top of page
Yazarın fotoğrafıFuruğ FERRUHZAD

Soğuk Mevsimin Başlangıcına İnanalım


Ve bu benim

Yani bir yalnız kadın

Ve soğuk bir mevsimin eşiğinde

Belirsizliğini anlamanın başlangıcında, tüm yeryüzü varlığının

Yalın ve kederli umutsuzluğunu, gökyüzünün

Güçsüzlüğünü, bu betona kesmiş ellerin


Akıp gitti zaman

Gitti zaman ve saat tam dört kez çaldı

Dört kez çaldı

Aralık ayının yirmisi bugün

Ve artık mevsimlerin gizini biliyorum

Dakikaların söylediklerini

Uzanmış yatıyor mezarında kurtarıcı

Ve dinginliğe bir işaret gibi

Toprak, barındıran toprak




Gitti zaman ve saat tam dört kez çaldı


Sokakta rüzgar

Sokakta rüzgar

Ve ben çiçeklerin sevişmesini düşünüyorum

İnce sapları, kansız goncaları

Ve bu veremli, yorgun zamanı

Bir adam geçiyor ıslak ağaçlar altından

Mavi damarları boynunun

Kayıyor ölü yılanlar gibi iki yandan

Yukarılara doğru

Gelince tam karmakarışık şakaklarına

Bir kez daha fısıldıyorlar o kanlı sözcüğü

“Selam! ”

“Selam! ”

Ve ben çiçeklerin sevişmesini düşünüyorum.

Soğuk mevsimin eşiğinde

Ve yaslı buluşmasında aynaların

Toplantısında kederli ve soluk yaşam deneylerinin

Suskunluğun bilgisiyle döllenmiş günbatımında


Nasıl dur emri verilebilir

Sabırlı,

Ağır,

Avare

Yürüyen bu adama?

Hiç yaşamadığı nasıl söylenebilir, hiçbir zaman

yaşamadığı?


Rüzgar esiyor sokakta

Yalnız ve içlerine çekilmiş kargalar

Uçuşuyorlar yaşlı, kasvetli bahçelerde

Ve tanrım ne kadar kısa

Merdivenin boyu!


Onlar bir yüreğin bütün saflığını

Alıp götürdüler kendileriyle birlikte masallar sarayına

Şimdi artık

Artık nasıl fırlayıp dans edebilir insan?

Nasıl dökebilir akan sulara

Çocukluğunun saçlarını

Ve koparıp kokladığı elmanı

Nasıl ezebilir ayaklarıyla?


Ey sevgilim! ey tek sevgilim!

Ne çok kara bulut var güneşin şölenini kollayan!

Sanırım uçuşu düşlediğin yolda göründü o kuş

Ve sanırım hayal gücünün yeşil çizgilerinde

Oluşan o taptaze yapraklar

Sabah esintisinin isteğiyle nefes alıyorlar

sanırım

Pencerenin lekesiz belleğinde yanar gördüğün o menekşe

Renkli alev

Çocuksu bir lamba tasarımından başka bir şey değildi


Sokakta rüzgar esiyor

Yıkımın başlangıcıdır bu

Ellerinin yıkıldığı günde esiyordu rüzgar

Sevgili yıldızlar!

Kağıttan yapılma sevgili yıldızlar!

Esmeye başlayınca yalan gökyüzünde

Nasıl sığınabiliriz yenik peygamberlerin surelerine?

O zaman binlerce yıldır ölüymüşüz gibi karşılaşacağız ve

Güneş

Yargılayacak gövdelerimizin çürümesini


Üşüyorum

Üşüyorum ve sanırım artık hiç ısınamayacağım

Ey sevgilim! ey tek sevgilim “kaç yıllıktı acaba o şarap? ”

Bak burada

Ne kadar ağır zaman

Ve nasıl kemiriyor balıklar benim tenimi!

Niçin hep denizin altında tutuyorsun beni?


