Köşkün Beyefendisi (2)
- Niyazi UYAR
- 22 Kas 2020
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 24 Kas 2020

ÖĞRETMEN HANIM'A VEDA
Ege Üniversitesi Beyin Cerrahi Yoğun Bakım Servisi’nde iki ayını dolduran Nuray Hanım’ın durumu doktorları endişelendirmekteydi. Doktor Erkin, Doktor Umut, Doktor Devrim dikkatle takip ediyorlardı. Biri olmazsa biri, olmazsa diğeri; Öğretmen Nuray Hanım’ın iyileşmesi için her türlü yöntemi uyguluyorlardı. Sadece “stabilize” deyip umut verici şeyler söylemiyorlardı.
Doktor Erkin “güzel şeyler söylemek isteriz fakat…”
Doktor Devrim, “her şeye hazırlıklı olmak lazım…”
Doktor Umut, “sizden daha çok üzülüyoruz,” diyorlardı.
Nuray Hanım, tansiyonu düşünce dengesini kaybetmiş, merdivenin üst basamağından aşağı düşmüştü. Düşme şiddetli olduğu için, yardım talebinde bile bulunamamıştı. Başını merdivenin her basamağına çarparak kan revan içinde aşağı kadar yuvarlanmıştı.
Nuray Hanım bir sona doğru giderken, umutsuzluk karabasan gibi çöküyordu Köşk’ün üstüne. “Her şeye hazırlıklı olmak lazım,” demişti doktorlar. Yoğun bakımdan bir türlü çıkamamıştı, azıcık gözünü açsa dünyalar onların olacaktı. “Dayan abla diyordu Doktor Erkin. Belki onlara sebep bu kadar dayanmıştı Nuray Hanım, kim bilir?
Müdür Şakir:
“Ne olur, elinizden geleni yapın, arkadaşımız göz göre göre elden gidiyor, hiçbir şey söylemiyor, söylemediğiniz gibi içimizi karartıyorsunuz. ne olur biraz yardımcı olun, yalvarırım!”
“Müdür Bey, biz de çok üzülüyoruz. O, sizin arkadaşınız olduğu kadar, bizim de ablamız, suçlayıcı ifadeleriniz haksızlık! Kaç gecedir gözümüze uyku girmediğini biliyor musunuz, ne söylediğinizin farkında mısınız? Lütfen işimizi güçleştirmeyin!”
Şakir Bey, farkında olmadan neler söylemiş, onları itham etmiş, duygusuz olduklarını ima etmişti. Birden aklı başına gelince:
“Özür dilerim, Nuray’ı o halde görünce yanlış yaptım, sizleri üzecek şeyler söyledim. İnsan hangi yaşta, hangi konumda olursa olsun; aklı ile değil de duyguları ile hareket edebiliyormuş, tekrar tekrar özür dilerim!”
…
Tansel’in yöneticilik görevine son veren vakıf yönetim kurulu vakit geçirmeden Şakir Bey’e yöneticilik görevini vermişti. Şakir’le birlikte okula bir yumuşama, insanlara bir güven gelmiştir. Öğretmeninden öğrencisine, çalışanına herkesin yüzü gülmeye başlar. Öğrenciler derslerin zorluğundan, çalışanlar işin ağırlığından, öğretmenler ders yükünden şikâyet etmiyorlardı.
Şakir Bey, hiçbir yöneticiye nasip olmayacak bir teveccüh ile görevine başlamıştı. Daha o saat, bahçenin şenlikçi kuşları mutlulukla ötmeye başlamıştır. Bahçenin kızılçamları, servileri bir başka salınmaya başlamıştır. İşi bırakan Özkan daha o saat çağrılmıştır.
