top of page
Yazarın fotoğrafıSemihat KARADAĞLI

NEDEN YAZIYORUM?



Semihat KARADAĞLI

*

Bugün sokaklarında parfüm kokularının birbirine karıştığı, Arnavut kaldırımlı sokaklarında dünyanın lüks markalarının yarıştığı adeta podyuma dönen, eskinin o güzelim taş evlerinde ailelerin sıcak tarhana kokusu ile uyandığı küçük bir kasabada doğdum, büyüdüm.


Şimdi diyeceksiniz ki niye bu şekilde yazıya başladın?


Eski taş binalarında mücadele, emek ve sevginin ısıttığı o binalardan birisinde doğdum. İnsan hangi renkte, dilde, dinde, nerede, kimin çocuğu olduğunu seçemiyor ya, ya da o kadar sperm içinden tercihini yaşamaktan yana koyan bir embriyoydum belki de.

Doğduğum yer eskinin küçük bir köyü Ege kasabası. Geçimini tarımla çiftçilikle sağlayan mücadeleci insanlar diyarı. Hani ekmeğini taştan çıkaranlar. Ha işte tam öyle. Yazın sıcağında, kışın soğuğunda alınlarında damlayan ter ile mücadele eden bir anne ve babanın çocuğuyum. Babam daha ilk okul yıllarından itibaren bizleri okumamız ve kendi ayaklarımız üzerinde duracağımız bir meslek sahibi yapmak üzere yetiştirdi. Kızlarını okutup damatlarını mı zengin edeceksin? diyenlere " erkek çocuklarını okutun bir meslek sahibi olsunlar ama kız çocuklarını mutlaka okutun kendi ayaklarının üzerinde hiç kimseye muhtaç olmadan yaşasınlar. Evliliği muhtaç olduğu için değil sevdiği için yürütsün." derdi. Ne kadar geniş bir bakış açısı diye düşünürdüm. Ancak bunun ne kadar önemli olduğunu insan biraz daha büyüyüp sorumluluk aldıkça anlıyor.


İlkokul yıllarında okulun kütüphanesinde kitaplarla tanıştım. Okudukça daha çok okumak isteği sardı. Ancak ne kitap alabileceğimiz kitapçı ne de okuyacağımız kitapların çok olduğu bir kütüphane vardı. Sınıfta olan, camlı bir dolapta birkaç öykü kitabı… Kitabı aldığım gün okumaya başlıyor, okurken kendi düş dünyamda yolculuk yapıyordum. Sonra üniversite ve lise eğitimi için İzmir’de yaşayan abi ve ablalarımın okuduğu kitaplarla şair ve yazarlarla tanıştım. Okudukça tasvirlerine hayran kaldım. Kendimce bir şeyler yazmaya başladım. Ancak küçücük bir kasabada büyük şehirde yaşayan çocuklarla sınavda şansımı zorlamak için mücadeleye devam etmeliydim. Ortaokul son sınıfta matematik öğretmenimin yaptığı sınavda sınıfta en yüksek notu almıştım. Öğretmenin söylediği söz hayat boyunca felsefem oldu. "Çocuklar bu aldığınız notları bilginin bir binanın kurulmasında atılan temel gibi düşünün. O nedenle bir binanın temeli ne kadar sağlam olursa o kadar yüksek bina çıkarsınız. Binanız o kadar sağlam olur." demişti. Çalışıyor ama hayatı tek çalışmak olarak düşünmüyordum. Okuyor araştırıyor ve öğreniyordum. Öğrendikçe bilgi denizinde öğrendiklerimin sadece bir damla olduğunun farkına varıyordum.


Liseye başladığım zaman insanların arasındaki sınıfsal farklar ve eşitsizliklerin daha çok farkına varıyordu insan. Sonra üniversite. Serbest avukat olarak çalışmaya başladıkça haksızlıkları önlemeye çalıştıkça hayatın zorlukları içinde düşüncelerimi kaleme almaya başladım. Yazarak dünyayı değiştirmeye kendimce güzelleştirmeye başladım. Tolstoy da kitap yazdı, Adolf Hitler de. Sorun yazıda değil, kimin ne amaçla yazdığında…


Çocukların gelecekleri için yarınlar için koca okyanusta bir damla su hesabı kalemin mürekkebi akmaya başladı.

Peki sizce yazar kimdir? Neden yazar? Ismarlama yazı olur mu? Yazar ve şair hayatın gerçeklerini kalemlerinde damıttıkları sözcüklerle kâğıda akıtıp hayatın gerçeklerine kalemleri ile isyan eden, haksızlıklara başkaldıran, kış gününde dallara bahar çiçekleri konduran kişilerdir. Gerçek yazarlar biat etmez, tüccar gibi ısmarlama yazılar yazmaz, kalemlerinin mürekkebini üç kuruşa satmazlar.

Yazmak bazen dünyanın tüm çirkinliklerini yürek fırçası ile boyayıp dünyayı güzelleştirmektir.


