
NİYAZİ UYAR*
Mustafa Bey, dar gününde herkesin yardımına koşan bir beydir. Beylik, Beyoğlu Bey gibi çok güzel yakışmıştır. Onun beyliği ne Reşo Ağa'ya ne Kabak Mustu’ya, ne Abdi Ağa’ya ne de Ali Sefa’ya benzer... O insandır, insan...
Mustafa Bey, ne aşiret sahibi ne de ucu bucağı olmayan bilinmeyen toprak sahibidir. O yaşadığı köyün, etraf köylerin sattıklarını alır, aldıklarını aşağıya götürüp oranın tüccarlarına satarak geçimini idame ettirirdi. Bugüne kadar hiçbir köylüyü acıtmadığı gibi, öküzü olmayana öküz, düğün parası olmayana düğün parası vererek kara gün dostu olmuştur. Onun ağzından kapçıklı sigara hiç eksik olmaz, keyfi yerinde olsun olmasın, ıslıkla bir türkü tutturur, öylece yürür gider. Kahveye geldi mi oyun oynayanlar, oyunlarını bırakır, yerlerinden kalkar, Bey yerine oturuncaya kadar oturmazlardı yerlerine. Bey’in oturduğu yer her daim aynı yerdir. Bey yerine oturmadan kahveci dolaba kaldırdığı minderi bir koşu alıp oturacağı yere koymuş; ne içersin ağa demeden orta şekerli bol köpüklü kahvesini pişirip getirir. Kahvede ondan başka kimse kahve içmezdi. Kahve içmek Bey’e şirk koşmaktır sanki ona sebep kahvenin tadını bilmezdi köylüler. Bey’in soğuk kış günlerinde üstüne atıverdiği balık sırtı desenli kaşe paltosunu Kahveci İrbam Çavuş, bir seferinde paltoyu asmak için yeltendiğinde “zararı yok Çavuş, üstümde dursun, böyle iyi,” deyip Pençe-i Aba Dostu Marangoz Nurullah Emminin kızıl çamdan yaptığı kanepenin köşesindeki yerine oturmuş, tömbeki tütünle doldurduğu piposunu muhtar çakmağı ile yakmış, ilk dumanı gözlerini kapatmış aheste aheste salmıştır ağzından dışarı.
Mustafa Bey’in kulakları kepçedir, kepçe kulakların memeleri hem yumuşak hem uzundur. Seyrelmeye yüz tutan beyaz kıvırcık saçlarını fırsat buldukça horoz fotoğraflı aynaya bakarak beyaz kemik tarak ile tarar. Mustafa Bey'in dört çocuğu vardır ve hepsi de kızdır. O, şehir, meclis gördüğünden kızlarını okutmak için çok çaba sarf etmiş, kendi gibi uzun boylu, kıvırcık saçlı, yumuşak tabiatlı karısı Gülşen Hanım,
“Gız kısmı da okur mu canım, hem okusalar, kimin yanında nede galcakla, bi başlana şerde nasıl ducakla gubetlede vaz geç bu sevdadan?”
Kızlar, annelerinin dizinin dibinde oturup beğenen birileri çıksın deyip beklemeye başla, ilkokulu bitiirir bitirmez. Köylük yerde kim talip olurdu ki bey kızlarına, hem talip olsalar, kızlar tarla takka işi bilmezlerki! Yalnızca, dört numaralı Firdevs, “ben okuyacağım, ben ablalarım gibi, kim beni istemeye gelecek diye bekleyemem. Ben evleneceğimi erkeği kendim seçeceğim, ablalarım gibi sizin işaret ettiğinizle evlenmeyeceğim!”
Mustafa Bey, şaşkındır, büyük kızlarından görmediği baş kaldırıyı Firdevs’ten görmüştür. Karısı Gülşen Hanım’a,
“Bu gız beni mi sınıyo hatun, gençliğimde gonuşacadı böle gaşımda... ah ah!”
Gülşen Hanım,
“Sen bubasın, anayışlı olcan, ona uyup gocaman gızı mı incitcen? Sakın yanış bir şey yapem deme, hayat boyu unutamaz bunu! Bubamın, düğünüme on beş gün gala attığı tokatı hiç unutameyon; onu hiçbi zaman affetmedim!”