Şakir Bey’in yönetici olması herkese tarifsiz bir heyecan vermiş. Bu heyecan börtü böceğe, ağacın dalına, ağacın dalından göğün mavisine; göğün mavisinden Sabuncubeli’nin yabanıl hayvanlarına, kızılçamlarına, mazı çalılarına, ahlâtından, armuduna, bir tekmil konuşan, konuşmayan canlılara kadar ulaşmıştır…
Günler böyle akıp giderken Doktor Erkin, Nuray Hanım için yapılacak şeyin kalmadığına kani olmaya başlamıştır. Zaman, tamam olmuştur, varış çizgisi karşısındadır. Birden transport ventilatörün, diğer monitörlerin gösterge panellerinin düz bir çizgi haline geldiğini fark eder. Nuray Hanım, bu dünyadan ayrılıp kırklar diyarına doğru yola çıkmıştır bile. Doktor Umut’u, Doktor Devrim’i arayıp Nuray Hanım’ın vefat ettiğini haber verirken gözünün yaşı yanağından aşağı doğru süzülmektedir.
…
“Alo!”
“Alo!”
“Ben, Doktor Erkin!”
“…”
Sessizlik olur, Doktor Erkin bir şey söyleyecek olur, konuşamaz. Sadece “ben Doktor Erkin” demiştir.
“Buyurun Doktor Bey, Okul Müdürü Şakir ben, Nuray’a bir şey mi oldu?”
Bütün gücünü toplayan Doktor Erkin:
“Şakir Bey, maalesef kurtaramadık, Nuray Abla’yı kaybettik! Çok gayret etti, hayata tutunmak için çok çalıştı; fakat olmadı. Darbeyi çok ağır aldığı için beynin kılcal damarlarının neredeyse hepsi patlamış ve beyin sapındaki yoğun kanama… Olmadı, yaşatamadık Nuray Abla’yı, başımız sağ olsun!”.
Şakir Bey, bir kelime konuşamadan telefonu kapattı. Koltukta kaybolup hüngür hüngür ağladı.
“Olmadı Nuray’ım, olmadı, her şeyi bırakıp gittin, ne yaparım ben şimdi, sen istedin diye geldim, sensiz burada ne yaparım ben? Sensiz bu okulun, bu hayatın hiçbir anlamı olmayacak…”
Nuray ile Şakir iki dosttular, sevilerini ifade etmekten korkan, öte yandan da tarifsiz duygularla birbirlerine bağlanmış korkak birer âşıktılar. Kaybetme korkusu, var olan azıcık cesaretlerini de alıp götürmüştü. Nice tutkulu aşığın kavuşamaması gibi bir şeydi bu. Leyla’nın Mecnun’u, Mecnun’un Leyla’sı, Kerem’in Aslı’sı, Aslı’nın Kerem’i Arzu’nun Kamber’i, Kamber’in Arzusu ve Şirin’in dağları delen Ferhat’ın aşkı gibi, kavuşmaktan korkmuştular. Hem Fizan’da, hem de bir nefes gibi hemen yanı başındaydılar birbirlerinin. Korkunun gücü, ifadenin gücünü, insan olmanın ayrıcalığını, kişiliklerini yok edince kavuşmaktan korkmuşlardı.
Şakir Bey, yerinden kalktı, ağır adımlarla odasından çıktı, ahşap merdivenlerden çıkarak, gitmeye hazırlanıyor gibi, bir daha hiç göremeyecekmiş gibi, okulun her bir noktasını milim milim gözden geçirmeye başladı. Bir daha hiç görüşemeyecek sevdalılar gibi zamanın bir saniyesi bile boşa gitmesin diye içine çekiyordu, duvarların, ahşapların, sınıfların havasını. Bu koridorda, bu köşede, bu döşemede, kokusu kalmıştır Nuray’ımın deyip doyasıya içine çekiyordu. Ondan geriye kalan her bir şeyi yüreğine alıp gidecekmiş gibi veda ayini yapıyordu adeta. Onsuz bu taş yapının hiçbir şey ifade etmeyeceğini düşünmeye başlamıştı sanki…
Nuray Hanım, şehir mezarlığının en hakim noktasına defnedildi. Cenazeye en çok öğrenciler katılmıştı. “Öğretmen Hanım’a Veda” başlığı ile örgütlenmişlerdi.
“Öğretmen Hanım’a Veda, Öğretmen Hanım’a Veda!”
İlçedeki okullarda sınavlar yapılamadığı gibi dersler bile yapılmamıştı. Binlerce öğrenci, öğretmen bir tekmil Nuray Öğretmenlere sevgilerini ifade etmek için bir araya gelmişti…
Comments