top of page
Yazarın fotoğrafıZeliha AYDOĞMUŞ

Sosyal Darwinizm: Nasıl Yani?



Önsöz olarak belirtmeliyim ki, oldukça ilkel, insanın, aynı zamanda toplumların, tüm fiziksel ve ruhsal özelliklerini, gereksinmelerini göz önüne almadan üretilmiş, ayrımcı olduğu kadar sakat yapıda bir düşünce. Güçten söz eden bir düşünce, güçlünün ayakta kaldığından...Oysa güçlüden söz açılan bir yerde, o güç algısının oluşmasına neden olan, günümüz şartları göz önünde bulundurulduğunda emek verip söz edilen gücü yapan, yaratan, ondan daha az güce sahip bireylere ihtiyaç vardır. Farklı bir bakış açısı daha getirecek olursak, bir insan her anlamda en fazla ne kadar güce sahip olabilir diye sormak yerinde olacak sanırım.


Ayrıca, böyle üst düzey bir güce sahip olan, insan ve toplumları en/ler diye nitelendirecek olursak, bu tip insan ve toplumlar dünyada azınlıktadır. Ve yineliyorum, o insan ve toplumların gücünü oluşturan, var kılan, daha zayıf olan insan ve toplumların varlığıdır. Belki de bu yüzdendir, İngilizlerin ve Amerikalıların yüzyılları aşan sömürgeciliği; çünkü onlar da söylediğimin farkında, güçlerini, ancak güçsüzlerin ortaya koyduğu emek ile elde ediyorlar. Yalnızca bu yüzden bile olsa, güçlülerin güçsüzleri yok etmesi ve hayatta yalnızca güçlülerin kalması kesinlikle olası değildir. Bilimsel ve teknolojik açıdan gerçekleşen gelişmeler neler getirir bilinmez ama, günümüz şartlarında ve bakış açısından baktığımda ortada olan durum bu.


Nasıl ki hiç bir insanı, tam anlamıyla iyi ya da kötü olarak nitelendiremeyiz. Aynı şekilde; başından sonuna hiçbir görüşün, hiçbir akımın, hiçbir düşüncenin, tüm hatlarıyla doğruluğunu ya da yanlışlığını kabul edemeyiz, etmemeliyiz. Sosyal Darwinizm konusundaki düşüncelerim de aynı yörüngede dolaşmakta. Bu yüzden de, günümüz dünyasında toplumların sosyal yapılanmasına bakıldığında, bu görüşün pek çok kusurlu yanının olduğunu söylemekten de geri duracak değilim. Bu görüşle ilgili düşüncelerimin açılımını yapmadan önce, Sosyal Darwinizm 'i ana hatlarıyla açıklamakta fayda var...Bu anlamda, Sosyal Darwinizm nedir, ne zaman ortaya atılmıştır, hangi düşünceye dayanır, öncüleri ve temel ilkeleri nelerdir gibi soruların yanıtı işimizi görecektir sanırım...


''Terim olarak ilk kez, 1879’da Oscar Scmidth tarafından kullanılan Sosyal Darwinizm, toplumun, en güçlü olanlarının ayakta kaldığı bir varoluş mücadelesine sahne olduğunu, toplumda, tıpkı doğada hüküm süren doğal ayıklanma gibi, güçsüzü toplum dışına iten ya da marjinalleştiren bir toplumsal ayıklanma sürecinin söz konusu olduğunu, bu yaşama savaşının bir bütün olarak toplumun gelişmesine ve ilerlemesine hizmet ettiğini savunur. İyi olanın hayatta kalması üzerinden okunan bir kavramdır. Başlıca ve en bilinen savunucusu Herbert Spencer’dır. İlkeleri ise;


  • Sosyal Darwinizm, hayatta kalmak için doğal ayıklanma düşüncesini barındıran evrim teorisinin, sosyal ve politik alanla iç içe geçmesini ifade eder.

  • Sosyal Darwinizm düşüncesine göre, insanlar ile farklı toplumlar arasındaki rekabetin sonucunda sosyal evrim gerçekleşecektir(Kavak, 2013: 8).

  • Sosyal Darwinizm, toplumsal evrimdir. Teorinin özetini yapacak olursak, hayatın bir mücadele alanı olduğu ve bu alandaki mücadeleyi kazananların güçlü oldukları şeklindedir. Sonuç olarak ilerleme gerçekleşecektir.

