top of page
Şenol YAZICI

Deniz ve Rodrigo










Concierto de Aranjuez ; Bir Konçertonun Gizemli Öyküsü

*

Şenol YAZICI

 

Merak ediyorum; kaç kişi, Mozart’ın o olağanüstü senfonilerinden birini baştan sona sabırla dinleyebilmiştir, Vivaldi’nin o harika Dört Mevsim’ini kaç kişi bilir ya da Ravel’in Bolero’sunu kaç kişi ıslıkla çalar?


Özel ilgisi olanlar dışında ağır müzikler gelir bunlar bize, kimse oturup Türk Marşı’yla kadeh tokuşturmaz, kimse efkarını Beethoven’la aşmaya çalışmaz… Çünkü sevsek de bizden değildirler sanki… Ağırdırlar, hüznümüzü, sevincimizi ya da her neyse ruh halimiz onu, daha sıkıntılı bir ruh haline döndürebilirler.

Oysa o konçertoyu, o gitarların muhteşem gösterisini, içinde gül ve kastanyetin büyülü raksını barındıran bu müziği, Rodrigo'nun Gitar Konçertosu’nu ne kadar çabuk benimsemiş, bizden saymış, yaşamımızın her anıyla özdeşleştirmişizdir.



- Yazımızı VİDEO eşliğinde okumanız önerilir.-



Nedir bunun sırrı acaba?


Bir İstanbullu kızın elinin değmesi olabilir mi?


Türkülerimiz, şarkılarımız da öksüzdü. Atatürk’ün çok sesli batı müziğine geçiş gayretleri de halka kolayına inemedi. Tek sesli, tek sazlı ezgilerle ya da Batı taklidi, çalıntı aranje şarkılarla ömrümüzü güzel güzel geçirirken birden çok sesli, çok sazlı dünyanın en görkemli konçertosunu dinlerken bulduk kendimizi…


Sadece biz değil, bütün dünya özgün adı Concierto de Aranjuez olan bu müziği sevdi.

Her tür çalgıyla çalındı, hafif müziğe uyarlandı, kimi ülkelerin ulusal marşı oldu, kimi filmlerin unutulmaz müziği… Nereye konulsa oraya bir asalet, bir seçkinlik, hüzünlü bir başkaldırı esintisi, “yenilsek de varız” türü bir dostlar sofrası havası getiren bu yapıtın öyküsünü, emek verenlerini ne kadar biliyoruz?


En önemlisi Rodrigo 1929’da Türk uyruklu bir Sefarat Yahudi'si hanımla tanışmasaydı o güzelim Konçerto’nun hiç olmayabileceği aklımıza gelir miydi?



...Ve bir güzel çocuk; DENİZ GEZMİŞ, ölmeden önce son arzusu olarak onu istemeseydi 70'in cılız aydınlığında kaç kişi bu güzel müziği bilebilirdi?









Deniz'in Son İsteği

“O sahneyi çok iyi somutladım; bir mitinge gider gibi gideceğim idama, asılma günü gelip çatınca o sevdiğim giysilerimi giyeceğim, postallarımı, parkamı… Beyaz ölüm gömleği giydirmek isteyecekler, giymeyeceğim, tıraş falan da olmayacağım. Önce gidip orada oturacak, bir sigara yakacağım, sonra demli, güzel bir çay içeceğim. Haa bak, Rodrigo’nun o ünlü Gitar Konçertosunu da dinlemek isterim orada. Sanırım asılacak bir insanın son isteğini geri çevirmezler… Sonra urganı kendim geçireceğim boynuma ve dönüp orada asılmamı seyredenlere, ‘burada ölen yalnızca bedenimdir’ diyeceğim. Ama düşüncemi öldüremeyeceksiniz, düşüncem yaşayacak.” diyecekti Deniz Gezmiş, 1972 yılının 6 Mayıs’ında asılmadan önce…


Deniz Gezmiş yanılmıyordu, düşünceleri yaşadı. Yurtseverliğin, hak, emek mücadelesinin efsanevi bayrağı oldu, ama son isteği yerine getirilmedi… “Demli çay” da içemedi, istediği müzik de çalınmadı. Son arzusu yerine getirilmeden asıldı.












