top of page
Yazarın fotoğrafıZeliha AYDOĞMUŞ

KUŞKULU GÜNLER

Güncelleme tarihi: 5 May 2021



Pyrhoon'un şüpheciliğine göre mutluluğa giden yol şöyledir:


*Nesnelerin gerçek yasası kavranamaz.

*Öyleyse nesnelere karşı tutumumuz yargıdan kaçınma olmalıdır.

*Ancak bu tutumla ruhsal dinginliğe ulaşılabilir.


Kuşkuculuk, septisizm, skeptisizm veya şüphecilik, her tür bilgi savını kuşkuyla karşılayan, bunların temellerini, etkilerini ve kesinliklerini irdeleyen, ayrıca aklın kesin bir bilgi elde edemeyeceğini, hakikate erişilse dahi sürekli ve tam bir şüphe içinde kalınacağını, "mutlak"a ulaşmanın mümkün olmadığını savunan felsefi görüştür. Septisizm felsefe tarihi açısından çok önemli bir yere sahiptir; zira felsefe tarihi boyunca yerleşik kanılar ve inançları sarsmış, felsefe, bilim ve özellikle din konusunda birçok anlayışın değişmesine ortam hazırlamıştır. Septisizm (şüphecilik) dogmatizmin (inanççılık) karşıtıdır.


Yukarda yazılanlar araştırıldığında internette ya da bu konuyla ilgili yazılı bir kaynakta rahatlıkla bulabileceğimiz tanımlar. Buna karşın konuyu daha iyi kavrayabilmemiz adına bilmemiz gereken bir tanım. Tarihsel evrelerini, yani ortaya çıkarılan bir akımın diğer akımı çürüttüğü zaman dilimlerini göz önüne aldığımızda, kuşkuculuğun pek çok alanda insanlığın gelişimi açısından en gerekli felsefi düşüncelerden biri olduğunu rahatlıkla görebiliriz...Ve halihazırda yaşamın sanat, siyaset, sosyal yapı vb. gibi pek çok alanında işlevselliğini korumaktadır. Uygarlığın gelişmesi bağlamında ele alındığında ise sonsuza dek vazgeçilmez bir olgu olduğu mutlak kabul gören bir gerçektir.


Çünkü kuşkuculuk; sorgulamak, bizlere sunulan her şeyi inceleyen gözlerle görmek, irdeleyen bakış açısı ile çözümlemek, kabul edilebilirliğini ya da olmazlığını ortaya çıkarmaya giden yolda anahtar olma niteliğindedir. Bu felsefi düşünceye ve gereğine ilişkin bir soru sorulması gerekseydi; kuşkuculuk önemsenmese, bir kenara itilseydi, ''neler olurdu'' değil de, ''neler olmazdı?'' en uygun soru olurdu sanırım.


Evet kesinlikle, insanoğlunun düşüncesinde dünden bugüne kuşkuculuk olmasaydı; bilimden teknolojiye, sağlık sektöründen mühendislik alanındaki gelişmelere, sanatın kollarından felsefeye, sosyolojiye...Bu ve benzeri pek çok alana ilişkin, insanlığı hakkettiği uygar yaşam koşullarına taşıyan, dişe dokunur pek çok gelişme kaydedilemezdi. Kaydedilemezdi çünkü birilerinin bıraktığı bilgi ve beceriler olduğu gibi alınır, üzerine kafa yorarak bir şeyler eklenmezdi.


Kuşkuculuğun yaşamsal organlarından biri de şüphesiz meraktır. İnsanoğlu kendisine sunulanı olduğu gibi kabul etseydi ve ondan başka bir şeyin, yaşadığından başka bir halin olup olmadığını merak etmeseydi, ne mağaradan çıkabilir, ne tekerleği bulabilir, ne de yazıyı icat edebilirdi... Bu saydıklarım ise sadece, insanoğlunun başrolünü üstlendiği medeniyetlerin gelişim sürecinde küçük bir başlangıç; insan soyu kendine sunulandan kuşku duymasa, merak duygusunu korumasaydı, hastaların iyileşmesi için hala hacılardan hocalardan ve onların büyülerinden çare umar halde olacaktı...Ameliyatlar, organ nakilleri, aşılar ve daha pek çok sayısız buluştan yoksun kalacaktı.


