top of page
Yazarın fotoğrafıNiyazi UYAR

NUTUK'U OKURKEN

Güncelleme tarihi: 26 Eki 2023




Atatürk ile ilgili okumalar yaptıkça onun yüceliğine yeniden, yeniden şahit olurken hayranlığım artıkça artıyor.


1919 koşullarını anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalır:


Dağıtılmış, silahları elinden alınmış bir ordu, her şeyi ile çökmüş bir devlet,

Sürekli savaşlarda yenilen bir ordunun bağrından çıktığı milletin durumu.

Toptan iflas etmiş bir devlet aygıtı ve özgüvenini çoktan kaybetmiş, ondan bundan medet uman bir yönetim erki!

Saltanat makamı İngilizci, İttihatçı Enver ve Cemal Paşalar Almancı, Damat Ferit İngiliz’den çok İngilizci, az çok mürekkep yalamış aydınları Amerikancı, İstanbul’da, Anadolu’da olan bitenden haberi olmayan halk!


Osmanlı’nın Birinci Paylaşım Savaşı’na girmesi maceradan başka bir şey değildi. Savaşın sonunda müttefiklerimizle birlikte yenildik ve önümüze koyulan Mondros silah bırakışması, akabinde “imzala” diye dayatılan adına barış antlaşması denilen Sevr!


Mondros Silah bırakışması ve Sevr Antlaşması, Osmanlı’nın tükenişinin belgeli, tescilli yok oluşudur. Mondros’u Osmanlı İmparatorluğu adına Bahriye Nazırı Rauf Bey imzalamış. İtlaf devletleri her şeyi o kadar bilinçli icra etmişler ki şeytan bile şeytanlığından utanır. Anlaşma Limni Adası’nın Mondros Limanına demirlemiş Agammenon zırhlısında imzalanmış.


Agammenon adına dikkat çekmek lazım. “Agammenon” Akalarla, Ispartalılar arasındaki savaşta, Aka kralının adıdır. Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’nda Yunanlıları denize döktükten sonra “Hektor’un öcünü aldım,” demesi Mondros’a bir göndermedir. Bu, tarihi doğru okumanın, doğru anlamanın fiiliyatıdır. Türk tarihini çok iyi bilen Mustafa Kemal, şimdi yerlerinde yeller esen “Sümerbank ve Etibank” adlarını Türkiye Cumhuriyetinin kalkınmasının motor gücünü meydana getiren işletmelere vermesi bir tesadüf değildir.


19 Mayıs 1919


Mustafa Kemal, Dokuzuncu Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıkar. Görevi özellikle Trabzon ve Samsun çevresinde Rum halkına karşı başlatılan tedhiş hareketlerini önlemektir. Fakat o, önlemek şöyle dursun İşgale karşı halkı örgütlemeye başlar. Bu durum Saray’ın hoşuna gitmez, geri çağırır; fakat Mustafa Kemal kabul etmez bunu, İstanbul’dan ayrılalı daha 53 gün olmuştur. Emre uymadığı gerekçesiyle Vahidettin’in buyruğu ile görevine son verilir, bütün yetkileri elinden alınır ve Dürrizade Abdullah Efendi’nin fetvasıyla gıyabında idama mahkûm edilir.


“Olmazsa… Olmazdık!”


Sahi olmazsa ne olurdu, nasıl bir sonuç olurdu, bugün nasıl bir coğrafyada yaşardık?

Bu soruya, içinde az çok insanlık ve vicdan kırıntısı olan, akli melekelerini kaybetmemiş bir insanın vereceği cevap şöyle olmalıdır:


“Biz olmazdık, Türkiye diye bir devlet olmazdı!”


İşgal kuvvetlerine tam bir teslimiyet içinde olan saltanat makamı, onun yerli işbirlikçileri, aleni bir ihanetin içindeydiler…


Büyük Nutuk


1919 - 1927 tarihleri arasını içine alan, söylev türünün en muhteşem örneği sayılan bir anı kitabıdır. Mustafa Kemal, yaşadıklarını, sıkıntılarını, kimi arkadaşlarının onun başarısı karşısında un ufak olan kişiliklerini, onların kıskançlık sendromunu, kaprislerini anlatmıştır. Fakat diğer yandan hemen her koşulda, onun yanında olan, İsmet Paşa’yı, Fevzi Paşa’yı devrim tarihimize altın harflerle kaydetmiştir...


