top of page

Mutluluk Sır Değil Artık


Confucius (M.Ö 551- 479)


“İnsan iyi şeyler üzerine düşündükçe hem kendi dünyası, hem de tüm dünya daha iyi bir hale gelir.”


İyi ol, iyi kal...

Mutluluk!

;

Sırrı bize verilenlerin arasında bulunmadığı gibi, yolu yordamı öğretilerimiz arasında hiç olmadı.


Nedir mutluluk? Öğrenilen bir şey mi, yoksa öğretilen bir şey mi? Yo yo bu bir kelime oyunu ya da amiyane tabirle laf salatası falan değil. Ciddi ciddi yaşamsal bir olgu, can alıcı noktalara dokunan bir felsefe. Mesela bizlere çocukluğumuzdan beri toplum tarafından üst rütbeye layık bulunmuş, pek çok nişan ve madalya takılarak onurlandırılmış, doktorluk gibi, mühendislik gibi, büyük bir şirketin ciosu ya da sahibi olmak gibi meslekler edinmenin gerçek mutluluğun sırrı olduğu bilgisi yüklenmiştir. Büyük maddi olanaklara sahip olmak, güzel bir yuva kurmak da bunların başlıcaları arasında yer alır.


Ama hayat ve bizler öyle garibizdir ki, tıpkı bir kara delik gibi önümüze gelen ya da emek vererek elde ettiğimiz, yani birilerince öğretilen mutlulukları yutar dururuz. İnkar etmemekle birlikte, aslında doğan güneş, gelen gün, açan çiçek, yağan yağmur, toprağın kokusu, hepsi başlı başına bir mutluluk kaynağıdır gibi romantizm kokan beylik laflar da edecek değilim.


Socrates (M.Ö. 470 – 369)


“Mutluluğun sırrı; daha çok olanı aramakta değil, daha azın tadını çıkarma kapasitesine ulaşmaktır.”



Anlaşılır bir tanımla, mutluluk insanın önemsediği ve eksikliğini yaşadığı, sahip olduğunda da önemini yitiren şeydir çoğunlukla. Çünkü, eğer yaşamımızda ciddi bir dönüm noktasına varıp dayanmamışsak, bu bakış açısı hem köklü hem de genetik kodlarla desteklenen, kolay kolay sarsılmayan bir bakış açısıdır. Bizlerse elde ettiğimiz her mutluluğu bir bir yuttuktan sonra hüzne saplanan, bir türlü doymayan birer karadelik.



Karadelik olmaktan bıkmadık mı peki ve hiçbir şeyin sonsuza değin sürmeyeceğini, sürse anlamsızlaşacağını anlamadık mı? Peki neden bu takıntılı tutumlar, kendi mutluluğumuz adına bağımlılık ve kadir kıymet bilme adı altında bitip tükenmeyen almalar?



Kendi kendimizin mutluluğunu bu denli baltalamak ciddi bir emek işi. Hiç yorulmadık, sıkılmadık mı olaylara, insanlara, sanat eserlerine aynı gözlükle ve aynı açıdan bakmaktan! Sıkılmadık mı bir filmi, bir yazıyı, bir insanı anlarken ve anlatırken hep aynı üslubu, aynı kelimeleri kullanmaktan!

Henry David Thoreau (1817-1862)


“Mutluluk, kelebeğe benzer. Siz yakalamaya çalıştıkça o, kaçıp gider. Ne zaman ki dikkatinizi farklı şeylere verirsiniz, ancak o zaman gelir ve omzunuza konar.”


Buraya kadar yazdıklarım öğretilen mutluluğa ilişkindi. Öğrenilen mutluluk ise tam anlamıyla bizimle ilgili...Kuşkusuz bu bir keşif, sonrasında da cesaret süreci. Keşif kısmı, duygularımızı ve düşüncelerimizi sorgulayarak anlama kısmı, sonraki ise yukarıda sözünü ettiğim öğretilerin mutluluğu baltalayan kısımlarından kurtulma süreci. Bu süreçte gereken, kendimize hiç olmadığımız kadar dürüst davranmak ve ruhumuzu alıştığı konfor alanından çıkararak şöyle iyice bir çalkalamak.


