top of page

KURGU SANATI / Sürrealizm



Kurgu Sanatı, David Lodge tarafından yazılmış, Türkçeye Aytaç Ören tarafından çevrilerek ülkemizde Hece Yayınlarınca 2013 yılında yayınlanmış, inceleme türünde bir kitap. Elli bölüme ayırarak kurgu sanatını, roman kurgularken kullanılan tarzları, roman türlerini ünlü yapıtlardan alıntılar yaparak anlatıyor Lodge. İlginizi çekebileceğini düşündüğüm için bu bölümleri başlıklarıyla sıralamak istiyorum :


Başlangıç, Çok Karışan Yazar, Merak Uyandırma, Gençlik Skazları, Mektup Tarzlı Roman, Bakış Açısı, Gizem, İsimler, Bilinçakışı, İç Monolog, Alışkanlık Kırma, Mekan Algısı, Listeler, Karakterin Sunumu, Şaşırtma, Zaman Değiştirme/Kaydırma, Metin İçinde Okuyucu, Hava, Yinelem, Süslü Düzyazı, Metinlerarasılık, Deneysel Roman, Komik Roman, Büyülü Gerçekçilik, Yüzeyde Kalmak, Göstermek ve Söylemek, Farklı Seslerde Anlatmak, Geçmiş Zaman Algısı, Geleceği Düşlemek, Sembolizm, Alegori, Epifani/Tecelli, Rastlantı, Güvenilmez Anlatıcı, Egzotik, Bölümler ve Benzerleri, Telefon, Sürrealizm/Gerçeküstücülük, İroni, Motivasyon, Süre, İma, Başlık, Düşünceler, Kurgusal Olmayan Roman, Üstkurgu, Acayip Şeyler, Anlatı Yapısı, Aporia, Bitiş.


Kitapla ilgili fikir sahibi olabilmeniz adına Kurgu Sanatı'nın otuz sekizinci bölümüne, Sürrealizm/Gerçeküstücülük'e yer vermek istiyorum. Şimdiden keyifli okumalar.


SÜRREALİZM / GERÇEKÜSTÜCÜLÜK

Sürrealizm/Gerçeküstücülük, görsel sanatlarda edebiyatta olduğundan daha iyi bilinir ve görsel sanatlarda onu tanımlamak daha kolaydır: Dali, Duchamp, Margritte ve Ernst modern sanat tarihinde kökleşmiş şahsiyetlerdir. Ama bir edebiyat dalı olarak 1920 ve 1930'larda gelişen ilk modernist ve dadaist deneyimlerin dışında oluştu. Gerçekten de sürrealizmin ana teorisyeni, sürrealizmi ''önceden ihmal edilmiş üst nitelikte bazı formların beraberliklerinin olabileceği şeklinde bir inanç'' üzerine kurulduğunu açıklayan Andre Breton adında bir şairdi: ''Hayalin her şey, yapabileceğine, düşüncenin tarafsız oyununa bir inanç.''


Leonora Carrington, görsel ve sözel sanat formlarını eşit derecede işleyen nadir bir sürrealist örnektir. Londra'da Sepentine Galeri'de açılan tablolarının retrospektif sergisi çok ilgi uyandırmış; birkaç on yıl gibi uzun aralıkta oldukça mütevazı bir şekilde birkaç dilde yayınlanan roman ve hikayeleri de özellikle feministlerden eleştirel bağlamda dikkat çekmeye başlamıştır. İngiltere'de doğan Leonora, Meksika ve Amerika'ya göç etmeden önce, birkaç yıl Max Ernst ile yaşadığı savaş öncesi Paris'te sürrealizmin görkemli döneminin bir parçasıydı. Onun çalışmaları, ataerkil kültürel kabulleri yıkmak için sürrealist etkileri kullanan Ancela Karter ve Jeannette Winterson gibi özellikle kadın sanatçı ve yazarlar tarafından büyük oranda postmodernist deneyimin öncülüğünü yaptığı şeklinde algılanmaktadır şu an.


Sürrealizm, aralarında yakın benzerlikler olmasına rağmen 27. Bölümde tartıştığım Büyülü Gerçeklikle aynı şey değildir. Büyülü gerçekçilikte her zaman gerçekle fantastik olan arasında sıkı bir bağ vardır: İmkansız olay, modern tarihin uç paradoksları için bir tür metafordur. Sürrealizmde ise metaforlar, akıl ve sağduyu dünyasını bozarak gerçek haline dönüşür. Sürrealistlerin kendi sanat ve onun kaynağına dönük gözde benzetmeleri, Freudun'da dikkat çektiği gibi, uyanıkken sürdürdüğümüz mantığın serbest bıraktığı canlı imgeler ve şaşırtıcı bir anlatı zinciriyle bilinçdışının gizli arzu ve korkularımızı ortaya çıkardığı rüyalardı. İngiliz dilindeki ilk büyük sürrealist roman, büyük olasılıkla rüya öyküsü olan Alis Harikalar Diyarındadır. Carrington'un Duyulan Trampet'inden alıntılanan bu pasajda bunun etkisi fark edilebilir: Yerel ve komik olanı acımasız ve tuhaf olanla karıştırmasında, fantastik olayların gerçekçi anlatımında ve bir volkan kayasındaki Cheshire kedisi gibi yüzleri görmesinde.