Kuşkunun olmadığı bir toplulukta gelişimin gerçekleşmesi, daha yaşanır çevresel koşulların oluşturulması diye bir seçenek yoktur. O topluluklarda artık sürü kültürü hakimdir. İlkel bir değer olan güç en önemli denge unsuru olmuştur ve topluluk, güç unsurunu elinde tutan kişi ya da kişilerce yönetilmektedir. Güç unsuru geçmişte kas kuvvetine dayanırken, günümüz dünyasında dengeler tam anlamıyla değişmiş, kas kuvvetinin yerini kişilerde ve liderlerde, edindikleri çevreye dayanan sosyal statü, ülkelerde ise bilim, teknoloji, sağlık ve silah sektöründeki gelişmelerin büyüklüğü almıştır.


Ayrıca kuşkunun göz ardı edildiği, baskılandığı toplumlarda, gücü elinde bulunduran kişinin yaptıkları ve yapmadıkları koşulsuz şartsız kabul edildiği, kuşku duyularak sorgulanmadığı için, o toplumda uygarlık açısından ciddi anlamda bir gelişme görülemeyecektir. Görülse dahi, sürü kültürüne liderlik yapan kişinin düşünce yapısının yetkinliğiyle sınırlı kaldığı, farklı düşünen beyinlerce beslenmediği için, uygarlığın gelişimi bakımından doyurucu olmayacaktır. Güce dayalı yönetimlerde, gücü elinde tutan kişi kendinden ve yaptıklarını merak eden, kuşku duyup sorgulayan rakipleri olmasından genelde hoşlanmamış, günümüz dünyasında da hoşlanmamaktadırlar.


Oysa kuşkuculuğa, kuşkuculuğun yaşamsalı olan sorgulama ve merak duygusuna inanan, gelişimin temel taşı olduğunu kabul eden lider bir kimse, hem kendi gelişimi için, hem de yönetiminde yer aldığı toplumun rahat bir yaşama kavuşması için, kendi rakibini kendi yaratacaktır. Buna oldukça anlamlı bir örnek vermek adına, tarihsel süreçte çok da gerilere gitmeye gerek yok... Hepimizin de bildiği Mustafa Kemal ATATÜRK, halkının gönlünde kurduğu, o son derece sağlam bağlılığın sonucunda yönetime gelmiş bir liderdi. Buna rağmen, yaptıklarını yeri geldiğinde eleştirecek, yeri geldiğinde karşı çıkacak olmalarına karşın, çok partili dönemin oluşması için gerekli çalışmaları da büyük bir istekle ve gerekli olduğunu savunarak yapan yine Mustafa Kemal ATATÜRK idi...Amaç da oydu zaten; eleştirilmek, sorgulanmak, hesap verebilirliği geliştirmek, yani gelişimi amaçlayan kuşkuculuğu desteklemek.


ATATÜRK biliyordu ki, kişinin bildiği doğrular bir başına kesinlikle yeterli değildi. Bu doğrulara, gelecek için tasarlanan girişimlere; gelişim kaygısı taşıyan farklı yetkin zihinlerce kuşkuyla bakılmalı, merak edilmeli ve değişik bakış açılarıyla sorgulanmalı, uygarlık düzeyini yükseltici farklı öneriler getirilmeliydi. Çünkü ancak o zaman yönetenler de, yönetilenler de, hatta yaşamsal koşullar da, iyiye, güzele daha da önemlisi başarıya doğru gelişim gösterebilirdi.


Bir de kuşkuculuğun insan psikolojisi üzerindeki etkileri var tabii...Bu anlamda düşündüğümde, kuşkuculuğun gerekliliği kesin olmakla birlikte, tüm düşünceler gibi bu tür düşünce yapısının da sosyal ilişkilerimizde, gerektiğinden fazla ön plana çıkmasının en çok ruhsal dengeye zarar verdiği, etkileşimlerimizi sakatladığı da rahatlıkla söylenebilir.


Son olarak bu günlerde pikniğe gitmeyi düşünüyorsanız güneşten bile kuşkulanmanızı öneririm. Öyle ya sonuçta mevsim bahar, gökyüzü her an kara bulutlarla kaplanıp, bardaktan boşanırcasına yağan bir yağmur bırakabilir...Mutluluğumuzun ıslak bir kedi yavrusuna dönüşmesini istemeyiz değil mi?


Gerektiği yerde, gerektiği kadar, olmalı kuşkulu günler!


23 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/706
bottom of page