top of page
Yazarın fotoğrafıSemihat KARADAĞLI

ORHAN KEMAL

Güncelleme tarihi: 15 Eyl


Dünyada Harp Vardı

- I –

-Sürgünler geldi, dediler.

Zaten bekliyorduk. Koştuk cezaevinin taş merdiveni başına: Ben, Necati, Kosti, Bobi Niyazi. Dördümüz de hükümlüydük. Necati'yle Kosti bir gece Beyoğlu sinemasının gişesini soymağa kalkıp yakalanmaktan yedişer yıl yemişlerdi. Bobi Niyazi, aslında esrar satmak ama, "arkadaşlar matrağına cebime esrar koymuşlar, polisler kaçak çakmak taşı ararlarken enselediler, adımız esrarcılığa çıktı!" diyordu.

Neyse, koştuk cezaevinin idareye çıkılan taş merdivenlerine. Bir başka İl'in cezaevinden bizim cezaevine sürgün edilenler, büyük demir kapıdan içeriye ikişer ikişer sokuluyorlardı. Ortadaki kalın, upuzun zincire bileklerinden sıkı sıkıya bağlı cezalılar yüzelli çifttiler, tamam üçyüz kişi!

Yalın ayakları, paramparça üst başlarıyla mide bulandırıcıydılar. Saçları sakallarına karışmıştı. Her içeri giren çift, onları getiren candarmaların önünde duruyor, bileklerini bağlayan kelepçenin küçücük kilidi açılmadan önce, üç yüz sarı dosya arasından "Şahsi dosya" ları bulunuyor, bizim cezaevi idarecilerine teslim ediliyorlardı.

Ağır ağır, ama gittikçe çoğalan, tehlikeli bir kalabalık birikiyordu cezaevi bahçesinde. Yalın ayaklı, partallar içinde aç bir kalabalık. Önce güneşin altında esneyip geriniyor, sonra da açlık ve uykusuzluklarını belirten gözleriyle çevreye bakınıyorlardı. Cezaevi avlusunun yüksek duvarları diplerinde mısır ekiliydi. Boy atmış mısırlar. Sürgünlerin bir anda bu mısırlara saldırdıklarını, çekirge bulutu çöküp kalkmış tarla gibi, mısırların temizleniverdiğini gördük.

Ufak tefek, semiz bir kedi yavrusunu hatırlatan Bobi:

-Yuuuuh, dedi. Yuh be. Bunlar benden de aç!

O, aç olmaktan çok, açlıktan söz açıp üçün beşin yoluna bakma dümenindeydi. Görüşmecileri gelen tutuklulardan uçlandığı ekmek, zeytin, peynir, tereyağı, helva, ne bileyim yiyecek, giyeceği çabucak paraya çeviriverir, günün birinde dışarı çıkınca geçinebilmek için tutacağı işe para biriktirirdi. Sürgünler avluda gittikçe çoğalıyordu.

Başgardiyan bir ara düdüğünü sert sert öttürdü, sonra da bağırdı:

-Buraya gelin bakayım. İçtima!

Ellerinde mısır koçanları, çöp tenekelerinden kapışılmış kuru ekmek, zeytin çekirdekleriyle sürgünler Başgardiyana da, düdüğüne de boş veriyorlardı. Zararlı tırtıllar, ya da sürüngenler gibiydiler. Çiğ mısır koçanlarını dişliyor, zeytin çekirdeklerini kırıp içlerini ağızlarına atıyorlardı.








Dünyada harp vardı!

Alman Nazilerinin motörlü birlikleri, tarihsel bir öfkeyle Avrupayı, ne Avrupası, bütün dünyayı bir yandan kuzeyin uçsuz bucaksız bozkırlarına öte yandan Atlantiğin, Akdeniz'in çivit maviliklerine sürüyorlardı.

Dünyada harp vardı! Türkiye harbin dışındaydı ama, gene de dikenli kabuğuna olanca sinirliliğiyle çekilmiş korkunç bir alerji içinde, bekliyordu.

Şeker beş yüz kırık beşe satılıyordu. Kesme şekerin topağı çeyreğe gidiyordu cezaevinde. Kilosunu beş yüz kırk beşe alan cezaevi karaborsacıları, böylelikle kiloyu sekiz, on hatta hatta on iki, on beş liraya getiriyorlardı.

