top of page
1/2

NURULLAH ATAÇ

Güncelleme tarihi: 21 May

"Fuat Köprülü'yü, Mehmet Kaplan'ı öğretmen okulundan , hatta ders kitaplarından bilirdim. Şimdi 50 yıl sonra ne kadar tuhaf geliyor, o zamanlar sağın da entelektüelleri, aydınları vardı demek ki.

Ne diyorsunuz siz, görünen bizi olduran, baskın, geleneksel kültür de onların aktardıklarıydı aslında. İlk öğrenci hareketleri başladığında çevremdeki sözüne itibar edilen çok CHP'linin "sallandıracaksın bir kaç tane, bak nasıl adam olurlar," ürperten deyişlerini kulağımın dibinde dün gibi anımsarım. Uzun süren bir iktidarla birlikte güç zehirlenmesine uğramış, durmuş, donmuş, statükocu bir anlayışları vardı ve bu anlayış önce 68 kuşağını, sonrada Ecevit'i yaratacaktı.

Düşünebiliyor musunuz? Benden bir kuşak öncesi herkes CHPliydi. Bugün herkesin AKPli olması gibi...

Hayat tuhaftır, karşıtlarına ömrünü borçlu olursun bazen.

O zamanlar solun böyle adamları çok yoktu ya da olanlara göz açtırmıyorlardı. Nazım'dan, Sabahattin Ali'den bu yana her yerde ve her koşulda farklı bakanlar, aykırı insanlar, vatan haini gösterilip aleyhlerindeki yoğun olumsuz propaganda ile yerilmeleri gelenekselleşmiş, artık itibarları maya tutmaz olmuştu.

Ta Yavuz'un Şah İsmail'le kavgasından bu yana kolayımıza geldiğinden mi, meşrebimize uyduğunu gördüğümüzden mi, yoksa insanın kanından mı bilmem, ama benimsediğimiz; bükemediğin eli önce karalayacak, sonra ısıracaksın deyişine uygun davranmış, yerin dibine sokmuştuk var olan anlayışın rakibi ve doğal hasmı solu. Dirilişini kanlı ölümlere borçlu olacağı kimin aklına gelirdi? Deniz Gezmişlerin ve çağdaşı diğer devrimci çocukların canlarını feda ederek Türk soluna ilk kazanımları, inkar edilemeyecek netlikte, şakasız, samimi yurtseverlik yargısı olacaktı. Bu onlar ve arkalarından gidenler için her türlü küçültücü yakıştırmanın tutmayacağı muhteşem bir zırhtı.

Oysa onlardan çok önceleri bir eleştirmen aydın safları yara yara hızla yol alıyordu. Herkesin yerden yere çaldığı Orhan Veli'yi ilk arkalayan o olacak ve Garip Şiirine ivme kazandıracak kadar da edebiyatta güç ve nüfuz sahibiydi de.

Çünkü öncelikle CHP itibarının şişirdiği bir yelkeni olan ATAÇ'tı o.

CHP de hoş bugünkü CHP değil, hatta 60'lı yılların "ortanın solu" bile değil...

Atatürk'ün muhteşem zaferi ve kuruluş günlerinin ihtişamlı günleriyle birlikte kazandığı yükselişi hala koruyan, ta 70'li yılların Ecevit'ine kadar itibarı kendinden menkul; Kurtuluş Savaşı gazisi ilerici olduğu sanılan, aslında çürüyen su gibi bir kenarda akışkanlığını yitirmiş, renksiz, kimliksiz ama akmayan kokmayan ama 1950 yıllara değin, ülkenin tek siyasal gücü olmayı başarmış CHP'nin de tuttuğu bir yazardı ATAÇ.