Üşüyorum ben ve sedef küpelerden nefret ediyorum

Üşüyorum ve biliyorum

Bir yaban lalesinin kırmızı düşlerinden

Bir kaç damla kandan başka

Hiç bir şey kalmayacak yerde.

Bırakacağım artık çizgileri bir yana

Sayıları saymayı da

Çıkacağım sınırlı geometrilerin odalarından

Sezgi alanlarının genişliğine sığınacağım

Çıplağım ben, çıplağım, çırılçıplağım

Sevgi sözcüklerinin arasındaki sessizlikler kadar çıplak

Ve aşktan benim tüm yaralarım

Aşktan aşktan aşktan!

Ben bu avare adayı

Başkaldıran okyanustan geçirdim

Patlayan yanardağlardan

Ve parçalanmak: giziydi tüm gövdenin

Güneşler doğdu parçalarından


Selam ey masum gece!


Selam çöl kurtlarının gözlerini bile inanç ve güven oyuklarına döndüren gece!

Derelerinin kıyılarında söğüt ruhları

Kokluyor baltaların sevecen gölgesini

Düşüncelerin, sözcüklerin ve seslerin ilgisiz oldukları bir dünyadan geliyorum ben

Ve ne kadar yılan yuvasına benziyor bu yeryüzü

Seni öperken bile

Düşlerinde darağacına senin için ipler ören

Adamların ayak sesleriyle dolu


Selam ey masum gece!


Her zaman bir aralık var

Pencere ile görmek arasında

Niçin bakmadım niçin

Bir adam yağmurlu ağaçların altından geçerken baktığım

gibi?


Niçin bakmadım

Annem ağlıyor sandığım o gece?

Bir acı duyduğum ve dölün biçimlendiği

Akasya salkımlarının gelini olduğum

Mavi çini sesleriyle dolduğu tüm İsfahan’ın

Öbür yarım olan insanın içime geri döndüğü o gece?

Aynada görüyordum onu

Aynanın kendisi gibiydi temiz ve ışıklı

Seslendi birden

Ve ben akasya salkımlarının gelini oldum…

O gece, annemin ağladığını sandığım


Nasıl anlamsız bir ışık belirdi küçük pencereden

Niçin bakmadım?

Biliyordu tüm mutluluk anlarını

Yıkılacak senin ellerin

Ve ben bakmadım

Açılan penceresinden saatin

Yaslı kanarya dört kez ötünceye kadar

Ötünceye kadar dört kez

Sonra o küçük kadınla karşılaştım

Gözleri simurg’un yuvası kadar boş

Salınan kalçalarıyla yürüyüp götürdü

Kızıllığını göz kamaştıran düşlerimin

Kendisiyle birlikte gecenin yatağına…

Yeniden tarayabilecek miyim

Saçlarımı rüzgarla?

Menekşeler dikebilecek miyim yeniden bahçelere?

Ve pencerenin ardında duran

Gökyüzüne sardunyalar dizebilecek miyim?

Acaba yeniden dans edebilecek miyim kadehler üstünde?

Kapı zili çağıracak mı beni yeniden bir bekleyişe?


“Artık bitti” dedim anneme

“Düşünmeye fırsat bile kalmadan olur olanlar…

Gazeteye bir başsağlığı ilanı versek? ”


Boş

Boş ama güvenle dolu

Bak dişleri nasıl bir marş söylüyor

Çiğnerken lokmaları

Ve nasıl yırtıyor

Dikip gözlerini bakarken

Islanan ağaçların altından geçerken nasıl

Sabırlı

Ağır

Avare!


Saat dörtte

Tam o anda mavi damarları boynunun

Kayıyor ölü yılanlar gibi iki yandan

Yukarılara doğru

Gelince tam karmakarışık şakaklarına

Bir kez daha fısıldıyorlar o kanlı sözcüğü

“Selam! ”

“Selam! ”

Sen hiç

Dört mavi lale

Kokladın mı?


Zaman geçti

Zaman geçti ve akasyanın çıplak dallarına düştü gece

Kaydı pencerenin camları ardından

Ve soğuk diliyle

Topladı tüketilmiş gündüzün artıklarını


Nereden geliyorum ben?