Dünyada harp vardı!

Sınırlarımızın çok yakınlarından gelip geçiyordu motorlu araçların benzin kokulu homurtusu. Kötü haberler alıyordu dünyadan radyolar. Alman Nazileri, İtalyan Faşistleri, uzak doğuda Japonlar. Fırınlar dolusu yakılan insanların çığlıkları uçuşuyordu havada.

Dünyada harp vardı!

Bir ara Necati:

-A... dedi. Bu sayın bay da kim?

Güneşte kara bir su gibi parlayan rugan çizmeleri, bal renkli kumaştan külot pantolonu, pırıl pırıl lacivert ceketi, pantolonunun kumaşından kasketi, kara gözlüğüyle gerçekten de bir sayın bay, bir majeste. Belki de, Afrika'da kaplan avına çıkmış bir İngiliz lordu, sömürgelerdeki bitkilerini görmeğe gelmiş bir Belçika, bir Felemenk, bir ne bileyim Fransız, bir İtalyan sömürgeni! Bilekleri kelepçesizdi, ötekiler gibi zincire vurulmamıştı. Arkasından elleriyle Başgardiyanın yanına gitti, durdu, bir şeyler konuştular.

Beyoğlu'ndaki sinema gişesinden uçlanacakları paralarla 936 Berlin olimpiyatlarına gitmeyi kurduğu halde felek yar olmayan Necati:

-Peki ama, kim? dedi.

Necati'nin suç ortağı Kosti attı:

-Memur herhalde.

Bobi kısa kesti:

-Gider öğrenirim!

Hep o besili kedi yavrusu haliyle bir koşu gitti. Terslenmiş, geri döndü:

-Herifte çalım altıdan!

-Yani ne? Mahkum mu? Memur mu?

-Ne bileyim yahu. Azarlayışına bakarsan memur, sarı dosyasına bakarsan mahkum!

Az sonra, ağarmış şakaklarıyla yanımızdan geçti, yüzümüze bile bakmadı.

(Dünyada Harp Vardı, 1963)

*

Kısaca ORHAN KEMAL


15 Eylül 1914’te Adana
2 Haziran 1970 Sofya

Orhan Kemal, 15 Eylül 1914’te Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğdu. 2 Haziran 1970’te yaşamını yitirdi. Toplumsal gerçekçi romanın usta kalemi, öykü ve roman yazarı. Asıl ismi Mehmet Raşit Öğütçü.
İlk Büyük Millet Meclisi’nde Kastamonu Mebusu olan ve seçildiği Adalet Bakanlığı’ndan 3 gün sonra istifa ettirilip nerdeyse tüm İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanan Abdülkadir Kemali Bey’in oğlu. Babasının, 1930’da Ahrar Fırkası’nı kurmak ve gazete çıkarmak yüzünden öldürülme korkusuyla Suriye’ye geçmesi üzerine, ortaokul son sınıfta öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kaldı. Bir süre Suriye ve Lübnan’da yaşadı. 1932’de Adana’ya döndü. İşçilik, dokumacılık, ambar memurluğu, katiplik yaptı.
1939’da ilk şiirlerini de yazdığı askerliği esnasında, komünizm propagandası yapmak suçlamasıyla 5 yıl hapse mahkum oldu. Kayseri, Adana ve Bursa cezaevlerinde yattı.
Bursa Cezaevi’nde Nâzım Hikmet‘le tanışması yaşamının ve yazarlığının dönüm noktası oldu. 1943’te salıverildikten sonra Adana’ya döndü. Amelelik, sebze nakliyeciliği, Adana Verem Savaş Derneği’nde katiplik yaptı.

1950’de İstanbul’a yerleşti, hayatını yazılarıyla kazandı. 1966’da bir lokantadaki konuşmasında komünizm propagandası yaptığı suçlamasıyla yargılandı, beraat etti.
Yaşamının son döneminde Bulgaristan ve Romanya Yazarlar Birliği’nin davetlisi olarak, daha çok tedavi amacıyla Soyfa’ya gitti. 2 Haziran 1970’te Sofya’da hastanede beyin kanamasından öldü. İstanbul’da Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi.