 İyi ki çalmadılar konçertoyu, diye düşünürüm bazen. Ya insafa gelip, korkularını yenip, insanlıkları uyanıp ‘son arzudur’ diyerek çalsalardı… O köhne Ulucanlar bir bahar gece yarısı, dünyanın dört yanında, dağ başlarında yanan özgürlük ateşleri gibi usuldan usuldan, yıldız dolu göklere doğru yükselen o muhteşem konçertonun gitar nağmeleriyle temellerinden titreseydi…

İzleyenler, o kararı verenler, hatta cellatlar bile belki de dayanamazdı. Ne olduklarını anlamadan, büyük bir pişmanlıkla ağlayabilirlerdi. Ama bana öyle gelir ki Deniz de dayanamazdı. Gencecik ömrünü bağımsız Türkiye idealleriyle tüketen, o delikanlı romantik kalbin gözleri, yaşlarla dolardı. Bu asla korku ve korkunun gözyaşları olmazdı, müziğin hissettirdiği kahırla gölgelenmiş, yenilmez bir umudun yakıcı hüznü olurdu. Ne var ki kim anlardı, ne derlerdi?

İnsan olan hiç kimse, köklerini İspanya İç savaşı ve Guernica’dan alan, tıpkı Picasso’nun tablosu Guernica gibi savaşa bir evrensel yanıt, umudu yaşatan olağanüstü gizemli bir çığlık olan, bir Türk kızının desteği, emeği ve Rodrigo’nun eşsiz dehasıyla biçimlenen bu müthiş müziği dinlerken ıslanacak gözlerine engel olamazdı.

Aslı üç bölüm olan, ama bizim yaygın olarak ikinci bölümünü bildiğimiz eseri, 1938’de Rodrigo’nun Türk eşi, piyanist Victoria Kamhi’nin notaya geçirip ilk taslağını oluşturduğu, 1939’da tamamlandıktan sonra ilk icrası İspanya İç Savaşı sonrası Barselona’da gerçekleştirilen Concierto de Aranjuez’i, Rodrigo’nun Gitar Konçertosu olarak Deniz Gezmiş sayesinde tanıyıp sevdik çoğumuz.

İspanya’nın Sagunto/Valencia bölgesinde 22 Kasım 1902’de Joaquín Rodrigo Vidre adı verilen bir çocuk doğar. Üç yaşında difteriye yakalanan küçük çocuk görme yetisini kaybeder… Aile çocuklarının eğitimi için yollar ararken onu müziğe yöneltir. Sekiz yaşında solfej, piyano ve keman eğitimine başlayan küçük müzisyen, on altı yaşında armoni ve kompozisyon dersleri alır.

Klasik İspanyol gitarını mükemmel biçimde çalamaz, ne var ki müzikte çok başarılı olur Joaquín. 1925′te yani 22 yaşında orkestra için bestelediği Beş Çocuk Parçası ile İspanya Ulusal Ödülü’nü kazanınca yurtdışında eğitimini sürdürmesi için burs kazanır ve Paris’e gider. 1927’de dönemin ünlü ustalarından Ducas’la çalışmaya başlar. Yine orda tanıştığı Manuel de Falla’dan etkilenir.

İstanbullu Piyanist Kız


1929 yılında, İstanbul doğumlu bir Türk kızı olan piyanist ve besteci Victoria Kamhi’yle tanışır. Bu genç, yetenekli piyanist Türk kızı, onun üzerinde derin etkiler bırakır. Victoria Kamhi, 1905 Ocak ayında İstanbul’da dünyaya gelir. Temel eğitimini İstanbul’da gördükten sonra müzik eğitimi almak için Paris’e gider. Ünlü piyano hocaları Lalewicz, Lévy ve Viñes’ten piyano eğitimi alır. Meslektaşı Joaquín’le 1929 yılında tanışır ve dört yıl arkadaşlıktan sonra 19 Ocak1933’de Joaquín Rodrigo Vidre’nin vatanı İspanya Valencia’da evlenirler.

Victoria bütün ailesiyle birlikte doğma büyüme hatta beş yüz yıllık İstanbullu olsa da dedelerinin geldiği, yani atayurdu olan İspanya’da yaşamaya itiraz etmez. Ne var ki İspanya 1.Dünya Savaşına katılmadığı için hâlâ güçlü bir ekonomiye sahip olsa da siyasi açıdan huzursuzdur. Sık sık askeri kalkışmaların yanında, yinelenen seçimlerde; bir cumhuriyetçi diye adlandırılan solcular, bir milliyetçi diye tanımlanan sağcılar iktidara gelir. Tıpkı Türkiye’nin 70’li yıllarındaki siyasetinde olduğu gibi ardı ardına bir yığın yanlış yapılır. Bitmeyen protesto ve şiddet olaylarıyla, siyaseti tasarlayan sokağın baskısıyla yeni bir seçime gidilir.

