Semihat KARADAĞLI
*
Leyla Erbil ve Ahmed Arif şiirlere mektuplara konu olmuş bir büyük aşk.
Bir çoğumuz onu ilk önce Ahmed Arif’in büyük aşkı olarak tanıdık. “Leylim Leylim – Ahmed Arif’ten Leyla Erbil’e mektuplar” 1954 yılından 1959 yılına kadar yazılmış 60’tan fazla mektup. Her biri birer sanat eseri değerinde. İçinde koca sevda sığdıran mini minnacık şiirler dizeler.
“Benim her şiirimde varsın ve olacaksın. Ama dünyanın en dehşet şiiri bile "sen" olamaz. Satırlarında ne büyük aşkı sığdırır ve koca bir dünya sözü.
Kitabın giriş kısmında kitabın editörlüğünü üstlenen Rüken Kızıler mektupların kitap haline getirilmesini şöyle anlatır.
“Tuhaf Bir Erkek” romanının matbaadan çıkmasını beklediği günlerdi. Erkeklerden ve aşktan konuşuyorduk. Konu nasıl Ahmed Arif’e geldi anımsamıyorum. Mektuplardan o gün söz etti. Ölümünün ardından yayımlanmasını düşünmüş, sonra fikrini değiştirmişti. “Onun gibi bir adamın, büyük bir şairin yazdıklarının basıldığını niye görmeyeyim” diyordu.
Mektupların “Leylâm, ömrüm” diye başladığını anlatıyordu: “Öyle lafları vardır onun. Kulunum, diye yazar. Birçok mektup var. Ama birini okursan hepsini okumuş gibi olursun.”
“Tuhaf Bir Erkek” yayımlandığında yaptığımız söyleşide de müjdeyi vermişti kitap yakında İş Bankası Kültür Yayınları’nca basılacaktı. Ne var ki Leylâ Erbil o “yakın”a yetişemedi, yayımlandığını göremeden hayatını kaybetti.
3 mayıs 1954 tarihindeki mektubunda “…Hiç Kimseye mecbur olmadım. Olmam da yiğitliğim ve rivayet olunan erkekliğim bundadır. Ama senin mecburun olmak beni hiç mi hiç küçültmüyor aksine yüceltiyorsun”
Yeşil bir yağmur sonra...
En uzak, o adsız ve kimselersiz,
O yitik yıldızda duyuyor musun?
Bir stradivarius inler kendi kendine,
Yayı, reçinesi, köprüsü yeşil.
Önce bendim diyor ve sonra benim...
Ezgisidir dolaşan bütün evreni,
Bilinen, bilinmeyen ıssızlıkları.
Canımı, tüylerimi sarmada şimdi
Kendi rüzgarıyla vurgun...
Rüya kahrım, rüya zindan.
Bir mısra boyu maceram...
Bilmezler nasıl aradık birbirimizi,
Çatladı yüreği çakmaktaşının,
Ağıyor gök kuşaklarının serinliğinde
Çağlardır boğulmuş bir su...
Yivlerinde yeşil güller fışkırmış,
Yılan su getirir yavru serçeye,
Kısır kadin, maviş bir kız doğurmuş,
Memeleri bereketli ve serin...
Neron, çocuk kitaplarında çirkin bir surat,
Ve Sezarsa, bir ad, yıkıntılarda.
Hani, kibrit suyu vermişlerdi üstüne
Kuş vurmaz, tavşan almaz,
Köpek balıklarıydı parçaladığı
Bak, Tiber saygılı, suskun.
Bak nilüfer dizisi zinciri.
Bunlar bukağısı, kolbağlarıdır,
Cihanın ilk umudu, ilk sevgilisi,
Ve ilk gerillası Spartakus'un.
Seni, kaburgamın altın parçası.
Seni, dişlerinde elma kokusu.
Bir daha hangi ana doğurur bizi?
Mısra çekiyorum, haberin olsun.
Çarşılarin en küçük meyhanesi bu,
Saçları yüzümde kardeş, çocuksu.
Derimizin altında o olüm namussuzu...
Ve Ahmedin işi ilk rasgidiyor.
İlktir dost elinin hançersizliği...
“Buna inan. Ahmet Arif, böyle söyler… Doğrudur… Haktır… Lâyıktır… Sana yakın, sana lâyık ve hele hele “senin” olmayı düşünebilmek bile bir cesarettir. Yürek ister. Bu dediklerim insan olana, erkek olanadır tabii. İnsan’dan mahrum bir cehennem karanlığında, nasıl da bulduk birbirimizi… Küçüğüm, sevgilim, imzası martıdan sıcak, uçan uzak martılardan daha sevimli, imzası uçan kuş, kendisi İNSAN sevgilim.
Otur yaz, her gün, her gece bana yaz. Kavuşuncaya kadar.”
