top of page
Yazarın fotoğrafıŞenol YAZICI

MONTAİGNE

Güncelleme tarihi: 8 Ağu












Yazma Cesaretinizi Artıracak Bir Ortaçağlı

*

Şenol YAZICI


 


 

99'un ilkyazıydı.


Selam "Söyleyin Ayışığına" kitabımın ikinci baskısıyla birlikte yeni öykü kitabım "Benim Kimsem Olsana" birlikte çıkmıştı. Onlarla ilgili bir tepki, bir ses almayı beklerken Bursa'daki Çağdaş Gazeteciler Derneği tarafından bir etkinliğe davet edildim.


Yazarlar türlü özellikte olabilirler, o nedenle katogorize edilmeleri hayli zordur, ne var ki bir özellik hepsinde ortaktır. Hemen hepsi ilerleyen yaşlarında yazarlığa soyunurlar; yeni bir şey öğrenmenin zor olduğu yaşta... O yaşta görücüye çıkmak... nasıl bir heyecandır bilen bilir.

 

Limonata gibi bir havada uçarak gitmiştim.


Kültür Parkın içinde ışık içinde, bahçeli, hoş bir yerdi Gazeteciler Derneği. Durmadan yıldız açan gecede park, başdöndürücü bir ağırlıkta ıhlamur, iğde kokuları yüklüydü. Bahçe tıklım tıklım doluydu. Adı gazetciler olduğunu düşünürsek, hepsi mürekkep yalamış, kültürlü tipler olmalıydı.  Ne var ki, gözlerim ışıktan arınınca ortamı hiç de beklediğim gibi bulmadım. Yok , öyle düşündüğünüz gibi değil; Ne var ki kutsallaştırdığım edebiyat, sanki daha uhrevi bir hava istiyordu... Ya da aklımda öyleydi. Oysa şimdi biz, yemek yiyen, içki içen, aralarında sohbet eden, günün yorgunluğunu atmaya çalışan insanlara, tabak çanak gürültüsü arasında edebiyat anlatacaktık.


Nitekim benimle birlikte konuşmacı olan arkadaşın söylediklerine kimsenin aldırdığı yoktu. Gerçi daha deneyimli olan arkadaşın da onlara aldırış etmediğini, sanki hiç orda yokmuşlar gibi edebiyattan, sanattan söz etmeyi sürdürdüğünü; yalpalayarak ayağa kalkışından içkiyi erkeninden fazla kaçırmış olduğunu anladığım, ilgisiz bir konuda, güya edebiyat ve siyaset ezberindeymiş gibi, ama tekleyen, kirli, çapaklı bir dille, siyasi gündeme de göz kırpan sorular soran biri çıkınca, soğukkanlılıkla aynı derecede ilgisiz, o kadar da samimiyetsiz bir biçimde, ama tehlikeli sulara girmeden başından savdığını görünce şaşıracaktım. Sonradan konu ettiğimde, "Bu işin raconu bu," diyecek, ama ben o gece yaşadığım bocalamayı hiç unutmayacaktım.


Panikledim. Baktım olmayacak, hazırladığım, günlerce üzerinde çalıştığım o tumturaklı, edebi konuşma kimseyi ilgilendirmeyecek rota değiştirdim. Söz bana geldiğinde hepsini bir kenara koyup o zamanlar yeniden yeniden okuduğum MONTAİGNE'den ne kalmışsa aklımda onlardan söz etmeye karar verdim. Kuşkusuz beni strese sokan bir çıkış yolu diye kıvrandıran ahaliye de yoluyla bir fırça çekmeden de bunu yapamazdım.









" Gelirken buranın ortalama insan tiplemesinin ne olduğunu öğrenmek istemiştim. Bana Bursa'nın en tanınmış, edebiyat sever kültürlü insanlarıdır onlar demişlerdi. Ben de bu seçkinliğe bakarak bu konuşmayı titizlikle hazırlamıştım," deyip bir tomar kağıt tutan konuşma notlarımı gösterdim.

