top of page
1/2

PARKTAKİ ALAÇIK




Kutsal günlerden bir gündü, Otuz Ağustos’tu. Rutini yerine getirip harika bir kahvaltı hazırlamış, “emekli olmak dingin yaşamaktır,” sözünü doğrularcasına sindire sindire yapmıştı kahvaltısını. Sıra öteki rutine gelmişti: Eşiyle balkonda orta kahvelerini içmek! Her daim o yapardı kahveyi, içtikten sonra da “ne güzel yaparmışım ben bu kahveyi,” der, eşinden bir aferin beklerdi; fakat…


30 Ağustos Zafer Bayramının yüzüncü yılıydı. Asker bayramı demişlerdi, Otuz Ağustos’a! “Zenginimiz bedel verir, askerimiz fakirdendir,” türküsünü bilmezlermiş gibi. Askeri, halkı, büyüğü, küçüğü herkesin bayramıdır 30 Ağustos!

Kahvelerini içmiş, eşine,


“Haydi evden çıkıp ayaklarımızın götürdüğü yere doğru yürüyüp gidelim,” demiş, o da,

“Sen git, ben bir şeylerle uğraşacağım,” deyip gelmemiş!


Şüheda Caddesi’nden İstasyona doğru yürüyecekti. Şüheda Caddesi ilçenin prestijli caddelerindendir. Caddenin evlerinde, güzel apartmanlarında, güzel insanlar oturur. Hava sıcaktır, resmi bayramın, resmî tatili, görkeminde kutlanmayan klasik bir bayram günüdür. Kimileri bayram tatilini fırsat bilip ilçenin en güzel mesire yerlerinden Kurşunlu’ya akın ederken, kimileri de tatili uyumak olarak algıladığından, uykunu belini kırmak için yataktan çıkmamış, uyumayı tercih etmiştir.


O gün Şüheda Caddesi kalabalık değildi, tek tük taşıta rastlanırken, tepedeki güneş, “ben buradayım,” ona göre diye hatırlatma yaparken, yavaştan esen bir rüzgâr, eski doğasever belediye başkanının diktiği meyvesiz ağaçları, yavaştan sallarken, o kulaklığında Cengiz Aytmatov’un yıllar önce okuduğu Toprak Ana adlı muhteşem eserini bir de sesli kitap olarak dinlemektedir. Aytmatov bu eserde, İkinci Dünya Savaşı yıllarında cephe gerisinde, savaşta ölenlerin ailelerinin zorlu yaşantılarını dramatik bir anlatımla sunmaktadır. Ana kahraman Tolunay’ın yaşadığı acıyı okuyunca siz de derinden hissedeceksiniz onun yaşadığı acıyı.


İzmir dönüşü tren yolculuğu sonrası, yağmurlu bir günde boydan boya yürümek mecburiyetinde kalmıştı Şüheda Cadde’sini. Yağan yağmurda elinde şemsiye olmamasına rağmen öyle sudan çıkmış balığa dönmemiş, balkon çıkıntılı apartmanların balkon altlarından, o meyvesiz ağaçların siperinde yürümüştür.


İstasyonda askerlik şubesinin yanındaki eski adı Kenan Evren, değiştirilen adı Mehmetçik olan parkta, ağaçlar altına oturulsun diye yapılan banklardan birine oturup ilk gençlik yıllarını, “seninle teneffüslerde neden birlikte yürümüyoruz,” diyen lisedeki dost yüzlüsünü hatırlayacak, sonra Çağrı Kitapevine bir selam çakacak, gençlik derneğindeki arkadaşlarını yad edecek, sonra arada, nadiren, odun köfte yediği, Can Baba’nın karşısındaki köftecinin önünden geçecek, İstasyon taksi durağı, İnci Taksinin eskiden damalı, şimdilerin sarı renkli arabalarına bakacak, hakikatli öğretmenlerinin derslerini anımsayacak, onu tertipli, başrolünde güya öğretmen olan R.Ç. olan bir saldırıdan, neredeyse ölmekten kurtaracak İhsan Fidan öğretmenini, onun çakır gözlerini, gözlerinin önüne getirecek, birilerine de çuval çuval sitem yollayacaktı.