Belki İspanya’daki bu huzursuz ortam etkisiyle, belki Fransa’daki hazır iş imkanı ve çevreleri nedeniyle Joaquín ve Victoria Yeniden Paris’e dönüp yaşamlarını orada sürdürürler. Bir süre Fransa’da, bir süre de 1. Dünya Savaşında uğradıkları yenilginin hıncını tüm dünyadan almaya kararlı eski bir onbaşı olan Hitler’in hırsla canlandırıp bir savaş makinesine çevireceği Almanya’da kalırlar.

İspanya İç Savaşı

İspanya İç Savaşı, iktidara seçimle gelen Rusya’nın desteklediği meşru sol koalisyon hükümet güçleriyle, Alman ve İtalyan destekli isyancı General Franko’nun önderliğindeki milliyetçi askerlerin arasında 1936’da başlayıp üç yıl sürer. Sanki ardından başlayacak 2.Dünya Savaşının bir provası gibidir. İspanya İç Savaşı Alman ve İtalyan liderlerinin, ilk kez uygulama olanağı bulduğu ve Batı devletlerinin kayıtsızca izlemeleri sayesinde başarıya ulaştıkları kanlı, kuralsız, vicdansız bir savaştır. Bu başarı, Hitler’in 3. Reichine inanç ve güveni artırır, Almanların kazandığı büyük savaş deneyimi ve cesaretle bütün dünyayı kan gölüne döndürecek 2. Dünya Savaşına ortam hazırlar. Bu korkunç savaş; ondan sonraki dünyada egemen olacak, çatışacak güçleri, hatta ideolojileri belirler, dünya düzenini şekillendirmede de büyük etken olur,


İç Savaşın ikinci yılında 26 Nisan 1937’de General Franco’yu destekleyen Almanya, meşru hükümetin elindeki Guernica adlı kasabayı, 28 uçak ve sonraki yıllarda Fransa ile İngiltere üzerinde kullanacağı, yeni ürettiği bombalarla ağır bir bombardımana tabi tutar. Kasaba bütünüyle yok edilir. 1700 kişi ölür, 1000 kişi yaralanır. O sırada Madrit hükümeti de Paris’te sergilenmesi için Paplo Picasso’ya bir tablo siparişi verir.

Picasso’nun Guernica’sı

O günlerde konu arayan Kübist ressam Picasso, gazetelerden öğrendiği ve çok etkilendiği, bombalanan şehir Guernica’yı işleyen dev bir tablo yapmaya karar verir. Guernica, yaklaşık 3,5 metre yüksekliği ve 7,8 metre genişliği ile dikkat çekici büyüklükte bir tuval üzerine, sadece siyah ve beyaz renklerde yağlı boya ile yapılır. Dünyanın birçok yerinde irili ufaklı kopyası bulunan tablo, tüm zamanların, savaşı ve yaşanan acıları en etkileyici biçimde anlatan eseri olarak kabul edilir. Tabloyu gören faşist bir Alman askeri, Picasso’ya, “Bu muazzam, tabloyu siz mi yaptınız?” diye sorduğunda ressamın “Hayır siz,” dediği darbımesel gibi anlatılır. Picasso’nun koyduğu koşullar nedeniyle tablo, Franko ölene kadar İspanya’ya gönderilmez, bu süreçte değişik yer ve ülkelerde sergilenir, ancak, ülkeyi bir demir yumrukla yöneten generalin 1975’te ölümünden sonra İspanya’ya verilir.


Guernica bombardımanı bütün dünyayı olduğu gibi Valencialı müzisyeni de çok etkiler ve duygularını yansıtan bir beste üzerinde çalışmaya başlar. Bu arada karısı Victoria kendi kariyerinden vazgeçer ve kör kocasının sekreterliğini üstlenir. Kocasının çalışmalarını notaya ve yazıya geçirir. Çalışmalarına birlikte başladıkları Concierto de Aranjuez’ i 1938’de taslak olarak bitirirler.