"Ne var ki, siz böyle yemek yer, içkinizi içerken, bizim burada edebiyat anlatmamızın hoş durmadığını, çok da istekle dinlemediğinizi gördüm. Bu havaya gider başka bir konu bulmaya karar verdim. Sonuçta sarhoşta ayık da olsak insan değil miyiz? Montaigne; Her insan, insanlığın bütün özelliklerini üstünde taşır, demez mi?"


Elimdeki kağıt tomarını göstere göstere yırtmıştım.

Söylediklerimi ne kadar anlamışlardı bilemiyorum ama kağıt tomarını yırttığımı görmüş olmalılar ki, ne olduğunu anlamak için birden sessizleşmişti koca bahçe. O da bende umut tazelemeye yetmişti.

Mikrofonu bir kalemmiş gibi güvenle tutup eklemiştim:

"Bu demektir ki, biz dünyanın en namuslu, erdemli insanıyken, en ahlaksız, en namussuz, en aşağılık özellikleri de günü gelinceye değin içimizde saklarız. Yani aranızdaki en günahsız kimse ilk o taşı atsın demek, taş yememek için en sağlam yoldur. "


Baba Montaigne, ortaçağdan uzanmış nasıl da elimden tutuyordu, hiç teklemeden okuduklarımı harmanlayıp aktarıyordum.


O zamana değin çalıştığım okullar adına ya da valilik isteğiyle sayısız program yapmıştım. Ne var ki onlar, beni saygıyla, nezaketle dinlemeye kurulmuş öğrenciler ya da halktı. Bu ise yazarlığımın ilk dinletisi ve beni dinlememeye kararlı isanlara kendimi dinletmeye çalışıyordum; biliyordum ki başaramasam bir daha asla buraya bir konuşmacı olarak çıkmazdım, çıkamazdım.


Konukların sessizleşip beni dinlediklerini fark etmiştim.


O gecenin üzerinden çok geçmedi, 1999 Yalova depremi oldu. Enkazdan çıkmış, çadırda yaşarken, daha önce hatır gönül için yazdığım yerel gazete tarafından, Bursa'da çıkan Olay gazetesinin geçmiş bir sayısı ulaştırılmıştı bana.


Şimdi o da kitaplı yazar olan Olay gazetesi muhabiri Kemal Selçuk, bir sayfayı tümüyle bana ayırmış ve kocaman puntolarla; "ŞENOL YAZICI'YI DİNLEMEK YAZMA CESARETİMİZİ ARTIRIYOR," diye yazmıştı.


Ben değil, MONTAİGNE yapıyor onu , diye düşünmüştüm.


Hala Montaigne'yi ilgiyle, kimbilir kaçıncı kezdir demeden okurum. Ne olur ne olmaz, bakarsın gene bir etkinlikte ben hararetle edebiyat anlatırken, orayı nöbetçi meyhane sanan, son teki de burda atalım, diyen bazılarına denk gelirim, hazır olsun diye.


Olmaz olmaz demeyin, İNSANIZ sonuçta... ve her insanda her özellik vardır, der MONTAİGNE, hem de 500 yıl önce, 1580 yıllarında.

*

Şenol YAZICI





*


NASIL YAZMALI



MONTAİGNE,


1580, Denemelet, Fransa

*

Yazarken kitapları bir yana bırakır, aklımdan çıkarırım; kendi gidişimi aksatırlar diye. Gerçekten de iyi yazarlar üstüme fena abanır, yüreksiz ederler beni. Hani bir ressam varmış, kötü horoz resimleri yapar ve uşaklarına, dükkana hiç canlı horoz sokmamalarını sıkı sıkı tembih edermiş, ben de öyle. Hatta çalgıcı Antigenides'in bulduğu çare benim daha işime gelirdi: Bir şey çalacağı zaman, kendinden önce ve sonra halka doyasıya kötü şarkılar dinletirmiş. Böyle derim de Plutarkhos'tan kolay kolay ayrılamam. O kadar dünyayı içine almış ki bu adam, ne yapsanız, hangi olmayacak konuyu ele alsanız bir taraftan gelir işinize karışır ve size türlü zenginlikler, güzelliklerle dolu cömert bir el uzatır. Kendini her gelene bu kadar kolayca yağma ettirmesi bayağı gücüme gidiyor. Şöyle biraz tuttunuz mu, kolu kanadı elinizde kalıyor.