Mehmetçik Parkında bankın gölgede olan yerine oturup kulağında kulaklığı “Toprak Ana’yı” dinlemeye devam ederken. Parktaki ağaç çeşitliği botanikçiler için bir laboratuardı adeta. Hele yüz yılda bir çiçek açan adına Sabır Otu dedikleri bitki, çiçeğini açmış olması, aynen yetmiş beş yılda bir görünen Halley Kuyruklu Yıldızının görülmesi gibidir. Bu güzellik basında yer almış, fakat sadece yer almış, o kadar. Konuyu uluslararası boyuta taşıyacak doğru dürüst kelli felli bir ilgili, yetkili olmamıştır.


Bir bank ötede gözlüklü, anası gibi başını bağlayan bir kadın oturmaktadır. Kadın, uzun zamandır telefonla konuşmaktadır. Kadının bilmiş bir hali vardır. Eli yüzü düzgün, bakımlı gibi, kalın kaşları, bir operasyondan geçmediğinden yirmi metreden seçilmektedir. Duruşu, oturuşu ile pozitif bir insan olduğunu anlayabilir, onun Anadolu kadının yemeye sınır getirememe özelliği ayan beyan karşınızdadır. Boyuna göre kilosu epeyce fazladır, O tipik bir Türk kadınıdır: Etli butlu. Üstündeki mavi elbisenin rengi, mavinin en tatlı olanıdır.

Kulağında Kulaklık Olan Adam “Toprak Ana’yı dinlemeye devam ederken, sarı gür sakallı, sigara içmekten sararmış, devrimci bıyıklı, orta yaşlı biri yanına gelir ve:

“Oturabilir miyim, diye sorar, o da az ötesindeki boş bankı gösterir. Bir meczup diye düşünüp aslında ürkmüştür. Sarı Sakalı Adam:


“Hayır, buraya senin yanına oturmak istiyorum,” deyince, o da,

“Buyur, buyur otur,” demek zorunda kalır.


Sarı Sakallı Adam, atletik yapılı biridir. Sigara içmekten sararan bıyıkları ağzını kapatmıştır. Sarı sakalları gürdür, başını yavaşça kaldırıp ölgün gözlerini Kulağında Kulaklık Olan Adama diker, bir şeyler konuşmak için yeltenir, sonra vazgeçer. Ağzını kıpırdatıp bir şeyler mırıldanır anlaşılır, anlaşılmaz, bir cesaretle tekrar adama çevirir bakışlarını. Sonra,

“Bu Atatürk ne büyük adam, çok seviyorum, bugün onun bayramı varmış; fakat bayrama benzemiyor bence! Siz ne diyorsunuz beyefendi?”


Az önce görünüşünden, kılık kıyafetinden ürktüğü meczup tipli adamın, nezaketi, seviyeli konuşması, Kulağında Kulaklık Olan Adamı etkilemiş şaşkına çevirmiştir.

“Ben, ben… evet, evet, evet, Atatürk… çok büyük bir adam, çok büyük bir insan yaşadığı çağın çok ilerisinde…"

Sarı Sakallı Adam, çağının çok ötesinde tanımlamasını yeterli bulmamış, “nasıl, o kadar mı,” der gibi sorgulayan gözlerle Kulağında Kulaklık Olan Adama diker çok yorulmuş, çok sıkıntı çekmiş gözlerini. Kulağında Kulaklık Olan Adam:


“Yirminci yüzyılın, yirmi birinci yüzyılın hatta bütün yüzyılların en büyüğü,” deyince Sarı Sakallı Adam aldığı cevaptan hoşnut tebessüm eder.


“Adın ne diye sorar, Kulağında Kulaklık Olan Adam. Sarı Sakallı Adam, duymazdan gelir, başka şeyler konuşmaya başlar. “Ben bu parkta yatıyorum, şu ağacı görüyor musun, işte onun altında kartonların üstünde!”


Sarı Sakallı Adam, çizgili gömleğinin yaka cebinden bir sigara çıkarıp

“Müsaadenle, içebilir miyim?”

“Tabi tabi, ne demek efendim, buyurun yakın!


Sarı Sakallı Adam, Kulağında Kulaklık Olan Adamı iyice etkilemiş, onun da sözcükleri seçerek konuşmasına adeta mecbur bırakmıştır. Çizgili gömleğin yaka cebinde bir de tükenmez kalem vardır. O, “acaba bu kalemle ne yazıyor,” diye merak edip kendine sorar, sessizce.


