top of page
Yazarın fotoğrafıNiyazi UYAR

MOBİLETLİ GELİN

Niyazi UYAR

*

Türk filmleri ne diye küçümsenir ne diye alaya alınır var mıdır nedenini bilen eden?

“Türk filmi gibi!” Ne kadar aşalayıcı bir ifadedir bu, hele konuşmadaki vurgusu…

Senarist, hikâyeyi, konuyu içinde yaşadığı toplumun gerçekliliğinden almayıp da nereden alacak? Bunun alaya alınacak, dalga geçilecek neyi olabilir ki?


Şimdi anlatacağım hikâyeye tam Türk filmi gibi. Tam da hayatın içinden süzülüp gelen, sosyal yaşamın orta yerinden, onun her aşamasından haberdar olan Halaoğlu Hasan’ın şahitliğinden bir hikâye! Benim yaptığım onun anlatımına sözcüklerle, cümlelerle hayat vermek!


Sisli bir Salihli günü öğretmenevinde Ocakçı Hüseyin’in demliğinin, açık kırmızı çaylarından arkası arkasına üç bardak içmişlerdi.

Halaoğlu Hasan,

“Bak dayıoğlu bu anlatacağım olay benim başından sonuna, harfi harfine bildiğim bir olay! Lütfen ben anlatırken, araya girip ikide bir şeyler sorma. Soracaklarını sona sakla, benim konsantrasyonumu bozma; anlaştık mı?”


“Anlaştık abi, ne diyorsan öyle olsun!”

“Öyle, yoksa hiç başlamayayım!”

“Tamam abi, dediğin gibi olsun!”


Şahap, Kara İbo’nun ayak işlerine bakan, kimi kimsesi olmayan bir gençtir. Onun ofisinde yatıp kalkmaktadır, gidecek yeri olmadığından. Otuz metrekarelik büronun bir köşesinde bir ranzalık yerdir yattığı yer. Şahap yalnızca yatacağı zaman “it barınağı” gibi bu bir ranzalık yere bit pazarından aldığı yaylı tek kişilik gacır gucur ses çıkaran tel karyolasına uzanır, epey zaman uyuyamaz, düşünceden düşünceye, konudan konuya gidip gelirken, gece yarılarını geçirir! Ne hayaller ne düşünceler, uçuk kaçık, imkânsız öte bir şey:


O, öyle bir zengin olacak, öyle bir zengin olacak, Salihli’de herkes onun çevresinde pervane olacak, yardım dilenecek. O da yoksullara, anasız babasız, kimsesiz… en çok da kimsesizlere yardım elini uzatacaktır. Bir de kaymakam koruması Hüsmen Bayram’ın kızını alabilirse, ondan ağası, paşası olmayacaktır… İllaki Hüsmen Bayram’ın iki numaralı, tek gamzeli, çekik gözlü kızı. O yaz kış her daim üstüne mavi bir kot ile beyaz bir bluz giyen Şahap için gönlü ferman dinlemeyecek biridir!


Kara İbo, para alıp satan ayaklı banka, ayaklı bankerdir. Bankadan kredi alamayanların imdadına koşar, dertlerine derman olurdu(!) Derman olmasına olurdu da borcunu vaktinde ödemeyenlerin damdaki eşeğinden tutun da kıçındaki dona kadar alırdı. Böyle durumlarda, kimse Kara İbo’ya bir şey demez, ödemeyene derlerdi:


"Kara İbo zorla mı veriyor, alırken iyi de verirken mi kötü olsun; alma ödeyemeyeceksen!”


Şahap, Kara İbo’nun gören gözü, duyan kulağı, düşünen beyni olur kısa zamanda. İbo, ona çok güvenir. Onca yıl geçmiş, bir sefer bile yanlışına tesadüf etmemiştir. Sonuna kadar dürüst, sonuna kadar ahlaklı biridir. Trilyonları önüne koy, açlıktan ölse kuruşuna dokunmaz. Babası, anasını biri ile konuştu diye, sadece konuştu diye hem onu hem de o adamı gözünü kırpmadan çekip vurunca Şahap ortada kalmış. Bunun üzerine komşularından Cafer Dayı, Kara İbo’ya,


“Bu çocuğa bakarsan sen bakarsın. Babası Memet Ali senin çere çepelli işlerine baktı, şimdi sıra sende Ağa, yoksa bu çocuk heder olup gider; bu da Allah’ın gücüne gider, yine de sen bilirsin Ağa!”


