TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİNDE

Levhası gözüme ilişince Türkiye İşçi Partisinin de kapısını çaldım. Başkan Yusuf Sığıngan ve bir arkadaşı içeride oturuyorlardı. Partinin varlığı hakkında bilgi aldım. Yüz kadar üyeleri varmış.  Iğdır’da kitapçının olmadığını, hepsinin kırtasiyeye bozduğunu söylemişlerdi. Yusuf Yoldaş’la, ertesi günü çarşıda buluştuk. Beni Story Kitabevi’ne götürdü. Burası kitap bakımından da gerçekten zengin bir yerdi. Dün de DR Kitabevini gezmiştik. O da oldukça zengin bir kitap çeşidine sahipti. Kültür hayatımız için sevindirici bir durum. Her iki kitabevinde de adımı internetten araştırdılar, satışta olan kitaplarımın adını öğrendiler ve bunları sipariş edeceklerini söylediler.


BİR BAHÇEDE ÇEŞİTLİ ÇİÇEKLER?

Geleceğim gün Uygulama Otelinin birinci kat balkonunda uçağa gitme zamanını doldururken orada sigara içmekte olan arkadaşla sohbet ettim. Otelin çalışanlarındanmış. Iğdır’ın köylüklerinden. Köylerinde okul olmadığı için gittiği komşu köy okulunu, yollarda kurt saldırısından çekindiği için yarım bırakmış. Aramızda şöyle bir sohbet oldu:

“Kaç kardeşsiniz?”

“On erkek kardeşiz.”

Kız kardeşin yok mu?”

“Yedi de kız kardeşim var.”

“Baban çok çalışmış, anan da çocuk fabrikası gibi maşallah!”

“Babam iki evliydi. Yedisi öteki kadından.”

“Kadınlar geçinebiliyorlar mıydı bari?”

“Çok iyi geçiniyorlardı. Bizim oralarda bütün işleri kadınlar görür. Yüzlerce koyun sağılacak. Bir kadın hepsiyle başa çıkamaz. Erkeğine ikinci bir eş almasını ister.”

“Kürt müsün Azeri mi?”

“Kürdüm.”

“Hangi partiye oy verdin?”

“AKP’ye.”

“Neden?”

“Çünkü beni bu parti işle aldı.”

“Alsın, senin başka bir partiye oy verdiğini nerden bilecekler?”

“Vicdanım var.”

“Azerilerle Kürtler anladığıma göre iyi geçiniyorlar.”

“Onlarla etle tırnak gibiyiz. Bir bahçede tek bir çiçek mi olsa daha iyidir, çeşitli çiçekler mi olsa daha iyidir?”


HAVAALANINDA SÜRPRİZ

6 Haziran Perşembe günü havaalanına giden minibüsten inen tek VİP yolcusu bendim. Üst katta bomboş bekleme odasına çıkardılar. Kahvemi getirdiler. Televizyon izlerken bir ara hava almak istedim. Koridora çıkınca açık havaya nerden çıkabileceğimi sordum. Karşılaştıklarımdan biri havaalanı müdürü Fikret Bağca imiş. Beni odasına davet etti. Yolcular arasında bir VİP yolcusunun olduğunu kendisine haber vermedikleri için de çalışanlarına çıkıştı. Ona aslında önemli biri olmadığımı ama eşimin eski milletvekili olması dolayısıyla VİP (Çok Önemli Kişi) sınıfından sayıldığımı söylemek zorunda kaldım. Bu arada önemli sayılmamakla birlikte yazı hayatım olduğunu da ekledim. Müdür öğretmenliğim ve yazarlığımla ilgilendi. Giyim ve konuşmamla eski öğretmenlere benzediğimi söyledi. Kendisi insanları sağ ve sol değil insan olarak değerlendirdiğini söyledi.

Bağca, Havaalanının açıldığı 2012’den beri burada müdür olduğunu söyledi. Havaalanının kurulduğu çorak toprağı nasıl yeşillendirdiğini anlattı. Bu “Butik” havaalanına günde Ankara’dan bir, İstanbul’dan üç-dört uçak inip kalkıyormuş. Güvenlikçisi, bahçe işlerine bakanlar da içinde olmak üzere dört yüz de çalışanı varmış!

Bağca’nın , bu candan sohbeti yetmiyormuş gibi, bana yapacağı iki sürpriz daha varmış. Duvara dayanmış tuz kitlesini Tuzluca’dan mı aldığını sordum. “Bunu size vereyim” diyerek tuz lambasını sağlamca bir paket yaptırdı, bir uçak maketini de çantama koydurdu. Iğdır Spor şapkasını ise futbolla hiç ilgilenmediğimi söyleyerek istemedim. Ankara’ya ulaşınca ben de ona bir kitabımı göndereceğime söz verdim. Beni, çıkış kapısına kadar yolcu etti.


Giderken olduğu gibi dönerken de güzel yurdumun karlı sıradağlarını, özellikle Ağrı’yı, pamuk yığınlarını andıran top top ak bulutlarını, bereketli tarlalarını, kıvrımlı yollarını ve birer kibrit kutusu gibi görünen evlerini, inişli çıkışlı yolları ve kıvrılarak akan derelerini bir buçuk saat gözlerimi ayırmadan izledim. (14 Haziran 2024)


36 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


1/706
bottom of page