Geleceğin Ünlü Konçertosu

Victoria Kamhi ve Rodrigo 1939’da yerleşmek amacıyla, İç savaşın bittiği Madrit’e dönerken geleceğin çok ünlü konçertosu da orijinal taslak olarak yanlarındadır. 1940’da Barcelona’da ilk kez icra edilen konçerto çok beğenilir. “Allegro con spirito, Adagio ve Allegro gentile” olarak üç bölüm halinde yazılan yapıtın özellikle ikinci bölümü kısa sürede yaygınlaşır ve sevilir.

İspanya folklorik müziğinin özelliklerini de taşıyan konçerto, hemen her tür alet ve çalgıyla çalınır. İnanılmaz derin, ama teslim olmaktan zevk alınacak bir hüzne sahip müzik, aynı zamanda gizemli bir etkiyle de başkaldırıyı ve direnişi çağrıştırır. Ondaki dehşetli ama aynı zamanda enerji veren bir güce dönen o hüzün, insanı ağlatır. Bu ağlayış, kaybetmenin ağlayışı değil, olsa olsa haklı, onurlu ama ancak çok kayıp verilerek kazanılan bir kavganın paydası olmanın verdiği çaresiz, ama gururlu dik duruşun ağlayışıdır…

Müziğin ruhunu oluşturan bu başkaldırı ancak, Kerbala’da son savaşı için ayağa kalkan ve bir avuç arkadaşına da “İsteyen evine dönsün” diyerek ölüme giden Hüseyin’in öyküsünü okurken hissettiğiniz gibi bir his; bizim Ahmet Kaya tarzı müziğimizde ya da Yılmaz Güneyvâri filmimizde rastladığımız hüzünlü, ama yakışır diyerek alkışladığımız, özel bir başkaldırının tadıdır.

Konçertonun orijinalinde, başlarken baskın gelen ses, davuldur. Davul Alman ve İtalyan destekli General Franco’nun askerlerini temsil eder. Davul sesleri gitarı bastırır önce. Sonra sessizlik ve Faşizm kazanmıştır. Ardından tek bir gitarın solgun sesi başlar, sonra bir başkası… sonra bir başkası… Dağ başlarında yanan özgürlük ateşleri gibi dört yan gitar sesleriyle dolar… Ve şu gerçektir ki umudun ve direnişin sesidir gitar…

Rodrigo’nun Gitar Konçertosunu dinlerken Guernica’yi, İspanyanın kötü kaderini hisseder, yaşar ama üzülmeden katlanırsınız. Gözleriniz yaşararak, sanki hak edilmiş bir ölüme itirazsız gidersiniz. Yine aynı biçimde içiniz kan ağlayarak da olsa müzik sizi ayağa diker, başkaldırmanız ve direnmeniz gerektiğini hissettirir. Kaybedeceğinizi yüzde yüz bilseniz bile o romantik direnişin bir parçası olursunuz… Gözleriniz yaş içinde ama dev bir ordunun karşısında ayağa kalkabilecek dende cesur, en güçlü duruş ve sesinizle “ …Hadi, dünyanın bütün alçakları gelin,” diye seslenebilirsiniz.

Hadi bir kez daha dinleyin bu eşsiz konçertoyu… Bu kez Denizleri ve arkadaşlarını da düşünerek dinleyin. Belki bilinçaltımız bir biçimde, Türkiye’nin en iyi okullarında okuyan, belli ki çok iyi olacak bir yarına yürüyen, aklı cesareti, enerjisi sınırsız bu gençlerin; neden bütün geleceklerini hiçe sayarak “Tam bağımsız Türkiye” diyerek sokağa döküldüğünü, hiç kazanamayacakları açık seçik görülen bir kavgada koca bir devlete kafa tuttuğunu, orantısız güçlerle silahlı mücadeleye kalkıştığını, ama tek kişiyi bile öldürmeden ölüme gidişlerindeki gizemi çözersiniz…

Gitar Konçertosu, öteki yapıtlarıyla beraber Rodrigo ve eşini dünyanın dört bir yanına gururla taşır… Nihayet 1972’de Türkiye’ye de gelip Ankara ve İstanbul’da konserler verir karı-koca sanatçılar. Rodrigo İstanbullu eşinden "o, benim ışığım…” diye söz eder gazetecilere. Bu mutlu ve başarılı evliliğin kahramanlarının, yüzyılın başında başlayan hayatları yüzyılın sonunda noktalanır. Victoria 1997’de, Rodrigo ise 1999’da veda ederler yaşama. Koınçerto ise her gün biraz daha genç, biraz daha diri, evrensel yolculuğunu sürdürür…


*



304 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


1/706
bottom of page