Şahap, zeki bir gençtir, hemen her şeyi tez zamanda öğrenir, hiçbir şeyi unutmaz, istenilen her bir şeyi bir tekmil yaparken, Kara İbo’ya saygıda kusur etmez, ona sahip çıktığı için minnettardır. O kol kanat germemiş olsa kim bilir neler olurdu kimse bilemez, iyi şeylerin olmayacağı aşikardır.


Şahap işi sahiplenmiş, Kara İbo, Gökköy’deki dağ evinde vur patlasın çal oynasın gününü gün ederken, Şahap işleri tıkır tıkır yürütür. O, kim olursa olsun insan gibi davranır, kimseye kötü söz demez, yalnız ödeme imkânı olmayanlara “boş ver, sen alma,” deyip kibarca uğurlar.


Günler böyle akıp giderken, bir gün Şahap, Kara İbo’ya Kaymakam koruması Hüsmen Bayram’ın kızını sevdiğini, onunla evlenmek istediğini, evlenmezse hayatın zehir olacağını söyler. O da,


“Tamam Şahap, senin düğününü ben yapacağım, çeyiz meyiz her şeyi ben düzeceğim. Düğünde ne çalgıcılar getireceğim ne çalgıcılar, birinci sınıf çengiler getireceğim. Sen benim oğlumdan daha yakınsın bana; eşek değiliz ya biz vazifemizi biliriz!”

“Teşekkür ederim ağam, sizden sadece icazet istiyorum evlenmek için, peki demezseniz evlenmem, aşkımı yüreğime gömerim!”

“Sen bilin Şahap Efendi, sen bilin!”

Sen bilin “Şahap Efendi,” derken sözündeki kinaye, sitem yaralayıcıdır, yaralayıcı olmasına! Fakat o, Kaymakam koruması Hüsmen Bayram’ın tek gamzeli, çekik gözlü kızına söz vermiştir. Düğünde şaşa olmayacak, yalnızca onun birkaç arkadaşı, Şahap’ın birkaç arkadaşı olacaktır.

Kara ibo,

“Sen bilin Şahap Efendi dedik, sen bilin de sen bizi el aleme irezil etcen, bizim dostumuz va, düşmanımız va; emme öyle diyosan öle osun!”


Şahap, kara kaşlı, kara gözlü, kirpi tüyü gibi simsiyah saçları, karaların içinde kapkara yanık meşe gibi duran etine dolgun biridir. Kara gözlerini bir yere dikti mi, baktığı yeri deliverecekmiş gibi ürkütürdü. Öfkelendiğinde kara gözler islenmiş çelik gibi daha bir kararırdı. O kara gözler bir şeye odaklanmışsa öyle bir vaziyet alır, o gözlerin içine bakmak hakikaten yürek ister. Şahap’ın gözlerini böyle anlatınca onun iki metrelik devasa adam zannedersiniz; ama öyle değildir. Cesaret, korkusuzluk endamda değil, yürektedir. Onun içinde bulunduğu ortama göre etiketlemek, yanlışın dik alasıdır. O, Kara İbo’nun yanında çalışan, başka yerde aş, ekmek olduğunu aklının ucundan bile geçirmeyen biridir. Nihayet ona iş veren, aş veren, yatacağı yeri sağlayan Kara İbo’dur, hiçbir vakit yemek yediği tabağı pisleyecek biri değildir. O yaptığı işte, bulunduğu ortamda özü sözü bir, kimseye yanlış yapmayan, hileye hurdaya baş vurmayan biridir. Siyah renkten başka renk giymeyen Şahap, beden rengi gibi kara giysilerin içinde ürkütücü bir vaziyete bürünür. Onun ürkütücülüğü Kara İbo’nun hoşuna gider, işi gereği kimse ile gönül bağı kuracak değildir. Şahap, Kara İbo’nun bayram hediyesi diye aldığı mavi takım elbiseyi bile giymeyen kişilikli biridir. Onun ciddiyeti, bir noktaya diktiği keskin bakışları, kıpırtısız duruşu gün olur Kara İbo’yu bile ürküttüğü olmuştur. Şahap portresi Yaşar Kemal’in Yağmurcuk Kuşu’nda anlattığı Salman karakterinin tıpkısı gibi, “Mobiletli Gelin” hikayesinin içine yerleştirilmiş biridir!


