top of page
Yazarın fotoğrafıNiyazi UYAR

SÜMBÜL HANIM

Güncelleme tarihi: 10 Eki












Niyazi UYAR

*


Son zil çalınca hemen boşalırdı okul, öğrencilerin çoğunluğu uzak yerlerden servisle gidip geldiğinden, binaların boşalması deprem tatbikatı gibidir.


A Blok öğretmen odasındaki dolabından kitaplarını, öğle yemeği için içinde bir şeyler getirdiği torbayı almış, altında karıncaları öldürme pahasına Ihlamurlu yoldan aracına doğru yürümekteydi. Onunla birlikte canı ağır birkaç arkadaşı vardı, görünürlerde.











Ihlamurlu yolun ıhlamurları, esintiyle salınınca çiçeklerinin kokuları, dört bir yanı, villalar mahallesini, ağaçlardaki börtü böceği, her bir şeyi kokuya boyar, sarhoş ederdi. O kokunun zerresi boşa gitmesin diye, her adımı dura düşüne atar, ağırdan da ağır yürürdü.


Bahçe duvarının yanına, yönüne dikilen delice servilerin davetsiz konukları yeşil tezginci papağanlar her gün aynı saatte ıhlamurlu yoldan yürüyen gönül adamına selama dururcasına bir nizam içinde ağaçların üstündedir... Diğer yanda kaba sesli, doğanın en akıllı kuşu karakargalar, çekirge gibi atlayıp zıplayan serçeler, cik cik ötüşürken, pat o dalda, çat bu dalda konup uçar.

Beline astığı 3110 Nokia telefonu Mozart melodisiyle çaldı.










“Alo!”

“Alo!”

"Bitti mi işin?”

“Bitti, bitti yavaş yavaş çıkıyorum!”

“Bir işin var mı, birine sözün var mı?”

“Var olmasına var da boş ver, bir söyleyeceğin varsa söyle!”

“Çok canım sıkılıyor, hadi bana gel bekliyorum!”

“Bu saatte mi?”

“Ne olmuş saate?”

“Hani diyorum da…”









“Ne diyorsun, gündüz vakti mi diyorsun?”

“He ya gündüz vakti!”

"Hadi hadi bekletme, çabuk ol; patlamak üzereyim!"

“Madem gel diyorsun, geleyim o zaman!”

“"Bekliyorum, bir şeyler almak için oyalanma!"

“Tamam, sen kapını açık et, apartman kapısının otomatına bas, megafondan da takip et!”

“Tamamdır, anlaştık!”

Zili çalmadan, hakikaten bir gölge gibi süzülüp girdi içeri. Apartman önünde, kapıda, mapıda kimseye tesadüf etmemesi de her şeyin yolunda gideceğinin işaretiydi.












Çıt çıkarmadan ne zile basmış ne elektrik düğmesine, “çıldırmadan böğürtlene ne girer,” bilmecesinin cevabı gibi süzülüp girer, Sümbül Hanım’ın Doğa Apartmanındaki aralık bıraktığı kapıdan.


“Hoş geldin Bülent, ne iyi ettin de geldin; gelmeseydin, sinirden, can sıkıntısından patlardım herhalde!”

“Gelmez miyim Sümbül, gecede gündüzde alo demen yeterli; iki elim kanda da olsa gelirim!”


Bülent de Sümbül de tam olarak boydak değildi. İkisinin de elini ayağını bağlayanlar vardı, var olmasına da vardı da hayat benim hayatım deyip devirmişlerdi semeri. Okumuş yazmış olmak, mürekkep yalamak cehaleti hiçbir devirde ortadan kaldırmadığı gibi cehalet onları bile esareti altına almıştı. Cehaletleri baskın karakter özellikleriyle birleşince, köprüde karşılaşan Ali Dayı'nın inatçı keçileri misali, odunum da odunum, benim odunum, demeleri huzurlu bir aile kurmalarına mani olmuştur.