Ben gönlümce yazabilmek için evime çekiliyorum. Kimsenin bana el uzatamayacağı, söz edemeyeceği yabancı bir ülkede oturuyorum. Öyle bir yer ki tanıdığım hiç kimse okuduğu duanın Latince'sini bilmez, hele Fransızca'sını hiç anlamaz. Başka yerde yazsam daha iyi yazardım, ama yazdığım şey daha az benim olurdu. Oysaki benim yazımda asıl aradığım tam anlamıyla kendimin olmasıdır. Ben yazarken rastgele gittiğim için bol bol hatalara düşerim. Bunları pekala düzeltebilirdim. Ama o zaman, benim adetim, malım olmuş kusurları düzeltmekle kendi kendimi yanlış tanıtmış olurdum. Bana dediler mi, yahut ben kendi kendime dedim mi ki: «Sen kaba kaba benzetmeler yapıyorsun; bu sözcük Gaskonya kokuyor; bu sözün tehlikeli (Ben Fransa sokaklarında söylenen hiçbir sözden kaçmam; gramer adına kullanılan dile çatanlar benimle alay ederler); bak şu cahilce söze; akla aykırı laf ediyorsun; fazla ileri gidiyorsun; sen boyuna kendinle oynuyorsun, sahiden söylediğini de herkes yalancıktan sanacak.» «- Doğru, derim; ama ben dikkatsizlikten gelen hatalarımı düzeltsem bile, bende adet haline gelmiş olanları düzeltemem. Ben hep böyle konuşmuyor muyum? Her yerde böyle çiğ çiğ göstermiyor muyum kendimi? Sorun yok. Yazarken aradığım da bu zaten. Herkes kitabımda beni, bende kitabımı görsün.»


(Kitap 3, bölüm V)


Montaigne



*

MİCHEL de MONTAİGNE

(d. 28 Şubat 1533, Dordogne,Fransa - ö. 13 Eylül 1592, Guyenne, Fransa ),


'' İnsanlar zırdeli, daha bir tırtılı nasıl yaratacaklarını bilmezken binlerce tanrı yaratmışlar. '' 16. yüzyıl bir Fransız deneme yazarı.

İyi bir eğitim aldı. Alman bir eğitmen tarafından yetiştirildi. Eğitim süresince Yunan ve Latin edebiyatını ve dilini öğrendi. Bordeaux Edebiyat Fakültesi'nde felsefe okudu. Bir süre bulunduğu yörede Belediye Başkanlığı görevini üstlendi. Ailesinden kalan geniş bir malikanede günlerini kitaplarıyla ve yazılarıyla geçirdi. Kilisenin insanların aklını sürekli çelmesini eleştiren içerikler yayınladı. Avrupalı'ların coğrafi keşiflerde tanıdığı yeni uygarlıkları köleleştirme, yok sayma girişimlerine karşıydı, keşfedilen yeni medeniyetlere ''barbar, yamyam'' denmesini kınıyordu. DENEMELER'i yazdı. Yeni bir edebi türü başlattı.

Denemeler'in (Les Essais),

Villey'in 1580'de yayımladığı

özgün Bordeaux baskısının ön kapak resmi.

Denemeler'in (Les Essais),  Villey'in 1580'de yayımladığı özgün Bordeaux baskısının ön kapak resmi.

ŞAŞIRTICI BİR YAZAR,

BİLİNMEYEN BİR TÜR,

BEKLENMEYEN BİR SONUÇ:

DENEMELER

Beş yüz yıl önce Fransa’da Montaigne diye bir hukukçu, eski bir asker, ciddiye alınmaması gerektiği bizzat kendisi tarafından dile getirilen, sesli düşünüyormuş, kendi kendine konuşuyormuş gibi, bir savunması olmayan, bir yargıyı kanıtlamaya uğraşmayan, söylediği her şeyin tersinin de doğru olabileceğini kabul eden, sade ve anlaşılır bir dil kullanan, o güne değin hiç denenmemiş bir türle bir kitap yazar. Alçakgönüllülükten mi, özgüvenden mi, yoksa yazdığı bilinen biçimlere uymadığından mı bilinmez ama kitabına DENEMELER adını verir.