Bilir misin, “canım” dediğimde içimden canımın çıkıp sana koştuğunu duyarım hep. (…) “
“(…) Seni sade, bir dost, bir sevgili, bir can parçam olduğun için değil; beni, bu garip ve tedirgin canı, yaşama tutkusuna umuttan, aşktan, ölümü unutturan güzelim sevdalardan yana o aziz duyulara, düşünlere sımsıkı bağlayan bir dünya olarak seviyorum. (…) “
“(…) Kendine iyi bak. Bir daha hiçbir ana doğurmaz seni. Bir daha hiçbir cihan bulamaz seni.”
Gözlerinden, burnunun, üst dudağına düşen fark edilmez incecik gölgesinden öperim canım. Öperim ömrüm. Yaşşa!
gözlerinden öperim canım. en çok da burnundan. gülme, ciddi söylüyorum.
Seni sade, bir dost, bir sevgili, bir can parçam olduğun için değil: Beni, bu garip ve tedirgin canı, yaşama tutkusuna umuttan, aşktan, ölümü unutturan güzelim sevdalardan yana o aziz duygulara, düşüncelere sımsıkı bağlayan bir dünya olarak seviyorum.
İncil gibi, Tevrat gibisin Leylam. Hilesiz, arık ve duru. Cihanda hiçbir kimse, dostunu, Kardeşini, sevgilisini-acısını, ülküsünü, eğilimini, benim seni sevdiğim gibi sevmemiştir.
Ulan ne var sende be? Yeni bir tedavi şekli mi buldum yoksa? Her ne hâl ise, seni düşünmek iyi geliyor bana.
Mektupların her biri ucu yanık sevda kokar. Sevgisi dizelerden satırlardan aşar ama karşıya sevdiği kadına ulaşmaz. Leyle Erbil’in gözünde “dost” tur.
Seni sade, bir dost, bir sevgili, bir can parçam olduğun için değil: Beni, bu garip ve tedirgin canı, yaşama tutkusuna umuttan, aşktan, ölümü unutturan güzelim sevdalardan yana o aziz duygulara, düşüncelere sımsıkı bağlayan bir dünya olarak seviyorum.
İncil gibi, Tevrat gibisin Leylam. Hilesiz, arık ve duru. Cihanda hiçbir kimse, dostunu, Kardeşini, sevgilisini-acısını, ülküsünü, eğilimini, benim seni sevdiğim gibi sevmemiştir.
Mektupları okurken bu kadar büyük aşk olur mu diye düşünüyor insan.
Son mektubunu 15. Mayıs 1977 tarihinde yazar.
… Ben de güzellik sağlık ve mutluluğunun sonsuz olmasını dilerim. Selam ve sevgiler.
İşte baştan sona yaşanan büyük bir aşk sadece mektuplara mı sığmış oysa Ahmed Arif’in şiirlerine baktığımız zaman şiirlerinin bir çoğunun içinde “leylim” sözcüğünü kullandığı görülmektedir. “Hasretinden Prangalar Eskittim” şiir kitabı ilk kez 1968 yılında yayınlandığı yayınlanan mektupların da 1954-1959 yılları arasına ait olduğunu gördüğümüz zaman şiirlerde kullanılan “Leylim” , “ Leyla Erbil’ adına yazıldığı görülmektedir.
Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay!
Pusatsız, duldasız, üryan
Seher vakti leylim - leylim
Cellat nişangahlar aynasındasın.
En bilinen şiirlerinden “HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİM “ de de yine o büyük aşkın izlerine rastlıyoruz.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Namussuza, halden bilmeze,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.
Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Payı yok, apansız inen akşamlardan
Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...
Yine “Maviye çalar Gözlerin” şiirinde de
En leylim gecede ölesim tutmuş,
“Benim her şiirimde varsın ve olacaksın. Ama dünyanın en dehşet şiiri bile "sen" olamaz.” Dediği gibi bütün şiirlerinde o büyük aşkın yürekten kağıda dökülen sevgiyi ve aşk görülmektedir.
Bir büyük aşktır yaşanan. İyi ki yaşanmış ve iyi ki o şiirler mektuplar yazılmış. Günümüz teknolojisinde tüketilen her şey gibi sevgi de tüketilirken eskiden aşkın yazıldığı o mektuplar. Bazısının ucu yanık, bazısı kokulu kâğıda, seçilen en güzel pullarla bekleyenin acaba geldi mi? Diye postacı yolu beklediği günler. Mektupların on gün hatta bir ay gibi bir sürede ulaştığını düşünürsek ve mektup yazdığınız kişiye uzakta ise başka türlü ulaşmanız mümkün değilse belki de aşkı daha büyük kılan bu hasret ve bekleyiştir. Ama ne olursa olsun aşkı anlamlı kılan her şeyden önce o aşkı yüreğinde taşımak diye düşünüyorum.
Bu büyük aşka saygı duymak yakışır.
Semihat Karadağlı /11.01.2022
1)- Hasretinden Prangalar Eskittim/Ahmed Arif/Metis yayınları/ onuncu basım/2015 Eylül
2)-Leylim Leylim/Ahmed Ariften Leyle Erbil'e mektuplar/ Türkiye İş Bankası 1 basım 2013
3)-Ahmed Arif Anlatıyor/Kalbim Dinamit Kuyusu/Refik Durbaş
Comments