Sümbül'ün uzundu boyu Bülent'ten, bir de topuklu giydi mi... Üstündeki ekosesi renginde boğulmuş dar eteği, var yok arası basenlerini sıktıkça sıkmaktadır, eteğin kısa yırtmacı açık kollu bir "v" harfi gibi olmuştur. Çok renkli çorapları her daim jartiyerlidir. Soğuk günlerin değişmez üst giysisi, çok renkli kazaklarıdır. Sümbül'ün bir sigara içişi vardır, deme gitsin, sigarayı içmez adeta somurur. Dumanın zerresi zebil ziyan olmasın diye öyle bir çeker, konuşurken parça parça geri gelir dumanlar ağzından. Yüzüne göre küçük gözleri vardır. Küçük gözler yuvasında telaşlı telaşlı oynayıp duruken, Sümbül'ün her daim tedirgin ruh halini ele verir. Kulaklarını açıkta bırakacak vaziyette kısa küt kesilmiş kına rengine boyanmış saçlarının ne kurutma, ne tarama ne de fön derdi vardır!

Onun giyimi kuşamı, saçı maçı her bir şeyi Sümbül Hanım'ın kişiliğinin aynasıdır.


Hoşbeş seremonisinde sımsıcak sarılırlar birbirlerine. Bülent yumuşak elleriyle Sümbül'ün elini, yüzünü okşarken, birden Sümbül'ün“of” sesiyle irkilir.

“Ne oldu ne oldu Sümbül?”

“Okulda... okulda yaramaz bir öğrenci pencereyi açık bırakmış, ben de açık olan pencereyi fark etmedim, başımı vurdum. Çok acıyor Bülent, çok; acı içime dökülüyor. Hemşire Nurten’den aldığım buzlar sayesinde acı birazcık köresedi. Buz muz koymasaydım, kim bilir ne kadar şişerdi?”  

“Özür dilerim bilmiyordum!”

“Aaaaa, sen özür diledin, ya sen hiç özür dilemezdin!”

"..."


Bülent özür dilemezdi hatalı davranışları için sadece kusura bakma derdi; o özür dilemek değilmiş gibi. Özür dilemek onun için, şahsiyetini kaybetmek gibi olurmuş, tuhaf işte! Bülent'in Kısa kısa bir yürümesi vardır. Öksürük müdür, bir akciğer rahatsızlığının sonucu mudur, koahın alameti midir, ne olduğu anlaşılamayan bir rahatsızlığı vardır. Tik haline gelen balgamlı yutkunması, insanın midesini bulandırır. Çabuk sinirlenen asabi bir tabiatı vardır Bülent'in. Eşi ile bir türlükeçileri ormanda bir arada yayılmamış sürekli kavga etmişler birbirleriyle. İşte buna sebep ayrı yaşamaktadırlar.

Bülent, yaz kış spor giyinen üstünde en iyi markalardan eşofman takımı vardır. Okulda ayrı, evde ayrı, çarşıda ayrı.; garip ama bayramlarda bile eşofmanlıdır o.


“Benim aşağılık kocam var ya Bülent?”

 “E ne olmuş ona?”

“O bir üniversite bile bitiremeyen boklu kadının oğlu Salim var ya Salim; o beni aldatıyormuş!”


Bülent içinden sesli sesli güler, lakin belli etmez. Der ki, "peki Sümbül ben ne arıyorum senin yanında, sen de onu aldatmış olmuyor musun?" Bu düşünceler Bülent’in kafasından gelip geçen düşüncelerdir, Sümbül'e söylemesinin imkanı var mıdır?

“Hadi ya der Bülent, gerçekten mi, vay şerefsiz demek seni aldatmış? Peki senin nasıl haberin oldu?”

“Benim her şeyden haberim olur, isterse sen de bir dene; bak ne oluyor. Ben senin nefes alışından bile haberim var, hey yavrum, hey!!”

“Neyi deneyecekmişim, boş ver böyle üst perdeden konuşmaları; hem beni kışkırtıp bir şeyi kafama koydurma!"

“Ne olur kafana koyarsan, söyle ne yaparsın?” 

“Hiç hiç, boş ver; beni dinden imandan çıkarmaya çalışıyorsun!"


Kıskançlık sendromu Sümbül'ü kendinden almış, gittikçe tahammül edilemez biri yapmıştır. Büfeci Salim’in uçup gittiği gibi, Resimci Bülent’i de uzaklaştırmak üzeredir. Büfeci Salim Alsancak Kıbrıs Şehitleri’nde büfe işletirken, üniversiteli bir kız öğrenciye, kol kanat gereyim derken, iyi kol kanat germiş(!) sonra da kaptırıvermiştir gönlünü, uzak diyarların kimi kimsesi olmayan yoksul ailenin kızı Gizem’e!