Özdemir Asaf edebiyatın ve sanatın gerekliliğini " Edebiyat karın doyurmaz diyorlar. Doğru söylüyorlar, evet doyurmaz ; Çünkü ot, saman gibi bir nesne değildir Edebiyat açlığın anlamını verir ve bir de tokluğun değerini.” Şeklinde anlatır.

Yaşar Kemal, Abdi İpekçi ile yaptığı röportajda sanat ve yazmak ile ilgili görüşlerinde “ Ta çocukluğumdan bu yana, kendimi bildim bileli, okur-yazar değilken bile şiir söylerdim. Sonra folklor çalışmaları yaptım. Röportajlar yazdım. Hikayeler, romanlar yazdım. Çalışma tarzım gösteriyor ki, halktan yana, halkla birlikte işini gören bir sanatçıyım. Benim kişiliğimi ve sanatımı halktan ayırmak mümkün değil. Yirmi yedi yaşıma kadar halk içinde, halkla birlikte çalıştım. Yani bir kol emekçisiydim. 1951’de İstanbul’a geldiğimde, elimde bir kitaplık hikaye vardı. Örneğin, benim dünyaya çıkmış ilk eserim İnce Memed değildir, “Bebek” hikayesidir.

Önce Fransızcaya çevrildi, sonra İngilizceye, İtalyancaya, Rusçaya, Romenceye, birçok dillere. Son yirmi yılın dünyada çıkmış birçok hikaye antolojisinde “Bebek” hikayesini de buluruz. 17-18 yaşlarımda bende sol düşünce belirmeye başlamıştı. Sanatım onunla tay gitti, yani paralel. Ben iki şeye inanırım. İki şeyin sonsuz gücüne, sonsuz yaratıcılığına, sonsuz değişimine; halk ve doğa. Sanatımı halkımla birlikte, onun büyük yaratıcılığı ile birlik olarak, onun için yaparım. Politikam da sanatımdan ayrılmaz. Halka kim zulmediyorsa, etmişse, halkı kim eziyor, ezmişse, onu kim sömürmüş, sömürüyorsa, feodalite mi, burjuvazi mi… Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım. Benim sanatım, içinden çıktığım sınıfın yani proletaryanın çıkarlarının emrindedir. Ben etle kemik nasıl biri birinden ayrılmazsa, sanatımın halktan ayrılmamasını isterim. Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum." diye anlatır.


Orhan Kemal "Beni çoğunlukla gündüzleri sokakta görürler. Ben devamlı bir yerlere giderim. Bir yerlere uğrar, bir yerlerden bir yerlere göçer dururum. Yıllardır her sabah, yaz demez, kış demez sabahın dördünde kalkarım yataktan. Ve sabah dokuza kadar yazımı yazarım. Sonra sokağa çıkarım. İkbal'e uğrar kahvemi içerim. Yazmak için yaşamak, duymak, halkı algılamak gerekir. Bir yazı için çok gereklidir halkın içinde kalabilmek. Ve halkın değişimini algılamak. Eskimemek için. Hatta değişimi yakalamak, bu değişimin dışına düşmemek gerekmektedir. Ve bunun ötesinde bir yazar olarak yaşamım günü gününe sürer gider. Her gün çalışmak, her gün yazmak, her gün boğuşmak gerekir ekmekle. Bu arada halktan yana olduğum için de çok güç bir fatura ödetirler." Derken halktan kopuk şair ve yazar olunmayacağını anlatır.


Zülfü Livaneli çok severek okuduğum Serenad isimli kitabında “Ama sonra "Edebiyatın gücü de buradan geliyor" diye düşündüm. "Tolstoy da kitap yazdı, Adolf Hitler de. Sorun yazıda değil, kimin ne amaçla yazdığında. Tanrı bile kendini yazı ile anlatıyor. İyi ama yazının icadından önce Tanrı yok muydu?" sözleri ile yazmanın anlamını anlatır. Edebiyat Mutluluktur isimli kitabında “ “Ama yine de, bilincin getirdiği vicdan yükünün ve duyarlılığın neden olduğu rahatsızlığın çok kötü şeyler olduğunu düşünmezsiniz.


Çünkü duyarlılık bir bütündür. Vicdanlarını köreltmek için gerçekleri görmeyecek bir kişilik yapısına bürünenler, vicdanlarını sağırlaştıranlar, evet, rahatsız olmaktan kurtulabilirler; ama güzelliklere karşı da körleşirler, sağırlaşırlar.

Duyarlı olmak, sadece acıları ve çirkinlikleri değil, sevinçleri ve güzellikleri de algılamamızı sağla,.” diye anlatır yazmanın ve okumanın önemini.

Dünyaca ünlü şairlerimizden Nazım Hikmet yazdıkları yüzünden memleketine hasret ölmüş ancak yine de yazma isteğinden vazgeçmedi.