Onun, her yere mobileti ile gidip gelmesi mobiletli genç diye anılmasına sebep olmuştur. Şahap, düğünde Kaymakam koruması Hüsmen Bayram’ın iki numaralı kızını mobiletin terkisine oturtmuş, davulcu ve zurnacıları taşıması için mobiletli arkadaşlarından rica etmiş düğün konvoyu oluşturmak için. Mobiletli düğün alayı Mithatpaşa Caddesi’ni baştan başa organik içeceklerini içerek, “yaşa Şahap,” bağıra bağıra geçip giderler…


Mobiletli Gelin alayı Salihli’nin ana caddelerinde, iki üç tur atar. Halaoğlu Hasan’a göre, ihtişamlı bir düğün yapmıştır Kara Şahap. O düğününe arkadaş grubundan başka kimseyi çağırmamış, kendi kendilerine eğlenirken, “harman yelle, düğün elle” deyiminin de boşa çıkarırlar.


Şahap, Namık Kemal Mahallesi Namık Kemal Sokak, 44 Numaralı öğrenci evini gerdek odası olarak tercih etmiştir. Kaymakam koruması Hüsmen Bayram’ın kızı da mütevazi biridir. Ne anlı şanlı düğün ne apartman daireleri ne balayı istemiş… O da Şahap gibi şaşaadan hoşlanmayan biridir. Şahap, Kara İbo’nun düğününe dair yaptığı teklifi kabul etseydi, dillere destan bir düğün olurdu. Şahap’la Kaymakam koruması Hüsmen Bayram’ın kızının düğünü bir efsane olur, yıllarca anlatılırdı kesin, ne de olsa Kara İbo'nun düğün ağası, düğün kahyası olacak da sıradan bir düğün mü olur mu?


Namık Kemal Mahallesindeki ev sahipleri Hüseyin Hoca da bu manzaradan çok etkilenmiş, onlardan kira bile almamış, Şahap ve eşi, Hüseyin Hoca’yı, eşi Hatice Hanım'ı kendi büyükleri saymış, bayramlarda önce onların hatırlarını hoş etmişler.

Kara İbo, yaşlanmaktan ziyade bedeninde baş gösteren ağrılar dayanılmaz olunca, küçük şehir, büyük şehir gitmediği doktor kalmamış, derdine bir çare bulamayınca Gökköy’deki dağ evinden şehre gelmez olmuş. Bir gün Şahap’ı çağırıp:


“Ya şahap, bu ağrıların nereden geldiği, neden olduğu bilinmiyor! Gitmediğim doktor, gitmediğim kaplıca kalmadı. Bu ağrılar beni öldürecek. Yaşamak istemiyorum, en kuvvetli ağrı kesiciler, uyuşturucular bir işe yaramıyor. Dayanamıyorum, bu ağrılarla yaşamak istemiyorum. Ben artık işlerden elimi ayağımı çekiyorum. İş senin işin olacak, Kara İbo adı, Kara Şahap olarak yaşasın, haydi Allah yardımcın olsun!”


“Bundan sonra, sözün sözüm, yolun, yolum olacak. Senin yüreğin, benim yüreğim olacak. Sen bana babalık yaptın, elimden tutup aş ekmek verdin. Yaptıklarını hiçbir zaman unutmayacağım, unutursam Allah beni kahretsin!”