*

Bir insan ya insan olmalı, insanlar için canını vermeli

ya da kalabalık etmemeli dünyamıza!

Ben bunu bilir bunu söylerim.


(Orhan Kemal, Bereketli Topraklar Üzerinde )








*

Semihat KARADAĞLI


TÜKENMEZ BİR KALEM

*

Orhan Kemal ( Mehmet Raşit Öğütçü )

15 Eylül 1914 tarihinde Adana'nın Ceyhan ilçesinde dünyaya gelmiştir.

Türk edebiyatının büyük ustaları arasında anılan yazar; roman, hikâye, oyun, şiir gibi farklı tarzlarda birçok esere imza atmış olsa da daha çok romancılık yönü ile tanınmıştır. İlk öykü kitabı Ekmek Kavgası ve Küçük Adamın Notları başlığı altında yayımladığı otobiyografik roman dizisiyle yaygın bir üne kavuşmuştur. Edebi hayatı 1960'lı yıllarda zirveye ulaştı. Adana'da toprak ve fabrika işçilerinin dünyasını, İstanbul'daki gecekondu mahallelerini, fabrika çevrelerini eserlerine yansıttı. Murtaza, Hanımın Çiftliği, 72. Koğuş adlı eserleri başyapıtlarındandır. Adanaspor'da futbol oynamıştır. Golcü Raşit olarak bilinmektedir.


Babası, Çanakkale cephesinde, Dardanos'ta topçu teğmeni olan avukat Abdülkadir Kemali Bey, annesi ise rüştiye mezunu, iki yıl kadar memleketinde ilkokul öğretmenliği yapmış Adanalı Azime Hanım'dır.


Çocukluğunun ilk yılları Adana’da geçmişir. I. Dünya Savaşı'ndan sonra Adana’nın Fransız işgaline uğraması üzerine ailesi ile önce Niğde'ye, sonra Konya'ya taşınmıştır. Konya’da bulunduğu dönemde Kuvâ-yi Milliye hareketine karşı başlayan Delibaş isyanına tanık olmuştur. Kuvay-ı Milliye güçlerine katılmış olan babası; isyanın bastırılmasından sonra TBMM'ye Kastamonu milletvekili olarak girmiştir.


Ankara'ya taşınan aile, 1923'te Adana'ya dönmüş, Ceyhan’da çiftçilikle uğraşmaya başlayan babası Toksöz gazetesini çıkarmıştır. Takrir-i Sükûn Kanunu’nun ardından pek çok gazete ile birlikte Toksöz de kapatılmış bu sebeple 11 ay tutuklu kalmıştır. 1930’da Adana'da Ahali Cumhuriyet Fırkası’nı kuran Abdülkadir Bey, Ahali adlı gazeteyi çıkarmıştır. Babasının aktif siyaset yaşamı içinde olmasına rağmen Orhan Kemal bu yıllarda siyaset ile ilgilenmemiştir. Abdülkadir Bey, Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın kendini feshetmesinden sonra partisini kapatıp 1931 yılında Suriye'ye kaçmış bütün aile Beyrut'a yerleşmiştir.

Orhan Kemal, ilk Büyük Millet Meclisi'nde Kastamonu Mebusu olan ve seçildiği Adalet Bakanlığı'ndan 3 gün sonra istifa ettirilip nerdeyse tüm İstiklal Mahkemeleri'nde yargılanan Abdülkadir Kemali Bey'in oğlu. Babasının, 1930'da Ahrar Fırkası'nı kurmak ve gazete çıkarmak yüzünden öldürülme korkusuyla Suriye'ye geçmesi üzerine, ortaokul son sınıfta öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kaldı. Bir süre Suriye ve Lübnan'da yaşadı. 1932'de Adana'ya döndü. İşçilik, dokumacılık, ambar memurluğu, katiplik yaptı.