“ Bu, içtenlikle yazılmış bir kitaptır. Okur daha baştan seni uyarmak isterim ki bunu yazarken tek amacım kişiseldi. Böyle bir tasarı benim yeteneğimi aşar. Sadece kendi dostlarım için kaleme aldım bunu. Kitabımın konusu benim. Senin de boş zamanlarını böyle saçma sapan gereksiz şeylere ayırman pek akıllıca olmaz.” 1580 tarihli kitabının önsözünde böyle der Montaigne. Kitabın bütününde de bu alçakgönüllü ironik dili kullanmaya özen gösterir. Montaigne, başlarda ruhsal gelişimine katkı olsun diye yazıyordu, devam ettikçe alışkanlık oldu yazmak. 1571 de başladığı Denemeler’i iki cilt olarak 1580’de kitap olarak yayınladı. Sonraki iki basımında da yeni ekler yapılacak kitap, kim derdi ki orta çağın karanlığından günümüze, bütün zamanları etkileyecek dev bir yapıta dönecekti. Kullandığı alçakgönüllü dil, kolay kabul görmenin yanında, bilgi sahibi biri olsa da sıradan bir insan olduğunu ifade etmenin yoluydu Montaigne için. Mütevazı yaşamını sürdüren, her şeyden önemlisi, şana şöhrete nasıl kavuşulacağı konusunda kimseye öğüt vermeyen adam kimliğiyle yazdı. Hatta yaptığı işi bunamış bir adamın altına kaçırmasına benzetiyordu. Denemelerin ana teması, küstahlık ve kibir olduğu kadar gösteriş merakının tehlikesidir. Bu nedenle kendi yazdıkları hakkında alçakgönüllülükten öte küçümser bir dil kullanır: Benim yaptığım, acemice yapılmış eğreti bir iştir. Hem cilaya ihtiyacı vardır hem de güzelliğe.

Oysa kitap basılır basılmaz döneminin kralları dahil herkesin beğenisini kazanır. Acaba günümüz dahil tüm zamanlarda Shakespeare kadar etkili olacağını hiç düşünmüş müdür Montaigne? Montaigne DENEMELER’i gerçekten de bir deneme olarak düşünmüştü. Yani düşüncelerinin, deneylerinin kuşkucu bir sınamasıydı onun için yaptığı. Böylece kendisinden önce hiçbir yazarın yapamadığını yapmış, kendi psikolojisinin derinliklerinde keşifler yapmıştı. Ruh hallerini, alışkanlıklarını, duygularını... değişim halindeyken gözlemleyip yazıya dökmüştü. Montaigne hiçbir şeye kesin gözüyle bakmaz, kuşkuyla bakar, hatta kendi bakış açısına bile… Kitabın bütününden tek bir mesaj çıkarmak istenirse herhalde “ İnsanın kendini bilmesinin, kendisinden daha önemli olduğu,” düşüncesi olur. Montaigne’nin düşüncelerini yine onun yazdıklarından “yaşamak sanatı” üzerine notlarından okuyalım: “ Dünyada insanlığını bilmekten, insanca yaşamaktan daha güzel, daha doğru bir iş yoktur. Bilimlerin en zor olanı da bu hayatı iyi yaşamasını bilmektir. Hastalıklarımızın en belalısı, bedenimizi sevmemek ve küçük görmektir. Kendinden dışarı çıkmak, insanlıktan kaçmak çılgınlıktır. Buna çaba harcayanlar büsbütün hayvanlaşır, yükselecek yerde alçalırlar. İnsan bilimlerinin aşağılığı da bence en yukarılarda dolaşanıdır. İskender’in en küçük, en bayağı yanı tanrılaşmak, göklere çıkmak hevesine kapılmasıdır. Söz aramızda, göklerde dolaşanların düşünceleri ile yer altında yaşayanların adetleri arasında her zaman garip bir benzerlik görmüşümdür. İstediğimiz kadar yüksek sırıklar üzerine çıkalım, yine kendi bacaklarımızla yürüyeceğiz; dünyanın en yüksek tahtına da çıksak, yine kendi kıçımızla oturacağız. Düşüncelerimizin en iyi aynası yaşamlarımızın akışıdır.”