Mustafa Kemal’i aleni ihanet içinde olanlar, yerli işbirlikçiler yorduğu gibi, özellikle Sivas Kongresi günlerinde “mandacılar da” çok yormuştur.

Onun yol haritası Amasya tamimi ile ortaya çıkmıştır:


Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır!”


Bu “tam bağımsızlık,” demektir, alınacak bütün kararların, Erzurum ve Sivas Kongresi’ndeki görüşmelerin, mihenk taşıdır. Bu şiar bundan sonra yürünecek yolun istikametini belirlemiştir.


“Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır!”


Aldığı kararlarla mahalli bir kongre olan Erzurum Kongresine 56 delege katılmışken, kararları itibariyle ulusal olan Sivas Kongresine 38 delege katılmıştır. Çünkü Sivas Kongresinin yapıldığı günlerde, gerek kongre delegeleri, gerek İstanbul hükümeti işleri epeyce çıkmaza sokmuştur. Hatırı sayıdaki delege Amerikan mandasını kabul etmemizle kurtulabileceğimizi, kalkınabileceğimizi ballandıra ballandıra anlatarak delegelerin kafalarını karıştırmıştır. Hatta bu Amerikan taraftarları, Amerika’nın Filipinleri adam ettiğini savunmuştur ısrarla.


Mustafa Kemal’in çalışma arkadaşlarından özellikle Refet Bey ve Rauf Bey’in:

“Biz padişahın ekmeğini yedik, ona ihanet edemeyiz, düşmanı yurttan kovduktan sonra saltanatın, hilafetin devam etmesini ısrarla dile getirip teminat istemişler. Paşa, her iki arkadaşını da çok iyi yöneterek, onları küstürmemiştir.


Görüşmeler:


Nutuk da dikkatimi çeken bir başka nokta, kongrelerde ve meclisteki görüşmelerde, tartışmaların günlerce sürmesi. Konuşmalara dair bir süre kısaltması olmamasıdır. Üyeler bilgi birikimlerine, konuşma kabiliyetlerine göre dilediği kadar konuşmuştur. Mesela İsmet Paşa hükümeti aleyhine verilen gensoru görüşmeleri üç gün sürmüş. Bugünkü mecliste konuşmacılara beşer dakika süre verilmesi, meclisin geldiği yeri ortaya koyması bakımından fevkalade önemlidir.


Bugünkü mecliste bir kanun maddesine dair, konuşmacılar, konuşabilmek için köy çeşmelerinde su kuyruğuna giren kadınlar gibi sıraya giriyor. Ne büyükmüşsün Aziz Atatürk, yüz yıl önce bile bugünden yüz yıl ilerideymişsin. O koşullarda dahi, demokratlığın örneklerini ortaya koyarken, özgüvenin, bilgi birikiminin ne kadar yüksek olduğunu cümle alem bir kez daha görüyor.


Telgraflar:


Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın kilometre taşlarından biridir telgraf. Makine başında anında verilen cevaplar, olağanüstü birikimin, hazırcevaplılığın ürünüdür. Mustafa Kemal’in İstanbul hükümetleriyle, kolordu komutanlarıyla, valilerle, kuvvacı arkadaşları ile olan yazışmalarında bunu görüyoruz. Denebilir ki “Kurtuluş Savaşı, savaş meydanlarında kazanılmıştır,” evet ama “telgrafları” da buna ilave edin demek lazım. Mesela yalnızca “telgrafçıları” konu alan bir sinema filmi çekilse, ne bileyim “telgraflara dair bir kitap yazılsa harika olmaz mı? Sivas Kongresinden sonra “Temsil Heyeti," 23 Nisan 1920 den sonra Büyük Millet Meclisi, 29 Ekim 1923 den sonra da, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı adına telgraflar yazmıştır.


İsyanlar.


Bir tarafta milli ordu kurma çalışmaları devam ederken, öte tarafta Saltanat makamının, İngilizlerin desteği ile çıkarılan isyanlar.