  • Darwin’in biyolojik evrim teorisindeki güçlü genler, Sosyal Darwinizm’de toplumda güçlü olanlara karşılık gelmektedir. ''

Bu tanımlamanın doğruluğunu kabul etmek, dünyadaki dengeyi inkar etmekle ve sayıları artırılmaya çalışılan medeni insan türünü yadsımakla eşdeğerdedir kanımca. Dünyanın en zeki, en güçlü, en güzel, özetle tüm enlere sahip insanı olduğumuzu düşünmekle işe başlayalım. Ve tüm dünyada bu düşüncenin sonucu olarak bizim gibi en özelliklere sahip insanların hayatta kaldığını varsayacak olsak, sizce bizleri nasıl bir yaşam şekli bekler? Ben söyleyeyim, tam anlamıyla karmaşık, içinden çıkılmaz bir yaşam şekli olacaktır elimizde kalan. Bir düşünün, yaşamın sürdürülebilirliği pek çok eyleme bağlı bir dünya var elimizde ve bizim kurgulayıp adını da medeniyet koyduğumuz bir dünya; yüksek oranda, ama tek tip (bedensel, ruhsal, zihinsel) güce sahip insandan oluşan bir toplumda, yaşamı sürdürmek ne denli kolay ya da anlamlı ve doyurucu olurdu! Bu söylediğimi kavramak için; çöpçülerin bir ay grev kararı aldığını, çiftçilerin ekip biçmekten vazgeçtiğini, ırgatlarınsa güçlendiklerini, ekinleri toplamaya ihtiyaçlarının kalmadığını düşünmeniz yeterli olacaktır sanırım.


İlerlemeden bahsediliyor bu görüşte. Ama bana sorarsanız, bizler bu ilerlemeler yaşanırken edindindirildiğimiz, geçmişe bakarak lüks sayılabilecek alışkanlıklarla, bir tür gerilemeyi de yaşadık ve yaşamaktayız aynı zamanda. Nasılına değinecek olursak, toplumların gelişim sürecinde görürüz ki, her bireyin bir ya da en fazla birkaç çalışma ve uzmanlık alanı mevcuttur. Oysa çok değil, biraz gerilere gidildiğinde, toplumda yer alan bireylerin, yaşamı ilgilendiren hemen her alanda bilgi ve uzmanlık sahibi olduğunu görürüz. Yani hemen her birey, yalnız başına yaşamını sürdürebilecek nitelikte donanıma sahipti. Oysa günümüzde tam tersi, toplum dediğimiz olguda bir tür ücretli dayanışma yöntemi kurulmuş ve bireyler birbirine bağımlı bir yaşam sürmekte. Örneğin, günümüz koşullarında, hiç kimse kendi ayakkabısını istese de kendi yapamayacağı gibi, tüm yiyecek ve içeceğini üretecek yeterliliğe sahip değildir.


Bireylerin, toplumun faydası için değil, toplumun bireylerin faydası için olduğunu ileri süren ve bireyci bir yaklaşım sergileyen, Sosyal Darwinizmin savunucusu Spencer'ın bu düşüncesine değinecek olsak; tam anlamıyla haksız olduğunu söyleyemeyiz. Yalnızca bulunduğumuz zamanın gözlüğü ile bakılıp, toplumsal yapılanmaya göre eksik bulduğumuz tarafını dile getirebiliriz. Peki nedir bu eksiklik? Bu eksiklik, her şeyin bir dönüşüme tabi olduğu gerçeğidir. Nasıl ki, toplumlar bireylerin faydası için varsa ve bir tür dayanışmaya yaslandığını söylediğimiz bu toplumların oluşumunu, sürdürülebilirliğini bireyler sağlamaktaysa, aynı şekilde bireyler de toplumlar için vardır, olmalıdır. Oluşturulan medeni koşullarda, yaşamın sürdürülebilirliği için bu olmazsa olmaz özelliklerden birisi, dahası geldiğimiz toplumsal evrim aşamasının başlıca şartıdır.


''Hiç kimse, rastgele biri değildir...'' der Borges.

Özetleyip toparlamak gerekirse, toplumların da, dünyanın da farklı güce sahip, farklı renklerle bezeli insanlara olan ihtiyacı tamdır...Bu görüş, hiç bir düşünürün karşı duramayacağı, hatta yadsıyamayacağı, yaratılışın, doğanın özünde bulunan, doğal, elle tutulur tek gerçektir.

Zeliha AYDOĞMUŞ

30 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/706
bottom of page