“Ya kusura bakmayın yanınızda üç- beş lira var mı,” der, Kulağında Kulaklık Olan Adama,

“Bakayım, ne kadar bozuk param varsa vereyim,” cebindeki bozuklukların hepsini vererek,

“Kusura bakmayın, hepsi bu!”


İki bank ötede oturan kadın, konuşmaları duymuş olacak ki,

“Gelin gelin, ben de birkaç kuruş vereyim,”

“Siz oturun, ben gelip alayım, siz zahmet etmeyin!” der Kulağında Kulaklık Olan Adam ve yerinden kalkıp kadına doğru yürür.

Kadının bozukları kâğıt paradır. Dört beş tane beşliği uzatıp,

“Buyurun, alın!”


Kulağında Kulaklık Olan Adam, beşliklerden üçünü alıp Sarı Sakallı Adam’ın eline verir. Adam pek memnun teşekkür edip uzaklaşınca, Kadın;

“Bu insanlara çok üzülüyorum, yazık, çok yazık,” deyip konuşmaya başlar. Sokakta yaşayan insanların durumlarının zor olduğunu, devletin bu insanlara sahip çıkması konusunda fikir birliğine varırlar. Kadın kendinden anlatmaya başlar. Ben der elli yaşımdayım, dedikten sonra, hayat hikayesinin dramatikliğinden bahsetmeye başlar. İlk kez gördüğü bir insana bu kadar ayrıntı vermek, özel şeylerden bahsetmek Kulağında Kulaklık Olan Adamın verdiği güvenden midir, ya da ava çıkmış bir avcı mıdır? Ava çıkan bir avcıya benzer tarafı yoktur, yine de belli olmaz değil mi, insani çözmek üç bilinmeyenli denklem değil midir, hele kadınları çözmek çok bilinmeyenli denklemlerin denklemidir, demezler mi?


Kadın,

“Ben Selendi Çanşa köyündenim, gocam Selendi’nin içinden. Annem babam buraya Salihli’ye gemişle eskiden. Selendi’ye gelin gittim, ileri olcana geri gittim işte; terslik aha burda başladı. Neden deseniz, akıl işte derim, kocasız gamışım sanki, burdan biçok isteyenim de vadı. Mutlu musun diye sosan bu adamla evlendiğime köpekleden bin peşmanım. Buna sebep en çok anam oldu, bura goca şeher, ekeklene gövenilmez gızım,” dedi. Ben de acamıyım gandim ona! Ah ah, ah!”


Kadın soluk almadan, ara vermeden, eşinin işinden, yanlışlarından anlattıkça anlatır. Bir dinleyeni bulmuş, aklına ne geldi, durmadan anlatmakta, arada bir derinden bir ah çekip yine devam eder!


“Eşim ambulans şuforu. Aslında eyi bi isan, kim yadım istese istesin, koşa hemen yadımına. Bu eyi adam bura gelince şaşırdı. Pandemi günlende hastaların ilaçları evlerine götürülüyodu ya, işte ilaç vediklenden birine tutulmuş. O avrat da benim adama tutulmuş gözcesi kör olası. Her gün birbirleni aramışla. Bizimki ona yalancıktan ilaç milaç götürüp durumuş. Aşıklık öle şişede durmeyen ırakı gibi çapmış benim adamı. Adam gecenin bi yarısında yanımdan kakıyo, usulcana tavalete gide gibi gidiyo; sonra otuma odasında sesiz sesiz mesajlaşıyola, Ah ah!”

“E sonra dedi, Kulağında Kulaklık Olan Adam?


Konu ilgilisini çekmiş, Kulağında Kulaklık Olan Adamın,“ya demek öyle he, Allah Allah,” sohbete çeşni karşılıklarla kadına dert yoldaşı olurken, kadın da anlattıkça anlatmaktadır. Kulağında Kulaklık Olan Adam “kendine seven eşine bir adamanın böyle davranması affedilecek bir şey değil,” diyerek kadının önünden yürüyüverir. Kadın devam eder, nasıl olsa iyi bir dinleyen bulmuştur.