Orhan Kemal, babasının yanına gitmesi sebebiyle orta öğrenimini yarıda bırakmış Beyrut'ta bulaşıkçılık ve matbaa işçiliği yapmıştır. Bir yıl sonra Türkiye'ye dönerek babaannesinin yanına yerleşmiş Adana’da çırçır fabrikalarında işçilik ve kâtiplik yapmaya başlamıştır. Bu yaşadıkları Baba Evi, Avare Yıllar romanlarına hayat vermiştir. 1937'de çırçır fabrikasında işçi olarak çalışan Nuriye ile evlenmiş, dört çocuğu dünyaya gelmiştir.


1938'yılında Niğde’de askerliğini yaparken "Maksim Gorki ve Nâzım Hikmet kitapları okumak", "yabancı rejimler lehinde propaganda ve isyana muharrik" suçundan 5 yıl hapis cezasına mahkûm edilmiş, cezasını çekmek üzere Kayseri Hapishanesi’ne gönderilmiştir. Kayseri Hapishanesi’nde yazdığı ilk şiiri “Duvarlar “ Reşat Kemal imzası ile Yedigün isimli dergide yayınlanmıştır. Sekiz yıllık sürgünün ardından 1939 yılında Adana'ya dönen babasının girişimi üzerine Orhan Kemal önce Adana Cezaevi'ne, sonra Bursa Cezaevi'ne nakledilmiştir.

***

Nazım Hikmet İle Tanışması

1940'ta, Bursa Cezaevi'nde ünlü şair Nazım Hikmet ile tanışmış ve üç yıl oda arkadaşlığı yapmıştır. toplumcu görüşlerinden etkilenmiş kendisinden Fransızca, felsefe ve siyaset dersleri almıştır.

Hıfzı Topuz “Hava Kurşun Gibi Ağır” adlı “Nâzım Hikmet’i aşkları, acıları ve tutkularıyla anlatan romanında Orhan Kemal ile olan arkadaşlık ve dostluğunu şöyle anlatır.

Bursa cezaevinde kalıyorlardı...

Bir öğle vakti Orhan Kemal ve iki arkadaşı Nazım’ı yemeğe davet ettiler...

Yemek maltızda pişirilmiş sucuklu yumurtaydı...

Yemeği yediler karınlarını doyurdular...

Nazım sordu;

-”Siz bu yumurtaları ve sucuğu nereden alıyorsunuz?..”

-”Hapishanenin bakkalından...”

-”Kaç para veriyorsunuz ben de masrafa katılacağım... Bundan sonra size ortak olacağım... Borcumu aybaşında ödeyeceğim...”

Orhan ve arkadaşları Nazım’ın bu sıcak girişiminden çok mutlu oldular... Nazım yine sordu;

-”Siz nerede kalıyorsunuz?..”

-”Aynı koğuşta...”

-”Bana ayrı yer ayırmışlar... Yalnızlığı hiç sevmem... İdareden izin alıp ben de sizin koğuşunuza geçeceğim...”


Türk şiirinin efsane ismi Nazım Hikmet’le, Türk öykü ve romanının usta ismi Orhan Kemal arasındaki dostluk böyle başladı...

Orhan Kemal o yıllarda kendini “şair” sayıyor ve devrimci şiirler yazıyordu... Hapishane arkadaşları günün birinde Nazım’a Orhan Kemal'in şiirlerinden söz ettiler...

Nazım;

-”Okuyun da dinleyelim...” dedi...

Orhan çekine çekine okumaya başladı...

Daha ilk dörtlük bitmeden Nazım;

-”Yeter kardeşim yeter...” dedi...

Orhan Kemal bir başkasını okurken, Nazım yine sözünü keserek;

-”Berbat...” dedi, “Bir başkası lütfen...”

Orhan başka bir şiirini okumaya koyuldu...

-”Rezalet!.. Kardeşim, bu laf ebeliklerine, bu hokkabazlıklara ne lüzum var... İçtenlik duymadığınız şeyleri niye yazıyorsunuz?..”

Orhan buz gibi oldu... Bütün hevesi kırıldı...

-”Sizin tahsiliniz nedir?..”

-”Okuldan tasdikname aldım, yani atıldım...”

-”Yabancı dil biliyor musunuz?..”

-”Pek az Fransızca...”

-”İlerletmek ister misiniz?..”

-”Elbette...”

-”Pekala öyleyse... Felsefe deyince ne anlıyorsunuz?..”

