top of page
Yazarın fotoğrafıNurten B. AKSOY

SERİN SERVİLER ALTINDA


Yıllar yıllar öncesi, minik bir kan pıhtısından şekillendiğim zamanlar... koyu karanlık, nemli bir yerdeyim, kıpır kıpır hareket ediyorum, sanki bir yerlere tutunmak istercesine. Bulunduğum yer benim ilk evim, ilk yuvam. Biraz karanlık, biraz nemli ve biraz dar sanki; ama olsun, sıcak hem de sımsıcak. Hele bazen dışarıdan bir elin üstümde gezindiğini, yuvamın dışından beni okşadığını hissediyorum ya, işte o zaman daha bir ısınıyor evim tıpkı yüreğim gibi.


Ama bu evdeki günlerim biliyorum çok uzun sürmeyecek, ne yazık ki gittikçe dar gelmeye başladı yerim, zaten kontratım da bitmek üzere. Dokuz aydır yaşadığım bu yuvayı on gün sonra terk etmek zorundaymışım, gün sayıyorum şimdilerde.


Nihayet beklediğim gün geldi; ortalıkta bir telaş, bir koşturmacadır gidiyor. Bağrışlar geliyor kulağıma ve uzun bir dehlizden geçip gün ışığına kavuşuyorum. Sarıp sarmalıyorlar beni ve yeni bir dünyaya gülümsüyorum, çığlık atarak...


Yeni evime taşınalı üç-beş gün oldu henüz. Zor bir yolculuktan sonra gelebildiğim bu yeni yere alışmaya çalışıyorum. Tek başıma yaşadığım yuvama göre biraz kalabalık burası; beni çok seven, her ağladığımda yanıma koşan, üstüme titreyen iki yetişkin insan var burada, bir de benden biraz büyük, sanki benim bu eve gelişimden çok da mutlu olmayan bir çocuk. Yani benim ailem...


Burada ne kadar kalacağımı bilmiyorum, yani bir kontratım yok. Belki üç gün, belki yıllar boyu. Her gün yeni bir şeyler öğreniyorum, büyüyorum, gelişiyorum... Yeni insanlar giriyor yaşamıma; öğretmenlerim, arkadaşlarım, komşular, doktorlar, iyiler, kötüler...


Büyüdükçe yeni ufuklara yelken açıyorum, yeni yeni evlere, yeni şehirlere, yeni dünyalara. Günlerden bir gün, bir başka yeni eve taşınıyorum; "eh artık evlendin, ev bark sahibi oldun" diyorlar. Belki de en sevdiğim, en benimsediğim evim oluyor burası. Çoluk çocuğa karışıyorum, hayatın yükü biniyor omuzlarıma, iyi kötü geçiyor günler. Yüzüme çizgiler, saçıma aklar doluyor yavaş yavaş. Belim bükülüyor sanki her gün azar azar, gücüm azalıyor...


Sadece gücüm azalsa razıyım, etrafımdaki insanlar da azalıyor sanki. Her gün dostlarımdan, canlarımdan birilerinin bir yerlere çekip gittiklerini duyuyorum içim burkularak. "Asûde bir bahar ülkesine" göç etti diyorlar.


Şimdilerde beklemedeyim ben de. O "serin serviler altındaki bahar ülkesine" gitmek için, gün saymadayım sanki... Belki bir gün, belki bin bir gün...


İşte yine koyu karanlık bir yerdeyim, ama artık kıpır kıpır değilim. Tıpkı dünyaya gözümü açtığım o ilk günümdeki gibi yine sarıp sarmalamışlar beni; ama elimi kolumu oynatamıyorum bile. Islak toprak kokusu geliyor burnuma, soğuk hem de çok soğuk burası. Uzaklardan bir yerden ezan sesleri çalınıyor kulağıma. Zaman zaman dışardan konuşmalar, hıçkırıklar duyuyorum.


Biliyorum burası benim son yuvam, "ebedi istirahatgâhım" yani. Ve düşünüyorum, ne tuhaf diye; karanlık ve nemli bir yuvada başlayan yaşam, yine karanlık ve nemli bir yerde devam edecek, ta mahşer gününe kadar...baş ucumuzda bir sözcük sadece; "Hüvel Bakî" ve dillerde şairin unutulmaz mısraları...


*"Ölüm âsûde bahar ülkesidir bir rinde; Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter. Ve serin serviler altında kalan kabrinde Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter."

Foto: n.b.a *Yahya K. Beyatlı

45 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Commenti


1/706
bottom of page