Ortaokulu yakın bir nahiyede ablasının yanında okumuştur. Ablası, nahiyenin eşraflarından birinin oğlu ile görücü usulü evlenmiştir. Ortaokuldan sonra da ilçeye giden Firdevs nahiyede olduğu gibi lse okurken de öteki ablasının yanında kalmıştır. El, el üstünde olur ama; ev ev üstünde olmaz. Olsa da tat tuz olmaz. Firdevs kâh mutlu kâh tafralı, bayın çoyun liseyi bitirir. Onun lise okuduğu yıllar, öğrencilerin memleket meseleleri ile kafa yordukları yıllardır. Bir kısım gençler kafa yorarken, bazıları aşk meşk meseleleri ile ilgilenir aynen Firdevs gibi. O köy ilkokulunda okurken, ah bir erkek arkadaşım olsa,” ne güzel olur düşüncesiyle rüyaya yatıp kalkarken, ortaokul yıllarında gönlünden geçen istek hakikat olmamış, lise yıllarına kadar.
İlçede lise okurken, 6 Fen/ C Şubesinden Hüseyin ile çıkmaya başlamıştır. İlk günler ders çıkışlarında, sonra pastanelerde, parklarda… Firdevs, Hüseyin ile görüşmeye başlamadan, kendi ile aynı sınıfı paylaşan Ali’ye,
“Teneffüslerde birlikte gezip dolaşsak ya, sonrada birlikte çarşıda falan dolaşırız,” demiş, fakat Ali’den bir ışık alamayınca maço erkek Hüseyin de almıştır soluğu. Hüseyin'in cüsseli vücudu, kaslı kolları, emreden, yöneten üslubu çekici gelmiş, haftasına varmadan görüşüp buluşmaları sıklaşmıştır. Maço Hüseyin ne sevmeyi ne aşık olmayı bilecek biridir. Fakat Firdevs için kurtarıcı gibi gelmiştir. Hüseyin ile ilçenin çam ağaçları ile kaplı en büyük parkında sarmaş dolaş oturularken, roman gençlerden biri,
“Alo, alo hemşeri, az ileride aile var,” ikazıyla kendilerine gelmişler.
Liseyi bitirir bitirmez, Hüseyin ile Mustafa Bey’in, Gülşen Hanım’ın, ablalarının bundan koca olmaz, gel vaz geç bu sevdadan şeklindeki uyarılarına itibar etmez Hüseyin'le birleştirir hayatını. Hüseyin daha ilk geceden göstermiştir maçoluğunu, acıtmıştır canını…
Firdevs’in yeşile çalan gözlerinden yaş hiç eksik olmamıştır bundan sonra. Kıvır kıvır sarıya çalan saçlarına üç yıla varmaz aklar düşmüştür. Akşam olsun istemez, hele gece olsun hiç istemez. Hüseyin hayvani ihtiraslarıyla sokak itinin dişisinin üstüne çıkar gibi çullanırdı üstüne. Hemen her gün tecavüze maruz kalan Firdevs delirmek üzeredir. Allah’ın her günü koca olarak seçtiği adamın hayavani ihtirasları. Hüseyin ve arkadaşlarının inancı odur ki,
“Kadınlar erkeğin sertini, affetmez olanından hoşlanırmış!”
Firdevs’in bir altmışlık boyunun her gün milim milim küçüldüğünü düşünürken, beyaza dönen saçları tel tel dökülmeye başlamıştır. O ince naif sesi, dereden soğuk su içmiş kurt sesi gibi kalınlaşmaya çatallaşmaya başlamıştır. Gün gün büyüyen sıkıntıları zaman içinde adeta işkenceye dönmüştür. Bir vakitler tası tarağı toplayıp ilçeye göç eden Mustafa Bey’in, Gülşen Hanım’ın yanına, “baba evi şemsiyedir evlatlara,” ifadesinin bir daha hakikat olmasını Firdevs de kanıtlamış olur. Firdevs bir şemsiye baba evine geri dönerken, karnındaki ile birlikte Altay’ı da alıp gitmiştir baba evine. Kocası Hüseyin'i doğru dürüst tanıyamayan Firdevs arkasından gelip özür dileyeceğini zanneder; fakat boşuna. Hüseyin'in kibri, yere düşen burnunu almayacak bir kibirdir. Aradan on gün geçer, yirmi gün geçer, bir ay geçer; Hüseyin ne arar ne sorar. Firdevs’in işi gücü yoktur, liseden sonra okumadığından Hüseyin'in eline bakımlıdır. Kıskançlığından üniversite okumasına, bir işte çalışmasına izin vermemiştir. Bilir ki, çalışan kadın ekonomik özgürlüğü ile dik duracak, eğilmeyecektir karşısında.