Orhan aklında kalan tanımlamaları sıraladı...

Bunun üzerine Nazım Hikmet;

-”Sizinle yakından ilgilenmek istiyorum... Önce Fransızcayı ele alacağız... Sonra da öteki konuları, tahammülünüz var mı?..”

-”Var...”

-”Pekala bu iş oldu...”

Böylece anlaştılar...

Sabırlı ve hoşgörülü bir öğretmen gibi Orhan Kemal’le uğraşmaya başladı...

Aradan birkaç ay geçti...

Orhan, Nazım’dan azarı işittikten sonra şiiri bırakıp, düz yazı denemelerine girişti... Günün birinde onun, bir romana başlangıç olarak yazdığı bir yazıyı arkadaşları Nazım’a gösterdi... Nazım, Orhan’a döndü;

-”Siz mi yazdınız bunu?..”

-”Evet...”

-”Birader neden söylemediniz bunları... Siz düzyazı yazın, düzyazı... Bir küçük hikaye deneyin, göreceksiniz ki başaracaksınız...”

Böylece Orhan Kemal cezaevinde tam üç buçuk yıl Nazım’ın öğrencisi ve en yakın dostu oldu...


Orhan Kemal’in Nazım’a Yazdığı Şiir

1943 güzünde Orhan Kemal, cezası bittiğinden, salıverilir. Nâzım Hikmet üç buçuk yıl birlikte yaşadığı bir baba, bir ağabey gibi sevdiği, bir meslektaş gibi eğittiği arkadaşının gidişiyle sarsılır:

“Raşit çıkıyor. Elbette seviniyorum, hem de çok. Fakat içime ayrılığın hüznü düştü. Ondan bir insan, bir arkadaş, bir meslektaş olarak hiçbir şikâyetim olmadı. Ona ne kadar alıştığımı ve ne kadar onu sevdiğimi şimdi daha kuvvetle anlıyorum.”

***

Orhan Kemal 26 Eylül 1943 tarihinde cezaevinden ayrılmazdan önce “Nazım Hikmet’e” bir şiir yazar. Ustası şiiri okuyunca ağlar:

“ Sen Prometenin çığlıklarını

Kaba kıyım tütün gibi piposuna dolduran adam

Sen benim mavi gözlü arkadaşım

Kabil değil unutmam seni

26 Eylül 1943

Seni yapayalnız bırakıp hapishanede

Bir üçüncü mevki kompartımanda pupa yelken

Koşacağım memlekete

Tren bir güvercin gibi çırpınarak istasyona girecek

Gözü yaşlı bir genç kadına beş senenin ardından

Kocasını getirecek

O dem ki boş verip istasyon halkına

Yanaklarından öperken sevgilimi

Sen neşeli mavi gözlerinle bakacaksın içimden

Bana

O dem ki yürekten her şey atılacak

Ekmek, kin hasret, fakat nazım hikmet

Sen şu kadar kilometre uzakta kalmama rağmen

Aydınlık yüreğimin duvarına dayayıp sarı saçlı başını

Batan bir yaz güneşi hüznüyle ağlatacaksın arkadaşını

Günler geçecek ekmek derdi çökecek omuzlarıma

Fabrika, makinalar tezgâhım

Sana şeker kamışı, portakal yollayacağım

Karım yün çorap örecek, her hafta mektup yazacağız

Askere almazlarsa eğer

Unutabilir miyim seni

Tahtakurusu ayıkladığımız hapishane gecelerini

Ve radyoda şark cephesinden haber beklediğimiz

Müthiş anların küfürünü

Radyonun yanındaki duvara

Kurşun kalemiyle abus insan yüzleri çizmiştin

Unutabilir miyim seni hiç?

Hala beton malta boylarında duyuyorum

Takunyaların sesini!

Unutabilir miyim seni?

Dünyayı ve insanlarımızı sevmeyi senden öğrendim

Hikâye şiir yazmayı

Ve erkekçe kavga etmeyi, senden!”

***

Orhan Kemal’in tahliyesinden sonra Nâzım Hikmet bir yandan çeviri işini yürütürken, bir yandan da Memleketimden İnsan Manzaraları’nı yazmayı sürdürür.


