top of page
1/2

Hasret

Memleket mi, Yıldızlar mı, Gençligim mi Daha Uzak?*

*


Orhan Veli, Ankara'da çalışırken İstanbul’u özleyip kendini başkentte yalnız hisseder.


“ Yalnızlık” adlı şiirinde anlatır, "bir cana hasretliği"...


Bilmezler yalnız yaşamayanlar,

Nasıl korku verir sessizlik insana;

İnsan nasıl konuşur kendisiyle ,

Nasıl koşar aynalara,

Bir cana hasret, Bilmezler.

Yabancı bir ülkede yaşamaya zorlansaydı kim bilir neler anlatırdı?


Hasret; özlem, bir şeyi çok isteyip de kavuşamama hali olarak tanımlanıyor? Sanki bir yerde eksik bu tanım. Memleket hasreti, sevgili hasreti, ana hasreti... Yani önce olması gerekir ki sonra özlensin. Zengin olmak, yat kat sahibi olmak gibi değil; onlar da insanı gerer ama onlar hırs, ihtiras; özlem değil ki.

Yoksa farklı şeyler mi bunlar?.. Neyse, hepsinin ortak yanı, insanı çok acıtıyor.

Memleket hasretinin bir hastalık olduğunu yurtdışında yaşarken doktorlardan ögrendim.


Amerika'ya kaçak yollardan girip çalışan pek çok arkadaşım oldu. Memleket hasreti gelip benliğinize çöktüğünde çaresizlikten derin travmalara girenleri gördüm. Bu hasret hastalığının ilacının da olmadığını ancak yurtdışında yaşayanlar bilir. Hayatınız konforludur, ekonomik olarak kimseye muhtaç değilsinizdir ama, memleket özlemi üstünüze çöktü mü, insan kendini sarhoş gibi hisseder ve sokaklarda dolaşırken gördüğü kişileri memleketten birine benzetir.

Yaşadığı yeri çaresizlikten terk edemez, gitse geri dönemez.


Dikkat ettiniz mi, Nazım'ın bütün şiirleri buram buram hasret kokar. Ya sevgiliye ya ütopyasına ya da memleketine... Nasıl olmasın ki ömrü ya hapis damlarında, ya kaçak geçmiş.


Bu derin hasreti çok yoğun yaşayan NAZIM HİKMET, bir şiirinde emsalsiz benzetmelerle özlemini şöyle ifade eder.


Bir Üsküdar balkonunda gruba karşı demlenir gibi Bir akşamüstü, Laypzig'te, tramvay durağında Tadını çıkara çıkara, yudum yudum kederleniyorum. “


Nazım ustanın o duygu yoğunluğunu yaşayanlardansanız her sözcük bütün çağrışımlarıyla, anımsattıklarıyla diken gibi içinize çakılır yüreğinizde hissedersiniz.

Sizler, yani memleket hasreti çekmeyenler onun şiirlerini zevkle okur anlarsınız, fakat bir gurbetçi gibi, bizim gibi hissedemezsiniz.

Bu satırları okuyan bir gurbetçi düşünün... NevYork'tayken her dinleyişimde burnumun direği sızlardı.


Mavi Liman


Çok yorgunum, beni bekleme kaptan,

Seyir defterini başkası yazsın.

Çınarlı, kubbeli mavi bir liman,

Beni o limana çıkaramazsın


Vapur

Yürek değil be, çarıkmış bu, manda gönünden,                         
teper ha babam teper
paralanmaz
teper taşlı yolları.
Bir vapur geçer Varna önünden,
uy Karadeniz`in gümüş telleri,
bir vapur geçer Bogaz`a doğru.
Nazım usulcacik okşar vapuru,
yanar elleri...

Bir dostum bir gün bana” memlekete gitsem de bir ilgi görsem” demişti. O zamanlar yeni olduğumdan pek anlamamıştım. Yıllar geçtikçe özlemin, ilgi görmenin ne demek olduğunu ve Nazım ustanın derin hasretini anladım.

Memleketim, memleketim, Ne kasketim kaldı senin ora işi Ne yollarını taşımış ayakkabım, Son mintanın da sırtımda paralandı çoktan,

Şile bezindendi.

Sen şimdi yalnız saçımın akında,

Enfarktında yüreğimin,

Alnımın çizgilerindesin memleketim,

Memleketim,

Memleketim”…


“Sen Sen esirliğim ve hürriyetimsin, Çıplak bir yaz gecesi gibi yanan etimsin, Sen memleketimsin. Sen ela gözlerinde yeşil hareler, Sen büyük, güzel ve muzaffer ve ulaşıldıkça ulaşılmaz olan hasretimsin...

Nazım Hikmet ustanın şiirlerini inceleyin her kelimesi memleket , İstanbul ve hasret kokar. “Memleketimden İnsan Manzaraları ve Kuvayi Milliye Destanı” emsalsiz ve benzersiz anlatımla bir şerit gibi tarihi ve yaşananları gözümüzün önünden akıtır.

Bir ömür yaşanılan sıkıntıları birkaç satırla ve en gerçek kelimelerle ifade edebilmek ancak böyle bir ustanın eşsiz sanatında gizlidir.

Yazımızı büyük ustanın derin hasretinin ancak ölümüyle sonlanacağını düşündüğü ünlü şiiriyle bitirelim.


VASİYET

Yoldaşlar

nasip olmazsa görmek o günü,

ölürsem kurtuluştan önce yani, alıp götürün Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni.

Hasan beyin vurdurduğu ırgat Osman yatsın yanımda ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda. Traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın, seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu, tarlalar orta malı, kanallarda su, ne kuraklık, ne candarma korkusu.

Biz bu türküleri elbette işitecek değiliz, toprağın altında yatar upuzun, çürür kara dallar gibi ölüler, toprağın altında sağır, kör, dilsiz. Ama bu türküleri söylemişim ben daha onlar düzülmeden, duymuşum yanık benzin kokusunu traktörlerin resmi bile çizilmeden. Benim sessiz komşularıma gelince, şehit Ayşe'yle ırgat Osman çektiler büyük hasreti sağlıklarında belki de farkında bile olmadan.

Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani, -öyle gibi de görünüyor- Anadolu’da bir köy mezarlığına gömün beni ve de uyarına gelirse, tepemde bir de çınar olursa taş maş da istemez hani...

*

Işıklar içinde uyu büyük usta...


* Nazım Hikmet'in Karlı Kayın Ormanında Siirinden

 
58 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/682
bottom of page