Firdevs’e sebep Mustafa Bey’in evinde tatsızlıklar her gün yaşanırken, Firdevs’in Hüseyin tercihi ısıtılır ısıtılır önüne konur her gün. Baba evini bir şemsiyedir düşüncesi ile geri geldiği evde herkesin tadını tuzunu kaçırmıştır. Mustafa Bey gibi hayırsever bir insanı yere baktırmıştır ya Firdevs, buna sebep en çok ablası Nebahat Hanım, fırsat buldukça, yur yıkar. Bir şemsiyedir baba evi; lakin telli duvağı ile taş merdivenlerinden babasının beline bağladığı kırmızı bekaret kuşağıyla inip gittiği ev değildir artık. Sofraya tok oturur, aç kalkar, yediği içtiği sinmez, sanki yediklerini sayıyorlarmış gibi gelir. Kaç gecedir uyku durak bilmez. Seyrantepe Caminin müezzini sabah ezanını okurken oğlu Altay’ı sessizce uyarır, Mustafa Bey ile Gülşen uyanmadan bir hırsız sessizliği ile çıkıp giderler oğlu ile birlikte. Eve kendi kendine dönen Firdevs için cevahiri taşa çalmaktır bu. Baba evinin şemsiyesinde huzur bulamayan Firdevs, koca evinde yaşadıklarının katmerlisini yaşayacağını bilerek döner. Bundan sonra Hüseyin, Gök Münevver’in tabiri ile “dakgacık,” izin vermez. Hele onun çarşıda bir erkekle konuştuğunu bir duysun Hüseyin, başına gelecekleri Allah bilir.
İkinci çocuğu da erkek olan Firdevs çok mutlu olmuştur. Ablaları kız doğurmuşken, o iki çocuğunu da erkek doğurmuştur. Hüseyin erkek olmasına sebep arkadaşları ile şehir dışında gazinoda vur patlasın, çal oynasın çılgınlar gibi eğlenirler, erkek olan Hüseyin'in çocuğunun aşkına.
Aradan bir zaman geçer, çocuk doktoruna giderek oğulları Tunç’un gelişimine bir bakalım derler. İzmir’de tavsiye üzerine ünlü bir çocuk doktoruna giderler. Doktor Memet Yazıcı, tahliller sonucu çocuğun çok sağlıklı olmayacağını söyleyince çok üzülürler…
Günler aylar, yıllar böyle geçip giderken, Firdevs oğlu Tunç’la şehrin en prestijli caddesinde yürürken Sınıf arkadaşı Ali’yle karşılaşır. Görünce sevinip hal hatır soracağına kızarır. Aslında bir merhaba demeyi iki laf etmeyi ne çok istemektedir… Yapamaz, hiçbir şey diyemeden yürür gider. “Merhaba, nasılsın,” diyecek olsa yanında bir muhafız gibi onunla birlikte olan oğlu Tunç, her akşam Hüseyin'e günün özetini verir çünkü. Öteki günler, öteki günler şehrin prestijli caddesinde oğlu Tunç ile aynı saatlerde yürüyüşe çıkan Firdevs, bir daha da Ali ile karşılaşamaz; buna sebep korkaklığına lanetler yağdırır.
…
Belediye anons merkezi, günlük duyurularla birlikte vefat haberlerini de buradan duyurur. Anlı şanlı Mustafa Bey ile Gülşen Hanım’ın “tekne kazıntısı Firdevs’in ölüm ilanı anons edilir. “Gülşen Hanım’la, Mustafa Bey’in kızı, Altay’la, Tunç’un annesi, Hüseyin Karanfil’in biricik eşi vefat etmiştir. Cenazesi, Cumhuriyet Caminden öğle namazına müteakip kılınarak, Karaağaç mezarlığına defnedilecektir. Allah rahmet eylesin.
Firdevs Hanım, dubleks evin çatısındaki pergolanın merteğine asarak yaşamına son vermiştir.
Savcılık olaya el koymuş, gerekli tahkikatları yapmış, fakat dişe dokunur bir şey bulamadığı için dosyayı kapatmıştır…
Comments