İlk Öyküleri

1940 yılında Bacaksız Orhan takma adı ile Yeni Edebiyat dergisinde çıkan Balık, onun yayımlanan ilk öyküsüdür. 1943 yılında İkdam gazetesinde "Asma Çubuğu" öyküsünde Orhan Kemal adını kullanmaya başlamıştır. Kalemi Panait Istrati ve Maksim Gorki öykülerinden etkilenmiştir. Hayatın içinden basit konuları, samimi bir dille anlatan yazıları okuyucular tarafından beğenilmiştir.

1943'te ceza evinden tahliye olunca Adana'ya dönmüş geçimini amelelik ve hamallık yaparak kazanmıştır. 1944 yılında doğan oğluna sevdiği dostu Nazım’ın adını vermiştir. Hapse girmesi nedeniyle tamamlayamadığı 35 günlük askerlik hizmetini tamamlamak üzere 1945 yazında askere çağrılmış Askerlik dönüşü kısa süreli işlerde çalışmıştır. Bu yıllarda hikâye yazmaya devam etmiş hikâyeleri edebiyat dergilerinde yayınlanmıştır. 1945 yılında yapılan ankette okurlar tarafından ‘en beğenilen hikâyeci’ seçilmiştir. İlk öykü kitabı Duygu 1948, ilk romanı Baba Evi 1949 yılında yayımlanmıştır.

İstanbul’a Taşınması

1949'da babasını kaybettikten sonra çocuğuna babasının adını vermiş, doğumdan sonra ailesiyle İstanbul'a yerleşmiştir. Hayatının geri kalanında geçimini kitap, makale, film senaryosu yazarak sağlamıştır.

1952 yılında yayınladığı Murtaza ve Cemile romanları ile tanınmış 1954 yılında yazdığı Bereketli Topraklar Üzerinde isimli romanı ile topraksız tarım işçilerinin dramını hayatını kaleme almış, yine aynı yıl 72. Koğuş’u yazmaya başlamıştır. 1957' yılında dördüncü çocuğu Işık doğmuştur.

1958 yılında “Kardeş Payı” adlı öyküsü “Sait Faik Hikâye Armağanı” kazanmıştır.

Yazdığı film senaryoları sansürden geri çevrildiği için “ İlhan F. Demir, Yıldız Okur” imzası ile kaleme almak zorunda kalmıştır.

1964 yılında “Devlet Kuşu” isimli romanından uyarlanan “İspinozlar” oyunu ile tiyatroya adım atmıştır. İstanbul Şehir Tiyatroları'nda sahnelenen oyun iki buçuk ay sonra bilinmeyen bir nedenle kaldırılmıştır.

1965 yılında “Nâzım Hikmet’le 3,5 Yıl" adlı anı kitabını ve “Bir Filiz Vardı” adlı romanını yayınlamıştır.

1966'da "hücre çalışması ve komünizm propagandası" yaptıkları gerekçesi ile iki arkadaşı ile birlikte tutuklanmış bir ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakılmıştır.

1967 yılında “72. Koğuş” isimli romanını oyunlaştırmıştır. Ankara Sanat Tiyatrosu tarafından sahnelenen bu eser ile “Ankara Sanatseverler Derneği” tarafından en iyi oyun yazarı seçilmiştir. 1969 yılında Türk Dil Kurumu Ödülü'nü ve Sait Faik Hikâye Armağanı'nı Önce Ekmek adlı kitabı ile almıştır.

1970 yılında “Bulgar Yazarlar Birliği' kendisini Sofya’ya davet etmiştir. Bu daveti kabul ederek Sofya’ya giden yazar, aynı zamanda babaannesinin soyunun bulunduğu yerleri gezip not almak ve "93'ten Bu Yana" adıyla ailesinin hikâyesi için bilgi toplamak istemiştir.


2. Haziran 1970 tarihinde Sofya’da bulunduğu sırada geçirdiği beyin kanaması nedeniyle tedavi görmekte olduğu hastanede vefat etmiştir. Cenazesi 5 Haziran 1970'te yurda getirilerek Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedilmiştir.