Acı olan bu isyancıların halkın dini duygularını kullanıp din adına isyan çıkarmasıdır. Din, halkın hassasiyet gösterdiği, bir alandır. Bu alanın bezirganların eline geçmesine izin vermemek lazım. Halkımızın bu konuda çok dikkatli olması lazım. Düşünebiliyor musunuz, İngiliz senin dini değerlerine saygı gösterecek, senin dinini yüceltecek! Yani din adına isyan çıkaran bu şarlatanlara yardım edecek, aklınız alıyor mu?


Mesela, Aznavur çetesinin isyanı, sonra Düzce Ayaklanması, Adapazarı Hendek Ayaklanması, Tokat - Zile Ayaklanması… Say sayabildiğin kadar, irili ufaklı yirmiye yakın isyan çıkmıştır. Milli ordu, bir tarafta Yunan’la savaşırken, bir tarafta da isyanlarla uğraşır. Bu isyanları bastırmak için milli ordu çok kayıplar vermiştir.


Mesela Kerkük Musul, Misakı Milli sınırlarında olmasına rağmen, İngiliz ajanı Şeyh Sait’in çıkardığı ayaklanma neticesinde, buraların sınırlarımız dışında kalmasına sebebiyet vermiştir. Milli ordu bütün enerjisini bu ayaklanmayı bastırmak için harcadığından maalesef Kerkük – Musul sınırlarımız dışında kalmıştır.


Ya Çerkez Ethem:


Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç günlerinde çıkan isyanları bastırmadaki faydası yadsınamaz. Ancak ne var ki Ethem’in düzenli orduya karşı çıkması, disiplin altına girmek istememesi, kendini de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin üstünde görmesi, ulu orta İsmet Paşa ve Mustafa Kemal aleyhine konuşması, sonra “Mustafa Kemal’i meclisin önünde asacağım,” gibi ifadeler kullanması bardağı taşırmıştır. Ethem’in isyanı milli ordunun kuruluş günlerine, yani İnönü Savaşları dönemine rastlar ki bu ihanetin ciddiyetin göstermesi bakımından çok iyi irdelenmelidir.


Ethem ve kardeşlerinin İsyanı bastırıldıktan sonra onun kardeşleri ile birlikte Yunan kuvvetlerine sığınması hiçbir şeyle açıklanamaz. Sonra da Ethem’in İstanbul hükümetine telgraf çekip hizmetlerinde olduğunu söylemesi alçaklıkta geldiği nokta, bir ihanetin belgeseli olarak kaleme alınacak bir durumdur.


Nutuk’u okurken şuna dikkat kesildim. Her kelime yerli yerine oturmuş, kelimeler çok bilinçli seçilmiş, iddialar belgelerle desteklenmiş.


Nutuk’un yazıldığı günler genç cumhuriyetin emekleme günleridir. Yapılacak o kadar çok iş vardır ki böyle 600 sayfalık belgeli bir eseri ortaya çıkarmak olağanüstü bir gayret ister. Mustafa Kemal’in otuz iki saat uyumadan çalıştığını yazar bazı kaynaklar. İnsanın aklı almıyor. Böyle bir çalışma olağanüstülükler ister. Aslında şaşırmamak lazım, o, ne sen, ne ben; O, tarih yazan, tarihin akışını değiştiren, bir lider, sıra dışı bir insan, Tanrının Türk ulusuna bahşettiği eşsiz bir kahraman!


Nutuk’taki inandırıcılık, bilgi birikimin yoğunluğu ile birlikte belgeleri yerinde kullanmadaki ustalıktır. Nutuk, Türk edebiyatında söylev türünün en güzel örneği olmakla birlikte dünya edebiyatında da çok önemli bir yere sahiptir. Siyaset ve edebiyat tarihinde - günde altışar saat olmak üzere altı gün - bu kadar uzun, bu kadar esaslı hazırlanan bir söylev olduğuna dair somut bilgi yoktur. Bu kadar bilgi, belge öyle akşamdan sabaha olacak bir şey değildir. Mustafa Kemal’in dört bine yakın kitabın altını çize çize not alarak okuduğunu biliyoruz… Olağanüstü bir şahsiyetin yapabileceği bir şeydir bu.