Ankara'ya ilk geldiğim yıllarda Türk Dil Kurumu çevresinden de tanıdığım, henüz yazarlıkları tescillenmemiş Emin Özdemir ve Adnan Binyazar gibi eğitimcilerden ilk duymuştum ATAÇ!ı. Aynen sağcıların Mehmet Kaplan'dan söz edişleri gibi biraz da kutsallık katarak anlattıkları ATAÇ'ı belki bu denli siyaset, CHP kokmasından dolayı belki biraz da bundan uzun yıllar sevemedim. Ne var ki sonraki yıllar da CHP'nın evrimini iyice anladığımda CHP'den çok daha ilerde büyük bir dilci, öngörülü bir aydın olduğunu çok düşünecek önyargımdan kurtulup takdir edecektim. "


Şenol YAZICI


*

Nurullah Ataç, 1898'de İstanbul'da dünyaya geldi. 1957'de Ankara'da hayatını kaybeden deneme eleştiri ve çeviri yazarı Nurullah Ataç, Hammer'in Osmanlı Tarihi'ni dilimize çeviren Ata Bey'in oğludur. Galatasaray Lisesi'ni bitirdi. Bir süre Edebiyat Fakültesine devam etti. (1922) İlk görevi Nişantaşı lisesinde Fransızca öğretmenliğidir. Ticaret Bakanlığında çalıştı. (1925-26); İstanbul, Ankara ve Adana liselerinde Fransızca, Gazi Eğitim Enstitüsü'nde Batı Edebiyatı öğretmenliklerinde bulundu. Emekliye ayrılıncaya kadar Cumhurbaşkanlığı çevirmeni olarak çalıştı (1957).


1957 Yılının 17 Mayısında öldü.

1955 yılında gut ve şeker hastalığı ortaya çıkmıştı.

Eşinin 1955 yılında ölümünün ardından karaciğer ve böbrek rahatsızlıkları başladı. 17 Mayıs 1957 yılında İstanbul Numune Hastanesi'nde hayatını kaybetti.


YAZDIKLARI

Her ne kadar asıl ününü eleştiri ve günceleriyle yapmışsa da şiir ve tiyatro üzerine yazıları da olan ATAÇ, yazı yaşamına tiyatro eleştirisi ile başlamıştır. İlk yazısı 1921’de Dergâh’ta yayımlanan “Türk Tiyatrosunda İlk Göz Ağrısı” adlı tiyatro eleştirisidir. Ataç, tiyatro eleştirisi ile ilgili yazılarını Dergâh ve Akşam dışında Hâkimiyet-i Milliye, Milliyet, Son Posta, Haber-Akşam Postası, Ulus, Son Havadis gazetelerinde ve Hayat, Darülbedayi (Türk Tiyatrosu), Yeni Adam, Ülkü dergilerinde yayımlamıştır. Bu gazete ve dergilerde 1921-1957 yılları arasında tiyatro hakkında yaklaşık 125 yazısı bulunmaktadır ve bu yazıları kitaplarına girmemiştir.

Türk Dil Kurumu yayın kurulu başkanlığı da yapan ATAÇ, ilk şiirlerini de yine Dergah'ta yayınlanmıştır.


Melâl Perisi*

Nurullah Ataç

Bağrıma bir gece çöktü ağlama,

Bir garip hayâlet girdi rüyâma,

Dedi: “Sen âşıksın artık akşama:

Çünkü ben gönlüne keder getirdim.


“Duyurmadan geçer sevginin günü,

Neşe bu cihânın dönmez sürgünü,,

Al armağanımı ve yar göğsünü:,

Yarası kapanmaz hançer getirdim.


Beni gördün, artık çıkmam aklından,

Titreyerek kaçar sana yaklaşan,

Al kanlar fışkırır elini sıksan:

Her yanı dikenli güller getirdim.


Bahâra erişip düşme emele,

Derdini yavaşça geceye söyle,

Başını eğip de şarkımı dinle:

Hicrân illerinden haber getirdim.”


* “Nurullah’ın Dergâh’da neşrettiği şiirler arasında hiç olmazsa bir tanesi vardır ki, -‘Yarası kapanmaz hançer getirdim’ mısrası bulunan şiirden bahsediyorum- devrin hece şiirleri arasında belki en güzellerinden biridir.”(A. H. Tanpınar, “Nurullah Ataç İçin”, Edebiyat Üzerine Makaleler, İstanbul: M.E.B., 1969, s. 465).