Mobiletli Gelin, efsane olmuş, kısa zamanda ilçe sınırlarını aşmış, çevre ilçelere, köylere kadar ulaşmıştır. İşi para alıp satmak olan Şahap, işine sahip çıkıp çeki düzen vermiş, yeni kurallar koymuş, disiplinli ve ahlaklı davranış çalışma prensibi olunca iş hacmi büyüdükçe büyümüş, kısa zamanda şehrin hayırseverinden biri olmuş. Önceleri kızını vermekten imtina eden Kaymakam Koruması Hüsmen Bayram, Kara Şahap’ın kiremit fabrikalarından birinin başına geçmiş. Aliye Rona tipli annesi Nisa Hanım, Kurşunlu Kaplıcalarının olduğu vadideki kır düğün salonlarının patroniçesi olmuş. Baştan kızlarının Şahap’la evlenmelerine çok karşı çıkmışlar, kızlarının “izin verseniz de vermeseniz de Şahap’la evleneceğim; siz bilirsiniz! En iyisi ne kötülük olsun ne araya soğukluk girsin,” diyerek ikna etmiştir!


Kaymakam Koruması Hüsmen Bayram’ın tek gamzeli kızının, bir eli yağda, bir eli baldadır. Evlenir evlenmez gebe kalmış, ay hâllerine şahit bile olamamıştır Şahap! Dokuz ay on gün sonra, öyle derler ya, erkekler dokuz ay on gün, kızlar dokuz aylık olurmuş. Çocuklarının adını Muhammet Peygamberi sırtlayıp göğe, arşa, Tanrı’ya götüren atın adı Burak'tır, ona sebep, hem kitapta adı geçsin diye, böyle kutsiyeti olan bir ad verirler çocuklarına.


Burak hızlı araba kullanma tutkusu olan bir delikanlıdır. Bir gün arkadaşlarıyla Kurşunlu Mesire Alanında yiyip içerler, keyifler çakır olunca, Ankara asfaltına çıkıp sürate başlar. Arabanın kadranındaki ibre iki yüzü görmüş, artmaya devam ederken, Hüsmen Bayram’ın fabrikasından tuğla yükleyen Dodge markalı burunlu kırmızı kamyonla kafa kafaya çarpışır.


Kazada Burak’la birlikte üç arkadaşı da oracıkta can verir. Bu acı, Kara Şahap’ı, eşini, emekli Kaymakam koruma görevlisi Hüsmen Bayram’ı, Aliye Rona tipli annesini darmadağın eder. Zaman içinde de her şeyden ellerini eteklerini çeker, iyice içlerine kapanır, insanlıktan çıkarlar…


Halaoğlu Hasan anlatmaktan yorulduğundan mıdır, nedir konuşmaya ara verir, bir zaman sessizlik olur. Halaoğlu Hasan kendi doğruları olan, düşüncesine aksi şey söylenmesinden hoşnut olmayan biridir, verdiği sözü her ne koşulda olursa olsun, yerine getirir. O, sözünün üstüne söz söylenmesinden hoşnut olmaz, az konuşur, "laf dokuz boğumdur," oğlum diyen Kendirli Pehlivan’ın "lafını okkala, bir güzel okkala ondan sonra konuş," düsturu tam da ondan hayat bulmuş gibidir.


“Sonra abi,” dedi çekine çekine gayrı ihtiyarı hikâyenin heyecanına kendini kaptıran dayıoğlu!

Belli mi olur, Halaoğlu Hasan’ın bir şeye kafası bozuluverdi mi, tak diye yarıda bırakıverirdi anlatımını. Halaoğlu Hasan bir şey diyorsa, netice odur, o, boş muhabbetten hoşlanmayan biridir. Telefon konuşmaları bile kelimesine ücret ödenilen telgraf metinleri gibi kısadır.

“Sonra… sonra dayıoğlu, Burak’ın vefatıyla dünyaları kararan Şahap’ın ailesi, vadideki kır düğün salonlarının birinde gece vakti bir araya gelir. Aldığı kararlar şehri uçtan uca sarsmıştır. Onlar taşınır, taşınmaz bütün servetlerini hayır kurumlarına bağışlamış, aylar önce!”