Hayatın gerçeklerine dair yorumlar yaptığı kitabında tutkulardan kaçınmış ve ölçülü olmayı bilmiştir. Oysa iç savaş sırasında defalarca kralın saflarında yer almış Montaigne atak, hatta öfkeli bir adamdır, ne var ki tarzını yazılarına yansıtmamıştır.


Yaşamın hemen her alanına değindiği yazılarında dönemin popüler kültürünün etkileri de görülür. O dönemde yetkin olmayan kişilerin hayat üzerine yorumlar yapması pek rastlanılan değildi, bu geleneği Montaigne bozar.

Önyargılardan uzak, hatta reddeden, gelişigüzel ve rahat ama kendi içinde yumuşak bir disiplini barındıran bir yazma yöntemi izler. Zekâsıyla, her konuda sağlam bilgilere dayanan görüşleriyle dönemin ileri gelenlerini, eğitimli kişileri etkilemesini bilir. Eğer düşünce, insanın kendini ve doğayı özgürce tanıma uğraşıysa, Montaigne bu uğraşın ilk ve en büyük basamağı olarak tanımlanabilir. Montaigne’in şiire olan hayranlığı kitaba yansımış, çoğu antik dönem şairlerinden olan dokuz yüze yakın şiirden alıntı yapmıştır.


"Yazarların çoğunda, yazan adamı görüyorum, Montaigne'de ise düşünen adamı, der MONTESQUİEU."


GRİMM ise;

"Montaigne, o tanrı gibi bir adam, 16.yy'lın karanlıkları içinde tek başına diri ve tertemiz bir ışık saçmış ve dehası ancak zamanımızda gerçek ve felsefi düşünce hurafelerin, gericiliğin yerini alınca anlaşılmıştır, "

diye yazar arkasından.


düşünen Stefan  Zweig intihar etmeden önce hayranı olduğu Montaigne üzerine bir deneme yazar. Zweig’ın  bakış açısına göre ise, “Montaigne, yeryüzünde en güç olan şeyi, yani yalnızca kendini yaşamayı, özgür olmayı ve gittikçe daha özgürleşmeyi denemiştir.

Orhan Hançerlioğlu’na göre  “ Bireyci insanlığın ünlü düşünürleri Erasmus, Machiavelli ve Montaigne ister istemez böylesine bir anlayışı pekiştirecek yeni toplumsal tedirginliklerin tohumlarını atıyorlardı.”


Bana göreyse, bana yazma cesaretini vermesi bir yana dünyanın bütün kitapları bir yana, Montaigne'nin DENEMELER'i bir yanadır... Deneyin o hisse siz de varacaksınızdır. Ama onun altın kuralını unutmayacaksınız; Önce kendini tanımalı insan.

"Odysseus'un dertlerini inceleyip kendi dertlerini bilmeyen dil bilginleriyle, çalgılarını akort etmesini bilip de yaşayışlarını akort etmesini bilmeyen müzikçilerle, adaletten sözetmeyi öğrenip adaleti uygulamayanlarla alay edermiş kral Dionysius." (Kitap 1, bölüm 25)

TÜRKÇE'DE DENEMELER

Montaigne, bu eserini değişik zamanlarda tekrar tekrar gözden geçirmiş ve eserine küçük veya büyük eklemeler yapmıştı. Bu yeniden gözden geçirmeler üç ayrı dönemde yapılmış ve her dönemin sonunda kitap yeni bir baskı yapmıştır.

  • A: 1571-1580 yılları arasında yazılan pasajlar - 1580'de yayımlandı

  • B: 1580-1588 yılları arasında yazılan pasajlar - 1588'de yayımlandı

  • C: 1588-1592 yılları arasında yazılan pasajlar - 1595'te yazarın ölümünden sonra yayımlandı.


84 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

תגובה אחת


Erhan Tığlı
Erhan Tığlı
16 בדצמ׳ 2023

DOST SELAMLAR

Dostluk çiçektir hiç solmayan

yaprağında dalında leke kir barındırmayan

bizi kötüden çirkinden kurtarıp

doğruya iyiye güzele taşıyan

לייק
1/706
bottom of page