Rıfat İlgaz’ın Sınıf adlı eserinden uyarlanan “Hababam Sınıfı”nı izleyemeyen hemen hemen yoktur. Kitabıyla ilgili bir röportaj verirken “Nasıl bu kadar güldürebildiniz?” sorusuna “Eskiden idamlar sabaha karşı yapılırmış. Belli bir süre sonra idam yaklaştığında tüm dükkanlar açılmaya, esnaf satış yapmak için bağırıp çağırmaya başlamış. Bunun üzerine aileler de o saatte sokağa çıkmaya başlamış ve idam vakitleri panayır havasında bürünmüş. Sonuçta da ölen bir adama bakarak gülen bir halk görüntüsü oluşurmuş. Ben de çöken eğitim sistemini anlattım. Hepimiz ölen bu sisteme bakarak güldük.” cevabını vermiştir.


Dünyaca ünlü yazarlarımızdan Muzaffer İzgüYok yok, düşünmemeliyim. Düşünürsem suç olur. Kaçıncı madde hele? Hiç mi hiç düşünmemem gerek. Böyle beynin düşünme merkezi için dıştan kumandalı bir aygıt olacak, basıvereceksin düğmesine, tamam, beyin hiç düşünmeyecek. Aaa, yoksa bunu düşünmem de mi suç? “ derken aslında düşünme ve yazmanın ne kadar önemli olduğunu ne güzel anlatır.


Taliban’a boyun eğmeyen genç aktivist Malala Yousafzai :

"Neden kızların okula gitmesini istemiyorlar?diye sordum babama.

"Kalemden korkuyorlar", diye cevap verdi."

Kitaplarımızı ve kalemlerimizi almamıza izin verin. Onlar bizim en güçlü silahlarımız. Bir çocuk, bir öğretmen, bir kitap, bir kalem dünyayı değiştirebilir. Eğitim tek çözüm. Önce eğitim,” şeklinde anlatır kalemin gücünü ve dünyadaki önemini.


Gerek ülkemizde gerek dünyanın çeşitli ülkelerinde insanlar özgürlük ve eşitlik mücadelelerini kalemle yazmışlardır.

Aşıkların ve yoksulların şairi Pablo NerudaBiz şairler nefretten nefret ederiz/ Ve savaşa karşı savaşırız.” Dizeleri ile yazmanın bir toplumsal sorumluluk olduğunu belirtir. Bir başka dizesinde ise “Bütün çiçekleri koparabilirsiniz ama baharın gelişini engelleyemezsiniz.” Derken umudu dizelere en güzel şekilde taşır. Aşıkların ve yoksulların şairi Pablo Neruda “Biz şairler nefretten nefret ederiz/ Ve savaşa karşı savaşırız.” Dizeleri ile yazmanın bir toplumsal sorumluluk olduğunu belirtir. Bir başka dizesinde ise “Bütün çiçekleri koparabilirsiniz ama baharın gelişini engelleyemezsiniz.” derken umudu dizelere en güzel şekilde taşır.


Yazımı eski bir şiirimle bitirelim.


Biliyorum Bahar Gelecek


Haberler son yılların en soğuk kışının geleceğini söylüyor.

Ne demişti “Aşık Daimi”

“Ne de olsa kışın sonu Bahar’dır

Elbette güzel günlere inanıyoruz.

Elbette baharın geleceğine de

Bahar Kapıda

lacivert geceden

yıldızlar topladım

sarı sıcağı yüreğimde

mavi ıslık dudağımda

ıssız sokaklardan geçtim

üstüm başım hayal

yağmur damlaları

ıslatırken düşlerimden

yüreğimden karanfili suya saldı

karanlığı delen gün ışığı

öptü karanlığı

tan vakti

tomurcuğa durdu erik ağacı

baştan başa selamladı

baharı

uzandı hayallere

kırık dökük aynalarda

düşlerini taradı

rüzgâr kar tanelerini serpti

üşüttü düşleri

minicik boyuyla

kışa inat direndi

bahara gebe topraktan

filiz verip doruklara

su yürüdü dallarına

badem ağacı baştan başa

bembeyaz çiçekleri bezendi

sevgiyi kuşanan bir aşık gibi

yüreğindeki buzları silkele

tomurcuğa durmuş çiçekler.

bahar kapıdan göründü.


Hayatın gerçeklerine; Beynini kapatırsan, başkası senin yerine düşünür. O düşünceler senin düşüncelerin değildir...Gözlerini kapatırsan, başkalarının sana anlattıklarını hayal edersin. O düşler artık senin düşlerin değildir...Kalemini başkası tutarsa, senin değil onun düşüncelerini yazarsın... Menfaatin için yazarsan, kalemin rüzgâra kapılıp yok olup gider.

Cahil cesareti değil sevgi dolu bilgili insan cesareti hayatı yaşanır kılar. Yürek gücü kalemin mürekkebidir. Kaleminin mürekkebini yüreğinin gücünden alanların düşleri tükenmez, karanlıkta bile yolunu bulur.


Kış gününde dallarına bahar getiren düşlerinden uyanıp kaleminin ışığı ile karanlıklara güneş olan, kaleminin gücünü yüreğinden alan tüm güzel insanlara selam olsun...

*

maviADA Dergisi için düşünülen ve Önümüzdeki Günlerde Çıkacak; "YAZMAK KENDİNİ YENİDEN YARATMAKTIR" DOSYASINDAN


21 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/706
bottom of page