Orhan Kemal’in oğlu Işık Öğütçü,
Ayça Öztorun’la yaptığı söyleşide babası ile ilgili şunları anlatıyor:

“Annemiz Nuriye Hanım oldukça emektar şefkat dolu bir insandı. Fatih’te küçücük bir evde otururduk. Bir açılır kapanır masamız, duvarda eski bir radyomuz vardı. Tek eğlencemiz oydu. Oturacak küçük bir oda ve çok küçük bir mutfak. Anneme, seksenli yaşlarına geldiğinde sormuştum “Anne, babamız parasız pulsuzdu. Düşüncelerini kağıda aktardığı için hapislere girip çıkmıştı. Babamla evlenmeden önce varsıl insanlar, sana evlilik teklifinde bulunmuşlar. Neden gittin babamı seçtin?” dedim. Annem şöyle bir durdu. Duygu dolu gözlerle bana baktı ve “Ben babanı çok sevdim” dedi. Annem, bence bu ailenin kahramanıydı. Annemin adı Nuriye. Babam Cemile adlı romanı annemden esinlenerek yazmış. Annem, babamız hapise girdiğinde bizim umutlarımızı kırmamış, “Okulunuzu okuyup bir yerlere geleceksiniz. Gerekirse emeğimle çalışır, sizi kimselere muhtaç etmeden okuturum” demişti.”

Anısını yaşatmak için İstanbul'un Beyoğlu ilçesinde, Cihangir semtinde Orhan Kemal Müzesi açılmış. 1972 yılından itibaren anısına “Orhan Kemal Roman Armağanı” roman yarışması düzenlenmektedir. Ayrıca Fatih Ordu Caddesi üzerinde adının verildiği bir kütüphane bulunmaktadır.

KİTAPLARINDAN ALINTILAR

Çukurova’nın yoksul ve topraksız köylüsünün hayatını anlatırken tasvirleri ile anı yaşarsınız.

“Aliii!"

"Hı?"

"Pilav pişti oğlum."

"Geliyorum ana"

"Soğan da ister misin?"

"Bak hele bak. Hastaya kar sorulur mu?"

...

Pamuk

Çukurova'nın bereketli topraklarından binler, on binlerce insanın çabası, alın teri emeğiyle elde edilen" Beyaz Altın"

(Sayfa 63)

...

Anca beraber kanca beraberdi sözde. Hani? Neredeydi? Demek düşmiye görmeliydi insan...

(Sayfa 78 )

...

Çukurova'nın kızgın güneşi alabildiğine kavramıştı gene ortalığı..."

..,

İflahsızın Yusuf

Bir insan ya insan olmalı, insanlar için canını vermeli, ya da kalabalık etmemeli dünyamıza! Ben bunu bilir bunu söylerim.

(Sayfa 164 )

...

Çukurova’da bahar harikadır! Gök masmavi, kırmızı topraklar yemyeşildir! Çukurova’nın bereketli toprağına dört kilo çiğit at, seksen kilo kütlü, yani tohumlu pamuk versin! Çukurova insanına peygamberler, kitaplar dolusu sabır, tevekkül ve kanaat getirmiştir. Allah hakkı! Ölseler bile ne! Öte dünya vardır. Kuş gibi uçup gideceklerdir cenneti âlâya. Cenneti âlâda yağdan, baldan dağlar; sütten ırmaklar…”

(sayfa: 186)’

Mal sahibine göre gördükleri iş, harmandan buğday demetlerini omuzlayıp omuzlayıp, harman makinesine koşturmaktan ibaretti.

(sayfa- 220)

...

" Böyle gelmiş ama böyle gider mi bilmem..."

(Sayfa 230)

...

Emekçiyim ben, köle değil! (sayfa- 111)

...

Keşke o kuşların arasında olsaydı insan olacağına!

Gözlerini yumdu.

Ya da kanadı olsaydı insanların, kuş misali, uçsalardı, uçabilselerdi.

(Sayfa 250 )

***

Samanyolu Söylencesi...

Yıldızlar kaynaşıyordu gökte. Yedikardeşleri aradı, buldu. Kırık leğençeyi* aradı. Derken Samanyolu. Samanyolu'ndan aklı bir zamanlar nenesinin anlattığı Uğru Abbas'a gitti. Nenesinden duyduğuna göre Uğru Abbas hırsızdı. Bir kalbur saman çalmış, kaçarken samanlar saçılmış, gökteki samanyolunun esası buymuş.