Anlatıcı, oğlu Galahad ve onun eşi Muriel ile Meksika'da yaşadığı anlaşılan Mrion Leatherby adında doksan yaşında bir İngiliz hanımdır. Marion oldukça sağırdır ama bir gün arkadaşı Carmella, ona şaşırtıcı hassasiyette bir kulak borusu verir. Onun yardımıyla oğlunun ve eşinin kendisini yaşlı kadınların kaldığı bir yere koymayı planladıklarına kulak misafiri olur. Romanın bu ilk kısmı, akıllı ama kafası karışık bu yaşlı hanımın kendine has düşüncelerini ''benimsemenin'' mümkün olduğu garip ve alışılmadık ama oldukça komik bir tarzda yazılmıştır:


''Hepimizin de bildiği gibi zaman geçiyor. Aynı şekilde zamanın dönüp dönmeyeceği şüpheli. Burada olmadığından ötürü şu ana kadar sözünü etmediğim bir arkadaşım, pembe ve mavi evrenlerin iki arı kümesi gibi parçacıklar halinde birbirleriyle karşılaşacaklarını ve farklı renkte bir çift tanecik birbirleriyle çarpıştığında mucizelerin olacağını söylemişti. Bunu tutarlı olarak açıklayıp açıklamayacağımdan şüphe etsem bile bunların hepsi zamanla olacak şeylerdir.''


Ama Marion, evin eşiğinden geçer geçmez olaylar giderek fantastik bir yöne kayar. Mesela yaşadığı yerde:


''Tek gerçek mobilya, hasır bir sandalye ve küçük bir masaydı. Geri kalan her şey resmedilmişti. Benim demek istediğim, orada olmayan mobilyaların duvarlara resmedildiğidir. O kadar akıllıca yapılmıştı ki ilk başta neredeyse aldanıyordum. Resmi yapılmış gardrobu, kitapları olan rafı açmaya çalıştım. Hafif rüzgarda sallanmış bir perdesi olan açık bir pencere vardı; yoksa gerçek bir perde olsaydı sallanır dururdu...Bu tek boyutlu mobilyaların tümünün iç karartıcı bir etkisi vardı, birisinin burnunu cam bir kapıya çarpması gibi.''


Bu kurum, yemek odasının duvarında gizemli bir şekilde göz kırpan bir rahibenin portresinden ilham alan ve anlatıcıyla onun arkadaşlarının en sonunda kendisine isyan ettikleri otorite yanlısı bir Protestan Hristiyan tarafından işitilmektedir. Bu rahibe, aziz olarak kutsanan bir on sekizinci yüzyıl manastır başrahibesi olarak tanımlanır. Ama rahibe, aslında ilk Başrahibe'ye veya anlatıcıya kraliçe arı şeklinde görünen Afrodit'e inançla bağlantılı bereket tanrıçasına inanan bir kişidir. Öykü, yeni bir buz devri ve deprem gibi apokaliptik (kıyametin kopması) doğal olayların da yer aldığı Kutsal Kase Efsanesinin yeni pagan ve feminist bir versiyonuna doğru kayar. Bu kule çatlayarak açılır ve anlatıcının bir kazanı karıştıran kendi çiftiyle karşılaşacağı bir yer altı dünyasına indiği bir merdiven ortaya çıkar ve altındaki olay burada geçer. Öznenin gözleyen ve gözlemlenen, hem ete hem aşçıya ayrılması kendine özgü bir hayaldir. ''Bir tutam tuz ve biraz da biber ekledim.'' şeklindeki basit bir detayın, kötü ve garip bir yamyamlık imgesiyle yan yana getirilmesiyle oluşan bir etki gibi. Böyle nükteli dokunuşlar, en iyi sürrealist sanat özelliğidir, ki onsuz anlatı boş bir olağanüstülüğe ve sıkıcı bir toleransa yatkın olacaktır. Neyse ki Leonora Carrington hayalperest olduğu kadar da şakacıdır.



Ekleyen : Zeliha AYDOĞMUŞ

Etiketler:

59 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/683
bottom of page