ANLAYIŞI

Cumhuriyet döneminin başlıca eleştirmenlerinden biri sayılır. Yeni yetişen gençleri sanat uğraşlarında uyarıcı, özendirici yazılarıyla desteklemesi, doğu ve batı edebiyatları hakkındaki derin ve köklü bilgisi, sanatçı kişiliği ile çevresini geniş ölçüde etkileyen Ataç, usta bir deneme yazarıdır. Ele aldığı konuları, her yönüyle tartışan ve en doğru yargıya varmaya çalışan, ama kesin yargıdan sürekli olarak kaçınan yazı dilimizde yeni bir söyleşi uslûbu yaratan yazardır.


TÜRKÇEYE BAKIŞI


Türk dilinin yabancı sözcüklerden arınması için bilinçli bir savaş verdi. Hayatının son yıllarında aşırı öz Türkçe ile yazdığı yazılarında bile dil zevkinden uzaklaşmadığı, düşünce dokusunu bozmadığı görülür. Eleştirilerinde çoğu kez öznel kalmasına karşın eserler ve yazarlar üzerindeki görüşleri daima ilgiyle izlenip değerlendirildi. Fransızcayı ve Türkçeyi çok iyi bildiği için yaptığı çevirileri de zevkle okunmaktadır.


Dil devrimi ve dilde yalınlaşmanın savunucularındandır. Türkçedeki yabancı sözcükleri kullanmamış, dille düşünce arasında dolaysız bir ilişki olduğunu, somut düşünme geleneğinin doğabilmesi için kavramların saydam, hangi kökten geldiklerinin anlaşılır olması gerektiğini vurgulamıştır. Bu yol da, Ataç'a göre: Latince, Grekçe, Farsça, İngilizce, Arapça gibi yabancı dillerin eğitimini zorunlu kılmakla başarılamayacağına göre, bunlardan alınan sözcüklerin Türkçeleştirilmesinden geçer:


Uydurma dil dediler mi, bir şey söylediklerini sanıyorlar. Söyleyim ben size; Bu uydurma sözünü, Türkçecilik akımına karşı bir silah diye kullanmaya kalkanlardan ne dediğini bilen, şöyle gerçekten düşünerek konuşan bir tek kişi tanımıyorum. Evet, uyduracağız, bizim yaptığımız, uydurduğumuz kelimeler de yavaş yavaş halka işleyecek, eski Arapça, Farsça kelimelerin işlediği gibi. Onların yerini tutacak.[8]


Bazı yazılarında arı Türkçe kullandığı için anlaşılmaz olarak eleştirilmiştir. Onu eleştirenler arasında Attilâ İlhan, Halit Fahri Ozansoy gibi isimler vardır.[3] Divan Edebiyatı geleneğini iyi bildiği anlaşılır, kişisel olarak zevk aldığını da belirtir, ancak zamanını doldurmuş bir edebiyat olduğu görüşündedir. Yazı diliyle konuşma dili arasındaki uçurumu kapatma çabasının bir parçası olarak özgün Türkçeyi ve devrik cümleyi kullanmasıyla döneminin yazarlarını da, daha sonraki kuşakları da etkilemiştir.


Oysaki ben, öz Türkçe için nice kazançları teptim, rahatımı kaçırdım, üzdüm kendimi, adımı deliye çıkarttım. Hepsi de ne dediklerini bilmez, kafalarına düşüncenin gölgesi bile girmemiş birer alıktır bana deli diyenler. Öz Türkçeye özenişim de duygularımın etkisiyle değildir. Latince, Yunanca öğretilmeyen bir ülkede tek doğru yolun, tek usul (akla uygun) yolun öz dile gitmek olduğunu düşüncemle anladım da onun için o yolu buldum.[9]

Kaynak: VİKİPEDİ

*

KISACA:

Ataç, Türk edebiyatında izlenimci eleştirinin ilk örneklerini vermiştir.  Dilde yalınlaşma ve tasfiyecilik devriminin savunucularındandır.


SON YAZISI:


ATAÇ'ı ölümünden beş gün önce 12 Mayıs 1957'de Ulus gazetesinde yayınlanan “Günce” başlıklı son yazısı ile analım. 