“Ben çalışmıyom ya ben efendiye muhtacın ya adam beni isan yerine gomuyo böle! Böle olunca tabi bu ekekle azıdıyo, zıvanadan çıkıyo işte böle!”

“Her erkek öyle değildir, ben eşime çok yardım ederim, bacaklarımı uzatıp yan gelip yatmam!”

“Seviyo mu garın seni?”

“Sever, çok sever!”

“Sen sevilmecek adama benzemiyon ki!”


“Ben kadınların okumasından çalışmasından yanayım. Kadınlar çalışmazsa eşine mahkûm olur. İşte onun için, Atatürk kadınlarımızın okumasından, çalışmasından yanadır. Ben kadınların Atatürk’ü sevmemesini çok yadırgarım. Derim ki bu kadınları, birer ay, Afganistan’a, Pakistan’a, İran’a götürelim. Dönüşte senden benden daha çok Atatürkçü olur bunlar!”


“Atatürk sevilmez mi abi, Atatürk sevilmez mi?” Onu sevmeyenle daş osunla!”

“İnşallah taş olurlar!”


“Adam beni delirtmeyi kafasına gomuş abe. Her gün dışarı çıkıyo, o gadınla buluşup geliyo. Kimseye hiçbi şe anlatamıyom. Birine bi şe desem, bi gocanın hakından gelemiyon mu, yazık senin gibi gancığa derle! Ah abi ah, içim yıldırımla çakıyo, onun parasına muhtaçlem omasa aha bön gorun onu kapıya. Anamın, babamın yanına gidemem, onlara bi şe desem ben suçlu olurun!”


“Gerçekten bacım, bu doğru bir davranış değil ki, kadınlara bir de aileleri sahip çıkmazsa sonu felaket olur!”

Kulağında Kulaklık Olan Adam oturduğu banktan kalkmış, aradaki boş bankın ondan yana olan tarafına oturup

“Gerçekten mi bacım?”

“Yalansa yılan olen abe ya! Evden başımı alıp çıktım, o evde galdı, evde galsaydım, ya o beni, ya ben onu öldürürdük herhal. Adam nöbetten gemiş, kahvaltısını yapıp balkonda bir sigara yakıp “avrat gayfamı çabık yap, bu meret gayfayla gözel oluyo!” Gayfasını vedim, çıktım geldim böle işte!”

“Üzüldüm, inşallah bu kötü günler bir gün biter!”

“Bite mi desin abe, sahi mi deyon; ne bilen, beni hoş etmek için mi deyon böle?”

“İnanmasam bile öyle olmasını istiyorum!”

“Ben okumadığıma köpekleden peşmanım abe, kadınla kızlanı okutmalı, yarın onları gocalanın eline bakımlı omasına izin vememeli!”


“Atatürk’ün kıymetini bilmek lazım, cumhuriyetinin kıymetini bilmek lazım,” derken adam gözünden süzülüp inen yaşları avucunun içi ile silerken içinden,


“Ne büyüksün Aziz Atatürk,” derken onun fotoğraflarını bir bir gözünün önüne getirip gururla, kıvançla dolar içi. Kadının evden çıktığını duymuştur ambulans şoförü, onun evden çıkıp gitmesini canı gönülden istemekte, hatta akşama kadar gelmemesini dilemektedir. Bu aynen amorti beklerken biletine büyük ikramiye çıkmış gibi olur. Kahvesini çabuk çabuk içerek, telefonu eline alır,

“On dakika sonra orada bekliyorum, seni,” deyip çıkmıştır evden!

Sarı Sakallı Adam, Kulağında Kulaklık Olan Adamın yanından ayrılırken pek mutludur, Anadolu coğrafyasının çok sıkıntı, çok eza çekmiş temsili kadınını iyi bir süzmüş, yüreği ondan yana akıvermiştir. Çınar ağaçlarının daimî konukları serçegiller ötüşüp dururken, iki kumru birbirlerine iyice sokulmuş, gagaları iç içe bir sevda sunumu sergilemektedir doğaya, insanlık alemine. Sarı Sakallı, Kulağında Kulaklık Olan Adamla, Kadının konuşmalarını dinlemek için Askerlik şubesi tarafındaki bahçe duvarının arkasına saklanmış, konuşulanları dinlerken, Kadının anlattıklarına çok üzülmüş, üzülmekten öte “yuh sana, şerefsiz, bir kadına yapılır mı ülen,” deyip kadının intikamını almak için bilenmiştir. Sarı Sakallı, Kadınla Adamın karşılarına geçip


“Bir dakika, bir dakika konuşmanızı bölüyorum, çok özür dilerim!”