(Bereketli Topraklar Üzerinde)

***

Okurlarına şöyle seslenir:


Eşe Dosta Selam,

İnandığım doğruların adamı oldum. Böyle yaşadım, karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanatımda yapmaya çalıştım. Kursağıma hakkım olmayan bir tek kuruş dahi girmemiştir.

"Beni çoğunlukla gündüzleri sokakta görürler. Ben devamlı bir yerlere giderim. Bir yerlere uğrar, bir yerlerden bir yerlere göçer dururum. Yıllardır her sabah, yaz demez, kış demez sabahın dördünde kalkarım yataktan. Ve sabah dokuza kadar yazımı yazarım. Sonra sokağa çıkarım. İkbal'e uğrar kahvemi içerim. Yazmak için yaşamak, duymak, halkı algılamak gerekir. Bir yazı için çok gereklidir halkın içinde kalabilmek. Ve halkın değişimini algılamak. Eskimemek için. Hatta değişimi yakalamak, bu değişimin dışına düşmemek gerekmektedir. Ve bunun ötesinde bir yazar olarak yaşamım günü gününe sürer gider. Her gün çalışmak, her gün yazmak, her gün boğuşmak gerekir ekmekle. Bu arada halktan yana olduğum için de çok güç bir fatura ödetirler."

"Bozuldu ağa bozuldu, dünya kökünden bozuldu. Üstüne bastığım toprak, ayaklarımın altından kayıyor sanki. Bu gün dünü arıyoruz, yarın da bu günü arayacağımızdan şüphen olmasın.”

*

İstediğin kadar büyük ol, geldiğin yer toprak, gideceğin yer gene toprak.”

(Eskici ve Oğulları)

***

Borç borç borç… O kadar oku, sonra gel elifi mertek belleyen birine köle ol!

(Ekmek Kavgası )

***

"Ben senin büyüğün değil miyim? Ekmek veriyorum sana!"

"Sen? Bana ekmek veriyorsun ha? Sen kimsin de bana ekmek vereceksin? Çalışıyorum ben, alnımın teriyle kazanıyorum onu ... Bana ekmek veriyormuş ... Ben çalışmayım da sen bana ekmek ver.. Ulan siz değil ekmek, günahınızı bile vermezsiniz bedavadan!"

(Grev)

***


Hiç bitmeyecek mi senin bu okuman?

Muhsin usta gözlüğünü çıkardı,

Camlarına hohladı, sildi, gözüne takarken:

— Bitmeyecek, dedi.

— Hiç mi?

— Hiç.

— Niyetin katip olmak mı yani?

— Hayır.

— Ya?

— İnsan olmak!

(Vukuat Var /Hanımın Çiftliği 1)


Yazdıkları ile halkın içinden gelen insan olmanın en güzel değerlerini yazılarında bize ulaştıran değerli yazarımıza saygıyla…

Kaynaklar:

1)- Orhan Kemal, Nâzım Hikmet’le Üç Buçuk Yıl, 1965.

2)- Nâzım Hikmet, Kemal Tahir’e Mahpushaneden Mektuplar, 1968.

3)- Nazım Hikmet, Asım Bezirci, Evrensel Kültür Kitaplığı, Şubat 1996.

4)- Orhan kemal internet sitesi

5)- Wikipedia Orhan kemal biyografi

6)- Yazarın kitapları

*

ARAŞTIRMA, DERLEME: Semihat KARADAĞLI

48 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

1 comentário


Erhan Tığlı
Erhan Tığlı
03 de dez. de 2023

Orhan Kemal çok sevdiğim bir yazardır. Çoğu öykülerini, oyunlarını okudum. Kendisini gördüm ama o zaman tıfıl bir yazar olduğum için konuşmaya çekindim. Adı gibi Kemaldir o. Sevdiğim üç kemalden biridir; Mustafa Kemal, Yaşar Kemal ve Orhan Kemal.

Yayınevi ve kitapçılar tarafından çok sömürülmüştür.

Curtir
1/706
bottom of page