“Sonra… sonra abi sonra?”


“Sabret sabret, sen Gök Münevver’in karnında dokuz ay nasıl durdun?”

“Bilmiyorum abi, boş ver sen dokuz ayı da hele anlat sonra ne olmuş?”

“Sonra ne mi olmuş dayıoğlu, sonunu ne ben söyleyeyim ne sen duy; sonu çok acıklı, bu sonu her hatırladığımda, her aklıma geldiğinde çok kötü oluyorum. Allah kimseye böyle şeyleri ne yaşatsın ne de tanık etsin!”


“Hadi abi, çatlatma ne oldu anlat?”

“Sonrası dediğim gibi çok acı, aklıma geldikçe ne uyku uyuyabiliyorum ne yemek yemeye canım istiyor ne de konuşasım geliyor! Bundan sonrasını da anlatacağım anlatmasına da sonra kaç gece uyuyamam, Allah bilir!”


Uşak’tan İzmir’e yolcu taşıyan motorlu tren hışımla, düdük öttüre öttüre öğretmenevi binasının yanından geçip giderken, öğretmenevinin emekli müşterileri aynı anda başlarını motorlu trene çevirmiş, içindeki yolcuları sayabilecekmiş gibi dikkat kesilir, Dayıoğlunun kıymetli öğretmeni İhsan Fidan, aynı zamanda Halaoğlu Hasan’ın öğretmen okulundan iki sınıf büyüğüdür.


“Gel gel İhsan abi, buyur bir çayımı iç!”

“Yok yok Hasan, deminden beri sizi izliyorum, bir konu hakkında ciddi ciddi konuşuyorsunuz. Çay değil mi bu, siz işinizi bitirin, ben içerideyim, bitince haber verirseniz, çay da içer, sohbet de ederiz!”

“Tamamdır abi!”

“Sonra abi, sonra, hadi anlat artık umacıya gardıracaksın insanı!”


O anda Halaoğlu Hasan’ın gözünden yaşlar süzülürken, konuşmaya başlayamaz bir türlü, konuşacak gibi olur, sesi çatallaşır, sözcükler boğazında koca bir lokma olup mani olur konuşmasına, göğüs kafesi inip çıktıkça kalp atışları hızlandıkça hızlanır.

Yine bir gece vadideki kır düğün salonlarından birinde bir araya gelirler...


Vadideki kır düğün salonundan dört tabut çıkar. Kara Şahap, Kaymakam koruması Hüsmen Bayram, eşi ve kızı, bundan sonra bize yaşamak haramdır deyip şarap kadehlerinin içine aynı miktarda koydukları zehirle kendi hayatlarına kendi elleriyle son verirler. Gece mesaisine kalan çalışanlarını evlerine gönderen Aliye Rona tipli kadın, ortamı hazırlığını yapmış, masa üstündeki kırmızı renkli mumları yakmış, kır düğün salonunu yönetim odasının kalın kırmızı renkli perdelerini sımsıkı kapatmıştır.

Sabah mesaiye gelen çalışanlar, meşin koltukların üstünde başları bir yana düşmüş dört cesetle karşılaşınca hiçbir şeye dokunmadan polise haber verir. Polis müdürü olayı savcıya iletir, savcı bey, müdüre o mekâna birlikte gitmeyi teklif edip birlikte yola çıkarlar. Gerekli incelemeleri yapan emniyet yetkilileri, savcılık cenazelerin adli tıpa kaldırılmasını ister.

Adli tıp raporuna göre, maktullerin ölüm nedenlerinin zehirlenme olduğu raporunu verir Tıp Kurumu’nun savcılığa intikal eden raporuna istinaden savcılık gerekli tahkikata başlamıştır.

Acı, çok acı, insanların kendi hayatlarına yine kendilerinin son vermesi, yirminci asrın büyük insanlığının açlığının ne olduğu herkese göre değişecek bir cevaptır.

27 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/706
bottom of page