top of page
Yazarın fotoğrafıZeliha AYDOĞMUŞ

Nereden Nereye Öğretmenim


İlk ve ne yazık ki topu topu bir yıllık sevgili Ayşen öğretmenim!


Öyle ya, insan dediğin de doğanın bir parçası olduğuna göre, karşılıklı iletişimin yanında etkiye tepki anlamında doğru orantılı olarak etkileşim içinde olan bir varlık... Düzen değiştiği gibi devir ve insan da dönüştü. Hem de ne dönüşme! Nasıl ki öğrenciler ve veliler değişen kamu düzenine uyarak, hatta demokrasiyi olmadık bir yerinden alarak negatif yönde dönüştü, ne yazık ki öğretmenler de ister istemez düzene ayak uydurmak durumunda bırakıldı.


Artık geçmişteki gibi annemiz ve babamız kadar sizleri sevip saymıyoruz ne yazık ki... Diyelim ki tayininiz çıktı, en yakınımızı yitiriyormuşcasına gözyaşlarına boğulmak şöyle dursun, yeni gelecek öğretmenin nasılına takıldığımız kadar aramızdan ayrılışınızı umursamıyoruz da... Sizler de doğal olarak yine bizim zamanımızdaki gibi, yüreğinizde yarına dair büyük umutlar, büyük hayaller taşıyamaz hale geliyorsunuz ki, haklılıkla.


Evet, bir suç var ortada; toplumu ciddi boyutta etkileyen ve etkilemeye devam edecek olan süreğen bir suç... Ama öyle bir şey ki, suçlu şu denilemeyecek kadar karmaşık, bir o kadar da üzücü bir durum günümüzdeki öğrenci, öğretmen ve veli üçgeninde yaşanan bozulma. Doğru, sistem; yama atılmaya çalışıldıkça elimizde kalan eğitim sistemi bunu getirdi. Neredeyse hiçbir öğretmen hiçbir öğrencisine gözünün üstünde kaşın var diyemez oldu (aman efenim hepsi birer prens ve prenses gibi yaşama hazırlanan öğrencilere söz söylemek kimin ne haddine). Es kaza söylediniz diyelim, gelsin müfettişler, alınıp verilsin ifadeler.


Büyük resme baktığımda ve sistemin içinde gerek veli, zaman zaman eğitimci konumunda yer aldığım süreçte anılarıma işleyen yaşanmışlıklarımdan yola çıktığımda, haklısınız değerli öğretmenlerim, yüreğinizdeki yarına dair umutları söndürmekte, büyük hayallerinizi ise dolabın en karanlık ve tozlu rafına kaldırmakta yerden göğe kadar haklısınız.


Günümüze dair bunca karamsar, bir o kadar da gerçeğe bağlı bir tablo çizdikten sonra, bir de Cumhuriyetin ilanından hemen sonrasındaki duruma ayna tutacak bir yazıya, kayda değer bir yaşanmışlığa göz atalım. Atalım ki yuvarlandığımız uçurumda geriye doğru ne denli korkunç bir hızla yol aldığımızın ayırdına varalım.


Sözünü ettiğim geçmişten günümüze ulaşan, aynı zamanda 17 Ekim 1925'te basına da yansımış bir olay:



İĞNE OLAYI


1925 de Müdür Lütfi beyin yerine Almanca öğretmenlerinden Besim bey tayin olundu. Müdür Besim beyin müdürlüğü zamanında müessif iğne hâdisesi vuku buldu. İstanbul Lisesinin onuncu sınıfı öğretmen sandalyesine bir iğne yerleştirilmiş. Öğretmen zili çalınca o sınıfta dersi bulunan Arabi öğretmeni (Salih Hoca) sınıfa giriyor. Sandalyeye oturacağı zaman cübbesini iki eliyle düzeltirken eli bir iğneye değiyor. Bir iğnenin yerleştirildiğini hissediyor, sandalyeye oturmuyor, deftere imzasını attıktan sonra:

— Ben bu muameleye layık değildim, sizlere çok teessüf ederim, diyerek dershaneyi terk ediyor. Meseleyi Müdür Besim beye bildiriyor ve istifasını veriyor. Derhal tahkikata geçildi. Fakat bu işin faili bir türlü bulunamıyordu. Bütün bir sınıf derslerden alakonuldu. Hiçbir talebe itirafta bulunmuyordu. Faili bulamayan idareciler müşkül bir duruma düşmüşlerdi. l925 yılının öğretmenler toplantısı öğretmenler odasında tam kadro ile toplanmıştır. Fakat Müdür ortada yoktu. 0 gün mutadın dışında öğretmenlere çay ile bisküvi ikram edildi. Çaylar içilirken odaya Müdür ile Lisenin inzibat meclisi azaları bulunan arkadaşlar girdiler. Müdür beşuş bir çehre ile müjde verir gibi: — Muhterem hocamız Salih efendiye iğneyi koyan iğneci sınıfın tamamen ihracına karar verdik. Çünkü failini ele vermiyorlar… dedi. Mecliste soğuk bir hava esti. Hatta bir kısım öğretmenler, bir mua1lime yapılan bu hakaretten müteessir olduklarından, bu cezayı münasip gördüler. Hiçbir arkadaş lehde ve aleyhde bir şey konuşmuyordu. Derhal ben söz aldım. Öğretmenlerin en gençlerinden birisi idim. Fakat bu okuldan feyz almış, o sıralarda oturmuş, şimdi de ders veriyordum. Sarı siyahlı idim. Dedim ki: İnzibat meclisinin bu korkunç kararını tasvib etmiyorum. Koskoca bir sınıf nasıl ihraç edilir. Bir katilin bile kanun karşısında bir avukatı vardır. Eğer delil bulunmuyorsa suçlu olan idaredir, bulması lazımdır. Bulamazsa bu talebelere ihraç cezası veremez. Hem de bütün bir sınıf, öyle bir sınıf ki lisemizin en değerlileri ile doludur. Düşünelim ki, yarın Salih hocadan ve bizlerden daha üstün hizmetler görecek şahsiyetler bu sınıftan yetişecektir. Benim, bu cesurane sözlerime ne müdür ve ne de arkadaşlardan birisi cevap veremedi. Çaylar içilemedi öğretmenler toplantısı da dağıldı. İğneci sınıf ta tamamen ihraç edildi. 0 zamanlar ben gazetecilik de ediyordum. Bir iki talebeyi Cumhuriyet gazetesine götürdüm, lehlerinde yazı yazdırdım. Maarif Vekaleti (İğne) hadisesi ile alakadar oldu. Delil bulunamadığından bu talebeler Anadolu liselerine gönderildi. Bir yıl sonra da kadrom İstanbul Lisesinde kalmak üzere derslerimi Vefa Lisesinde vermekliğim kararlaştırıldı. Salih Hocaya iğneyi koyan başka sınıftan bir talebe olduğu anlaşıldı. Bu hadisenin sebebi anlaşılamadı. Çünkü Salih Hoca İlmiye sınıfının değerli şahsiyetlerinden birisi idi. Vakur ve bilgili idi. Yalnız şuna hamletmek akla geliyor. Atatürk bu devrede inkılaplarına devam ediyordu. Gençlik gözünü ve kulağını Büyük Atasına dikmişti. Ben mütalaada talebelerin başlarından feslerini çıkartmıştım. Beni müdhiş surette ilmiye sınıfından olanlar tenkid ettiler, hatta öğüd verdiler. Atatürk Kastamonu’da şapka giymişti. Bunu duyar duymaz ilk kısım öğretmenlerinden Cemal Çelem, Hüsnü Gürdeniz ve ben Beyoğlu’na giderek birer şapka alıp giydik ve Bayezid meydanından geçerek okula geldik. İstanbul tarafında şapkalı görülen Türk gençleri bizler idik. Bizi Bayezid kahvelerinden gören İstanbul Sultanisinin hocalarından Fizik Hocamız Tatar Mahmud yanımıza gelerek: — Bu şapkayı giydiniz bir daha çıkarmayınız. Diye bizi teşvik ve tasvib etti. Bizim şapka giydiğimizi duyan İstanbul Lisesi talebeleri Türkiye’de ilk defa olmak üzere okul kasketi giydiler. İşte bu inkılapçı ruh devam ederken, sarıklı ve cübbeli lise öğretmenine iğne batırılmıştı. Ben bunu bu ruhla birleştirmekteyim. 1925 yılının 10.sınıfı, yani “iğneciler” arasından kimler çıkmadı ki? : 228 Sait Efendi : Arkadaşları arasındaki lakabıyla H2O, yani sulu Sait. Ünlü hikayeci Sait Faik Abasıyanık 697 Rahmi Efendi : Ünlü hekim, politikacı, şair ve akıl hastalıkları uzmanı Dr.Rahmi Duman 748 Saffet Efendi : Ünlü hukukçu Saffet Nezihi Bölükbaşı 725 Feridun Efendi : Ünlü gazeteci ve yazar Hikmet Feridun Es Sabri Efendi : Türk politika ve diplomasi hayatının unutulmaz isimlerinden, eski Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil Sıtkı Efendi : Demokrat parti döneminin ünlü bakanlarından Sıtkı Yırcalı Ve daha niceleri… Hepsi, o “iğneci sınıf”ın meşhur “iğneciler”i arasından çıktılar… Hikmet Feridun ES’in şu sözü çok meşhurdur. “Biz 43 iğneci idik. Fakat sonradan o kadar çok kişi iğneci sınıftan olduğunu iftiharla iddia etti ki, hayret etmemek mümkün değil …” Genç ÖĞRETMEN Enver Behnan ŞAPOLYO


Her şeye, tüm zorluklara rağmen varsınız biliyorum ve iyi ki: Hala direnen, vurulmaya çalışılan her darbede umutlarına daha sıkı sarılan, hayallerinin peşini ne olursa olsun bırakmayan, çocuklarımıza ve ülkemizin geleceğine inanıp, bu yolda yılmadan yürüyen tüm ÖĞRETMENLERİM, ATAMIZIN dediği gibi ''Yarınlar sizin eseriniz olacaktır'' ! Ve ben başöğretmenimiz Mustafa Kemal ATATÜRK başta olmak üzere, yaş ayırt etmeksizin hepinizin, bu gününüzü ve üç yüz altmış beş gününüzü kutlar, ellerinizden sevgi ve saygıyla öperim.


Derleyen ve Yorumlayan : Zeliha AYDOĞMUŞ

55 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Yorumlar


1/706
bottom of page