Ben nereden geliyorum?

Kokusuna bulanmış olarak gecenin

Henüz çok taze mezar toprağı

O iki taze elin mezar toprağı

Nasıl sevecendin ey sevgilim, ey tek sevgilim

Nasıl da sevecendin yalan söylerken bana

Kapatırken göz kapaklarını aynaların

Ve avizelerin

İncecik saplarını koparırken

Götürürken beni karanlıkta aşkın ovalarına

Bir susuzluk yangınından çıkan o baş döndürücü buğu

Uzanır uykunun çimenlerine!


O kağıttan yapma yıldızlar

Dönüp duruyor sonsuzluğun çevresinde

Niçin sözü sesle söylediler?

Niçin görme’nin evine konuk ettiler bakışı?

Niçin götürdüler okşamayı

Kızlık saçlarının utangaçlığına?

Burada bak,

Sözle konuşan

Bakışla okşayan

Ve okşayarak dinginlik bulan o insanın canı

Nasıl gerildi

Kuşkuların çarmıhına

Ve nasıl gerçeğin beş harfi olan

Dallarının izleri beş parmağının

Kaldı onun yüzünde!


Nedir sessizlik, nedir, nedir ey sevgilim?

Nedir sessizlik söylenmeyen sözlerden başka?

Susuyorum ben ama dili serçelerin

Doğa şenliğinde akan cümlelerin yaşam dilidir

Serçelerin dili, yani: bahar. yaprak. bahar.

Serçelerin dili: meltem. koku. meltem.

Fabrikalarda ölüyor şimdi serçelerin dili


Kimdir bu insan, caddesinde sonsuzluğun

Yürüyen bir birlik anına doğru

Ve yıllardır taşıdığı saati

Kim bu, horozlar ötmeye başlayınca

Doğan günün yüreği yerine

Kahvaltının hazır olduğunu düşünen

Kimdir bu insan, hem başında bir aşk çelengi

Hem de çürüyen düğün giysileri içinde?


Demek vurmadı sonunda güneş

Aynı anda

İkisine birden kutupların

Ve çıkıp gitti

Gövdeni dolduran çınlayışı mavi çinilerin


Öylesine doluyum ki, tapınıyorlar sesimin üstünde…


Mutlu cesetler

Kederli cesetler

Cesetler suskun ve düşünceli

İnceliksever, giyimsever, yemeksever

Belirli zamanların dudaklarında

Ve kuşkulu zemininde gelip geçen ışıkların

İstekle dolu boşunalığın çürümüş meyvelerini toplarken

Ah,

Ne kadar insan var kavşaklarda merakla olay bekleyen

Tam da dur işareti verilirken ezilmiş olmalı

Olmalı olmalı zamanın tekerleri altında

Yağmurlu ağaçların yanından geçen adam.

Nereden geliyorum ben?


''Artık bitti'' dedim anneme

''Düşünmeye fırsat bile kalmadan olur olanlar.

Gazeteye bir başsağlığı ilanı vermemiz gerek...''


Selam ey tuhaf yalnızlık!

Sana bırakıyorum bu odayı

Çünkü her zaman kara bulutlar

Peygamberidir yeni arınma sözlerinin

Ve tanıklığında bir mumun

Aydınlık bir giz vardır her zaman

O gizi çok iyi bilir son uzun alev


İnanalım

İnanalım soğuk mevsimin başlangıcına

Bozgununa inanalım hayal gücü bahçelerinin

Terk edilmiş, düşmüş oraklara

Ve tutsak tohumlara.

Bak nasıl kar yağıyor!


Belki gerçek yalnızca o iki eldi

Sonsuz kar altında gömülü o taze eller

Gelecek yıl kavuştuğunda bahar

Pencerenin ardındaki gökyüzüne

Yemyeşil filizler çıktığında gövdesinden

Sürgün verecekler yeniden ey sevgilim, ey tek sevgilim?


İnanalım soğuk mevsimin başlangıcına

53 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/706
bottom of page