“Yalanın, aldatmanın azı çoğu olmaz diyen Kendirli Pehlivan, yalana başvurmayın, bir kez yalan söyledin mi, paçayı kurtaramaz, arkası gelir, yalancı biri olup çıkarsın; sakın ha,” derdi! Sümbül de Salim de yalanın küçüğü büyüğü, kırmızısı, pembesi derken kuyruklu yalanlar söylemişler birbirlerine.





























Salim, Ercişli bir ailenin çocuğudur. “Erkek değil mi canım, bir şey olmaz, yıkanınca su gelir, alır gider, sular neleri, neleri aklayıp paklamamıştır,” misali. Erciş’te erkeklerin doğru yanlış bütün davranışlarına hoş görü ile bakan ahali, kadınlar için acımasızdır.

Bir gün öğretmeni öğrencisi Sıddık'a sormuş,


“Sıddık kaç kardeşsiniz evladım?”

“On öğretmenim!”

“Maşallah, maşallah, kaçı kız, kaçı erkek evladım!”

Sıddık,

“On erkek kardeşiz öğretmenim!”

“Hiç kız kardeşin yok mu?”

“Var öğretmenim, biz onları sayıya almayız, kızlarla birlikte on beş!”

Öğretmenin ağzı açık kalmış, bir kelime daha bir şey soramamış. İşte öyledir, aynen Büyük Ustanın dediği gibi,

Soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelir, kadınların!

...


“Söyle Bülent ben bunu nasıl kabul ederim?”

“Kabul etmezsen ne gelir elinden Sümbül, ne yapabilirsin?”

“Ne mi yaparım, ne mi yaparım…”

"..."

“Sen de erkek değil misin, hepiniz aynısınız, sen de adam değilmişsin!”

“Çok ağır konuşuyorsun. İyi de ben ne derim, ben buna izin vermem mi diyem; söyle ne diyem?”

“Sen benim arkadaşımı aldatamazsın, buna izin vermem diyeceksin, yoksa bir daha yüzümü göremezsin!"

“Hasbin Allah, ne konuştuğunu bilmiyorsun Sümbül!”


Sümbül, Bülent’e hiç cevap vermediği gibi gözünü ormana çevirmiş, maki bitki örtülü arazide ara ara çıkmış kızılçamların esen rüzgarla salınan iğne yapraklarını sayar gibi.  

Salim’le Sümbül'ün ayrı yaşaması her şeyin bittiği anlamına gelmez. Salim'in Ercişli ailesi, Sümbül'ün her adımını bir gölge gibi takip etmeye başlamıştır. Sümbül, büyük şehirde büyümüş, ekonomik bağımsızlığı olan bir kadındır. Salim’e çok demişler,

"Kadın kısmı çalışmaz, o evinin işine bakar, çoluk çocuğuna göz kulak olur; gel vazgeç bu kadından!”


Suçüstü yapıp Salim’i bu kadından kurtarmaya kararlıdırlar. Sümbül'le ilgili laflar onların kulağına kadar gelmiştir, buna sebep bir gölge takip etmeye başlarlar Sümbül'ü.


Bülent’in Sümbül'ün evine girip çıkması, Ercişli aile için günahların en büyüğüdür. Ona ceza vermek, ibadettir!


Öfkeden deliye dönen Salim’in akrabaları Doğa apartmanı 13 numaralı dairenin önüne gelmiş, kapıyı “dan dan, dan…” vurmaya başlamıştır. Onlar kapıyı dan dan vururken, kapı merceğinden bakan Sümbül, öfkeli kalabalığı görür. Vaziyet vahimdir. Bunlar için bir insanı öldürmek bir tavuğu kesmekten farksızdır. Sümbül de öyle abur cubur bakla harmanı değildir hani. Bülent'i arka balkondan kimseler görmeden anında uçurmuştur.


Bülent, Evka 3 ormanlarında yitip gitmiştir onlar Sümbül'ün evine geldiğinde....

Etiketler:

29 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Kommentare


1/706
bottom of page