Şaşkına dönmüştür ikisi de ne diyecektir bu adam, deyip meraklanır,

“Rica ederiz, öyle şey mi olur, buyurun ne demek istiyorsunuz, söyleyin!”

“Abim özür diliyorum, ben düşündüm taşındım, aklım başımda, bak ne yaptığımı biliyorum; sakın beni yanlış anlayıp fevri bir hareket yapma, sakince dinleyin beni!”

“Rica ederim, rahat olun, herkese saygı duyarım ben!”


İstasyona, Uşak İzmir treni gelmiş, inecek yolcuları indirmiş, binecekleri bindirmiştir. Makinist, trenin tiz sesli düdüğünü öttürünce, demiryolu boyunca sıralanmış, anıt çınar ağaçlarının kuşları, pır pır diye uçuşup şehrin üstüne doğru uçup gitmiş, bir zaman sonra da tekrar demiryolu boyu sıra sıra dikilen ağaçlara, tüneklerine geri dönmüştür. Tarihi tren garı özgürlük kokmakta, tarihi tren garı cumhuriyet idaresinin onuru ile vakur bir duruş sergilemekle birlikte, yıllar boyu demiryolu taşımalığına komünist yaftasını yemenin garabeti ile doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelirler hep böyle…


“Sizi dinliyoruz, ne diyecektiniz, diyeceğinizi mi unuttunuz,” dedi, Kulağında Kulaklık Olan Adam.

“Unutmadım, nereden başlayacağımı bilemedim, birden hayatın gerçeği ile yüzleşince böyle oluyormuş demek. Ben diyeceklerimi, bugüne kadar kimseden çekinmeden hep söyledim, şimdi diyeceklerim dilime dolaştı. Biraz sonra normale döner, her şeyi açık açık derim, sen merak etme bey abi!”

“Buyurun, dinliyoruz!”

Sarı Sakallı, Kadının önüne diz gelip pek saygılı, pek mahcup, gözlerin içine bakarak,

“Benimle evlenir misiniz, evet derseniz hayat boyu mutlu olacaksınız?”

“Ben evliyim, evli insana böyle bir teklif yapılır mı, ayıp olmuyor mu?”

“Evliydin, evliydin, mutlu olamadın, evsiz ol; mutlu ol, mutlu yaşa!”

“Kocam bunları duyarsa, seni yaşatmaz, duymamış olayım!”

“Sana eza çektiren adamın kölesi misin sen, hayat kısa, sabaha çıkacağının garantisi var mı?”

Kulağında Kulaklık Olan Adam, şaşırmış, ağzını açıp bir kelime diyememiş; tutulup kalmıştır!


Şüheda Caddesinin istasyon kavşağında vasıtalar gidip gelmeye devam ederken, bir zaman sessizlik olur. Bir iki dakika ne Sarı Sakallı ne Kadın ne de Kulağında Kulaklık Olan Adam tek kelime konuşmaz. Kulağında Kulaklık Olan Adam “ben gidiyorum, hoşça kalın,” diyerek oradan ayrılır. Şimdi Sarı Sakallı Adamla Kadın yalnız kalmıştır. Adam, Kadının önünde diz gelmiş, yalvarmaya devam eder...


“He dersen çok mutlu olacaksın, çok mutlu olacağız, he de hayatını yaşa, he de dert sıkıntı hiçbir şeyin kalmayacak göreceksin!”


Sarı Sakallı Adam, Kadından yüz bulmuş, ellerini ellerinin arasına almış, öpüp koklamaya başlarken, ara ara da gözlerini içine bakarak “göreceksin çok mutlu olacağız,” der.

Onlar, parkın içinde beyaz saman çuvallarından yaptıkları alaçığın içinde hakikaten mesut bir hayat sürerlerken, Kulağında Kulaklık Olan Adam arkadaş çevresinden onlar için sağladığı destekle yaşamlarına katkı koyarken, onlar kış gelince ne olacak bizim halimiz diye düşünmezler bile…








48 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/682
bottom of page