Nutuk, tür olarak bakıldığında diğer türler arasında en zor olanlardan biridir. Öğreticidir, kısa cümlelerle bir gaye için yazılır ve söylenir. Mesajın daha kolay anlaşılmasını sağlayan cümle yapısı ve ses rengi dinleyenin motivasyonunu büyütmesi açısından fevkalade önemlidir. Konunun yazılı olması, planlama açısından, konu dışına çıkmayı önler; fakat aslolan seslendirilmesidir, yani sesin kullanımıdır. İnsanları ikna etmek, örgütlemek savaşa götürmek, yani onları ölüme götürmek, öyle yüz, iki yüz kişiyi değil, binleri, on binleri…


Mesela Çanakkale’de “ben size savaşmayı değil; ölmeyi emrediyorum,” demiş, mesela Ulusal Kurtuluş Savaşında: Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanı ile sulanmadıkça terk olunamaz,” demiş! O, askerin motivasyonunu yükseltip savaşı lehine çevirmeyi bilmiştir. İşte onları ölmeye göndermenin sihri, inandırıcılıkta, ona duyulan güvendedir.


Büyük Nutuk, “Maraton Nutuk,” olarak tarihteki yerini alırken bir Amerikan dergisi Nutuk’u 400.000 kelimelik mesaj olarak kayıtlara geçirmiştir.


Nutuk, öğretici bir metin olmakla birlikte duygusallığı yoğun bir eserdir. Araştırmacılar, Atatürk’ün nutku okurken, o günleri tekrar yaşadığını yer yer gözyaşlarını tutamadığını yazar. Gözyaşlarını tutamaması çok doğaldır, çünkü


“1919 da Samsun çıktım, genel durum ve görünüm,”


Diye başladıktan sonra yaşadıklarını saat saat anlatarak, o günlere yolculuk yapmıştır: Nutku okurken aldığı ölüm tehditlerini, ihanetleri, tuzakları, kaypaklıkları, döneklikleri tekrar yaşamıştır…


Cumhuriyetin yüz akı Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ’ın şu saptamasına ben de canı gönülden katılıyorum. “Bu millet iki kitabı okuyup anlamadığı için çok hata yapıyor, çok yanlış yapıyor.


Biri Kuran-ı Kerim, diğeri Nutuk.


Akli melekeleri yerinde olan birinin dinini, diyanetini başkasından öğreneceğine kendi okuma zahmetinde bulunsa olmaz mı? Maalesef böyle olmadı, insanlar dinini bir başkasından öğrenmeye baktı, böylelikle dinden menfaat temin eden bezirganların tuzağına düştü


Bir milletin kendi dili ile ibadet etmesinden daha doğal ne olabilir ki oysa bunlar “din elden gidiyor,” diye feveran ediyor. Kuran’ın Türkçeye çevrilmesine karşı çıkmanın gerekçesini akılla mantıkla açıklamak mümkün değildir. Hakiki inançlı insanlar dininin icaplarını yerine getirirken softa sınıfının, din simsarlarının oyunlarına alet olmamalıdır.


İçinde bulunduğumuz yüzyılda, mesela oruçlu iken denize girmek oruç bozar mı, sakız çiğnemek oruç bozar mı, kan vermek oruç bozar mı, kuaföre gitmek oruç bozar mı … gibi sayısız sorular, olacak şey mi?


Bir de okullarda - yazık ki benim de içinde bulunmaktan onur duyduğum teşkilat - Nutuk’un okunması, incelenmesi konusunda akla yatkın hiçbir proje geliştiremedi; ülkenin geleceği genç dimağlara işgal günlerinden bağımsız bir devlete nasıl kavuştuğumuz anlatılamadı, ya anlatılmadı!


Kurucu liderinin, tam bağımsız Türkiye yolunda bu ülke insanın yaşadıkları, çektiği sıkıntılar, özgür yaşamanın güzellikleri, bağımsızlığın erdemi çocuklarımıza, gençlerimize hissettirilemedi.

Atatürk için gençlik çok önemlidir, çünkü gençlik gelecektir, özgür ve bağımsız yaşamaktır. Bakın Aziz Atatürk, Nutku şöyle bitirmiş:


“Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türk Cumhuriyet'ini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır.


Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerait, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.


Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.


Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk istiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır!


Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur!

5 Mayıs 2021 Salihli

82 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/706
bottom of page