top of page
Murat YAZICI

Rüya Tutulması

maviADA - 2013 Öykü Üçüncüsü


Kendimle dahi soru/n yaşıyorum. Kimyasal maddelerin oluşturduğu ayrışmayan tepkimeler gibi ilişkiler de beni kendime yabancılaştırdı. Beni anlayan anlamlandırıyor olsa da bana zarar gördüklerimle yaşamın farkına varıyorum. Eskiden ne olduğum önemliydi, şimdi kim olmadığım. Artık kim olmadığım günlere bile bir rüyayla başlıyorum. Görüp de bana anlatmadığı o rüyayla...


Kapıyı açtığımda yağmur yağıyordu. Bekleyen oydu. Islak saçlarından, dudaklarından, burnundan damlamaya hazır yağmur tanecikleri bizi birbirimizden öteleyen o yalnızlığı arar gibi titrekti. Ertelediğim yerden gelen ve yüzüme çarpan bir uğultuyla, onun boşluğunu d/üşüyordum.


“Biri mi geldi? Kahve kokuyor içerisi,” dedi.

“Kahve mi?” dedim.

“Kendime gelmek içindi.”

“Doğru yere geldim o zaman, ben de seni görecektim.”


Kapıdan girerken, “Biliyor musun?” dedi. “Gitmeden önce sana bahsettiğim o rüyadaki gördüğüm bizdik.”


“Gitmemeliydin,” dedim.

“Şarabın var mı?” dedi.

“Hala anlatmaya başlamadın,” dedim.

“Rüyayı.”

“Tuz getirdim tenimle, birbirimizin boşluğuna döndüğümüz yanımıza. Hala benden denizi anlatmamı istiyorsun.”


Sandalyeye oturdu. Masa üzerinde dağınık kitaplara bakarken, “Bu günlerde ne okuyorsun,” dedi. Sonra eline aldığı kitabın kapağına dalıp gitti gözleri. “Biliyor musun? Hala eski günlerde olduğun gibisin,” dedi. “Yazıyla kimi çağırıyorsan, bil ki onu hayatından uğurlamışsındır. Aşk kendine karşı bir yenilme bildirgesi ya da kendini yeni bir acıya çağırma…“


Dolaptan çıkardığım şarabın etrafına saran buğuya dokundu, parmak izlerinden akan damlaları mavi ojeli tırnak ucuyla sağa sola yaydı. Sonra sol elinin avuç içine yasladığı şarabı yavaştan çevirdi. “İnanmıyorum!” dedi, ”Bu, o akşamki şarap olamaz! Hala saklıyor muydun?”


“…”

“Dudağımdan bakmak istiyor musun hala tadına?”

Dudaklarına baktım, bir lav selinin söz kıyısında katılaşmadan önceki kararsız titreşimi duruyordu. “Rüya!.. ” dedim.

“Kendimi sana bırakmaya geldim işte, al işin içinden çıkabilirsen!” dedi.

“O rüyadasın işte. Şarabın bu tadı için başka bir mahşer yoktu, bize mahzen olacak.”


Şarabın tadına baktım, o lav birikintisinin kıyısından, bir nehir dağınıklığı ile koparak. Bir ses beni hangi evresinde olsa da ay yüzünün koylarımdan suları çektiği güne çağırıyordu. „Sen de bu rüyayla kendinden ona uzaklaş,‟ diyordu.


“Rüyanın tamamını anlatamam. Onun yerine anlatacak bir rüya borcum olsun,” dedi.


O gece ay tutulmuştu. Çimenlere düşen ıslak kızıllıkta yürüdük. Nefesi dudağımdaydı. Ona bir sözcük fısıltısı uzaklıktaydım. Saçlarına dokununca bir metafor eridi avuçlarıma uzak galaksilerden. Onsuzken tersten yıkanıp güneşe asılan çamaşır gibi kendimi boşluğa asılı tutan bir metal telle yüz yüze yaşıyormuşum meğer.


“Biz nerede mi kaybettik?” dedi. “Karşılıklı sustuklarımıza kar, ele geçirilmiş duygulara zarar bakmakla…”


“…”


Uyandığımda pencereden dışarıya baktım, çimenler üzerine sis çökmüştü. O sis ortasında her ikimiz de yoktuk. Buğulu camlardan yayılan ışığın, bir siluet olarak masaya yaydığı şarap şişesinin dibinde bir kadeh kadar şarap ışılıyordu.


Nasıl ki bir ağaç tohumuyla uzanırsa kıyıdan dağa, o da uzanmıştı düşlerden rüyaya.


Dudağından baktığım şarabın tadı ve hala sakladığım o şişe. Ya bir rüya değilse?… Yine de her gün bir rüya dolduruyorum şişede kalan bir kadeh şarap üzerine. Belki tamamını anlatmadığı o rüyayı tuttururum diye…


*

14 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

留言


1/706
bottom of page