Usumuzu Beğenmek- Usları satağa (pazara) çıkaranlar, hepimiz gene kendimizinkini beğenir, onu alırmışız, öyle derler. Sanmıyorum bunun doğru olduğunu. Bütün kişiler gibi ben de az çok beğenirim kendimi, çok kimselerinkine değişmem usumu. Ancak bu, kimseninkine değişmem demek değildir. Geçmişte olsun, günümüzde olsun, usça, anlayışça, benden çok üstün kişiler bulunduğunu bilirim. Neden benzemek istemeyeyim, neden imrenmeyeyim onlara? Usları satağa çıkarsalar, Stendhalin’kini neden almayayım? 

İyi bir soruşturma konusu olur bu: ‘Usları satağa çıkarsalar, kiminkini almak isterdiniz?’ Gelgelelim çok kimseler işi beylik lakırdılara dökerler, öyle olunca da tadı kalmaz. 

Emin Ali Paşa da deliksiz bir uyku uyuyabilmek için, Kızlar Ağasının usunu istermiş. Öylesi de olur, o da kötü değildir. 

Yatmak- Bugün üçüncü gündür yatıyorum, üşütmüşüm, sayrılandım, onun için. Çok sıkılıyorum. Oysa ben yatmayı severim, günün uzun bir bölümünü yatakta geçiririm, yazılarımı çoğu yatakta yazarım. Gücün yatmak gerekince, dayanamıyorum, kalkmak, dolaşmak geliyor içimden. Galip’in üyçüğünü söylüyorum kendi kendime: 

Ab-ı hayat-ı sohbet-i ahbaptan cüda. 

Mahileriz ki lücce-i deryaya hasretiz.’ 

Bu üyçüğü andım da usuma geldi: Geçenlerde alığın biri, ‘Siz, aruzla yazılmış şiirleri sevmezsiniz değil mi?’ gibi bir söz söyledi. Söyleyişinden belliydi, o yırları yalnız sevmediğim değil, bilmediğim kanısındaydı. Öz Türkçeden yanayım, öz Türkçe yazıyorum ya, bilemem, sevemem eski dili, divan ozanlarının dilini! Hani Baki’ye, Nefi’ye, Arapça, Farsça tilcikler kullandıkları için çıkışanlar vardır, ben de onlar gibi düşünüp onlar gibi söyleyeceğim… Gençlerimizin çoğu böyle beylik düşüncelerle yetindikleri için alık oluyor. 

Beylik düşünceler onları alıklığa, alıklık da beylik düşüncelere götürüyor. 

Son. 11 Mayıs Cumartesi- Sayrılar evine düştüm. Bu kez önemliye benziyor. Öldürür mü, öldürmez mi? Orasını bilemem ya. İstanbul’a gidecektim, sağınlar (hekimler) bırakmıyor. 

Bir süre yazı yazamayacağız. Ben de yazamayacağım. Kavafoğlu da yazamayacak. Ayrılamaz benim yanımdan. 

Kim bilir? Ola ki son yazdığım çizeklerdir bunlar. Öyleyse ne yapalım? Bunca yıl yaşadım, yeter bana.” 

-İNONÜ ve ATAÇ-

ESERLERİ:


Nurullah Ataç başlıca eserleri: 

1. Günlerin Getirdiği (1943-57-67). 2. Karalama Def- teri (1952-62-67). 3. Sözden Söze (1952). 4. Ararken (1954) 5. Diyelim (1954). 6. Söz Arasında (1957). 7. Okuruma Mektuplar (1958). 8. Günce (1960-1971-72). 9. Prospero ile Caliban (1961). Çevirilerinden birkaçı: 1. Epidicus (Plautustan, 1947). 2. Genç Wertherin Istırapları (Goet. he'den 1930). 3. Kızıl ile Kara (Stendhal'den 1. cilt. 1941- 42-46-66-71) 4. Masallar (Aisopos'tan, 1945 1949 66 74) 5. Seçme Yazılar (Lucianos'tan 3 cilt 1944 - 49) 6. İki Yeni Gelinin Hatıraları (Balzac'tan, 1940-44-54- 6670) 7. Tehlikeli Alakalar (De Laclos'dan, 1944-57- 6069) 8. Madame Bovary (Flober'den, 1967)

  • DERLEME: Şenol YAZICI

  • KAYNAK: İNTERNET


22 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


1/682
bottom of page