Peki nedir bu sorguya çekilmesi gereken duygu ve düşünceler dediğimizde; toplumda yüksek kabul gören yaşamsal yönlendirmeler, daha doğrusu gelenekselleştirilmiş yarardan çok zarar veren öğretiler, tam manasıyla reddedilmemesi gerekmekle birlikte, kendinden başka herkes için ciddi boyutta ödün vermeler, el ne der içerikli, çoğunlukla sakat sonuçlar üreten, benliği yadsıyan düşünceler diyerek açıklanabilir.



Friedrich Nietzsche (1844 – 1900)


“Mutluluk, güçle çoğalan; direncin üstesinden gelindiğinde ortaya çıkan bir duygudur.”


Mutluluğa ilişkin bunca sözü ne kadar da kolay yazıverdim değil mi? Peki şimdi bana soracak olsanız ''bu kadar konuya hakimsin madem mutlu musun?'' diye, cevap hakkımı saklı tutmakla birlikte bahsettiğim bu şeyleri, özellikle bizim toplum yapımızda ve dünyanın şu anda içinde bulunduğu durumda, yerine getirmenin zorluğunun kuşkusuz ben de farkındayım.


Lao Tzu (M.Ö. 531)


“Mutsuzsan, geçmişte yaşıyorsun. Endişeliysen, gelecekte yaşıyorsun. Huzurluysan, şu anda yaşıyorsun.”


Ama yine de şu iki soruyu sormadan edemiyor insan;


Elinizde mutluluğunuzu ertelemeye yetecek kaç yaşamınız var?

Ve artık bir yerlerden başlamak gerekmiyor mu, oturduğumuz yeri değiştirip dünyaya biraz da farklı bir açıdan bakmaya, sonrasında ise mutluluğa doğru giden yolu karınca kararınca, etrafı da fazla kırıp geçirmeden adımlamaya?


Bertrand Russell (1872 – 1970)


“İhtiyatlı davranmanın tüm türleri arasında gerçek mutluluğa en fazla engel olanı, aşkta tedbirdir.”


Bir de bizim ölüm meleğimiz olduğu gibi mutluluğun da Azraili olan bir duygu vardır. Ona giden tüm yollar o duygu gelip yaşamımıza yerleştiğinde tamamen kapanmış olur. O da çaresizliktir. Söz ettiğim, zayıf ruh ve kişiliklerin yarattığı, zihinlerinde ürettikleri düşünce boyutunda olan çaresizlik değil; yaşamın dayattığı, eti kemiği olup, elle tutulur cinsten olanı. Sonsuza değin sürüp giden bir yaşam nasıl anlamsız olacak, nasıl yorucu gelecekse mutluluğu da öyle düşünmeli belki. Ölmeli ki doğsun, bitmeli ki başlasın.



Evet yazımın satıraralarına serpiştirdiğim üzere, her felsefeci kendi ruh dünyasının simyacısıdır. Mutluluğa ilişkin bizimle paylaştıkları da, benim yukarıda yaptığım üzere kendi iç dünyalarına yaptıkları yolculukta elde ettikleri ganimetler. Şimdi sıra sizde; iç dünyanıza asil bir yolculuğa başlayın ve mutluluğun tanımından başlayarak iyiye, güzele götürecek hangi duygu varsa derleyip toparlayın. Yaşatmak üzere yaşamak için.


Seneca (M.Ö. 4 – M.S. 65)


“İnsanoğluna bahşedilmiş en büyük nimet, içimizde ve ulaşabileceğimiz yerdedir. Bilge bir kişi sahip olmadığını arzulamak yerine, her ne olursa olsun kendinde olanla mutlu olmayı bilir.”


Zeliha AYDOĞMUŞ

99 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/684
bottom of page