top of page

KUMAR



1969-1970 öğretim yılı. Trabzon Erkek İlköğretmen Okulu son sınıfındayım. Bu okulda üç yıl yatılı okudum. Okulun adında “erkek” geçmesine karşın karma eğitim yapılıyor.

Mayıs ayı. Ara sınıflarda öğretim yılı sona ermiş. Okul son sınıflara kalmış. Bitirme sınavları sürüyor.

Okul Trabzon’un en güzel yerinde ve deniz kenarında. Denizle arasında sadece otoyol var. Yerleşke üç binadan oluşuyor. Girişe göre en soldaki bina Rumların da devlet dairesi olarak kullandığı, eğitim-öğretimin yapıldığı tarihi yapı. Girişte küçük bir kontrol kulübesi ve kantin var. Binanın her iki tarafından aynı biçimde girişler var. Geniş girişler, yüksek tavanlar, yüksek ve geniş kapılar, mermer merdivenler binaya saray havası ve saygınlık katıyor. Geniş bahçesinde süs ağaçları, ıhlamurlar var. Hepsi çiçeklenmiş. Ihlamurların baygın kokusu her taraftan hissediliyor. Ortadaki binanın üst katı konferans, toplantı, tiyatro salonu. Alt katı yemekhane. En sağdaki bina üç katlı yemekhane. Bu bina en son yapılmış.

Okul öğrencilerinin çoğu köylerden gelmiş, yatılı erkekler.

Mezuniyet yaklaştıkça okul gözüme başka görünmeye başladı. Daha önce bitirip gitmek için can attığım kurum şimdi ayrılamayacağım, ayrılmayı istersem darılacak, küsecek, üzülecek bir varlık; düşündüğümde vefasızlık gibi gelmeye başladı. Ve üç yıl bir arada bulunduğum arkadaşlardan ayrılmak da zor. İyi yetiştirilmiş olsak da görev alıp sorumluluk üstlenmek korkutuyor. Yine kent merkezinden uzaklaşmak, üç yıl zaman geçirdiğimiz Ganita’yı, Meydan Parkı’nı, Uzun Sokak’ı, bol ekmekle bir çorba içtiğimiz lokantayı, sahipleriyle dost olduğumuz kitapçıları, bizi ninnileyen denizi, Konak Sineması’nı geride bırakmak işime gelmiyor. Diğer yandan atanmak, maaş sahibi olmak, kendi öğrencilerimin olması hoş.

Sınav stresi herkesi geriyor. Mezun olmak için, sene içindeki notlarınız ne olursa olsun, her sınavdan geçerli not almak gerekiyor. Bazı öğretmenler de sınavı bir silah, bir koz olarak kullanıyor.

Bir akşam arkadaşlardan dört kişilik bir grup eğlenmek için yatakhanenin üst katındaki koridora, karşılıklı iki yatak odasının ortasına gelecek biçimde battaniyeleri serip yastıklarını da koyarak kağıt oynamaya başlamışlar. Oyuncuların ikisi oyunu iyi biliyor. Diğer ikisi oyuna alınmaktan, adam yerine konulmaktan memnun sazanlar. Biraz sonra söğüşlenecekler. Birkaç kişi de seyirci. Koridor ışıklarının tümü yanıyor. Oysa belli bir saatten sonra sadece birinin yanmasına izin var. Ana binadaki nöbetçi öğretmen Cemil Gürgöze, pencereden bakınca, yat saati olmasına karşın koridor ışıklarının yandığını görünce yatakhaneye geliyor. Kapıyı açarken çıkan sesi duyan oyuncular malzemeleri ortada bırakarak yakındaki odalarda ranzaların altlarına saklandılar. Nöbetçi öğretmen bu odalarda uyuyan öğrencileri uyandırıp numaralarını kaydetti. Zaten kumarbazların gürültüsünden rahatsızdım. Sinirlerim iyice bozuldu. Öğretmen oyun kâğıtlarını, paraları toplayıp ışıkları söndürerek gitti. Sabahleyin bizi disipline verdiğini, paralarla oyun kâğıtlarını da delil olarak eklediğini öğreniyoruz.

Daha önce boykot yaptığımız için epeyce bir arkadaşımız başka okullara sürülmüştü. Ben ve bir arkadaşım ihtarla kurtulmuştuk. Ama disiplin kurulunun karşısına pek çok kez çıkmıştım. Mimliydim, alabileceğim ceza sınavlara girmemi engelleyebilir, dönem kaybettirebilirdi.

Oyunu kimlerin oynadığını öğrenmiştik. Kendileriyle konuştuk. Durumu anlatıp özür dilemelerini, bizim bir suçumuz olmadığını söylemelerini istedik. Bizi tehdit etmeye başladılar. Bu arada disiplin kurulu ziyaretlerimiz başladı. Genelde şu sorular soruluyordu: “Okulda kumar oynamanın suç olduğunu bilmiyor muydunuz?” “Hangi oyunu, kaç kişiyle oynadınız?” “Neden kaçtınız?”

Daha önceki disiplin soruşturmasından zaten kafam bozuktu. Son durum beni iyice gerdi. İkinci kez çağrıldığımda ifademe şunları yazdım: “Gecenin geç saatinde yatağımda olmamdan daha doğal bir şey olamaz. Yatağımda olmasaydım okuldan kaçmakla suçlanacaktım. Yatağımda olduğum için yine suçlanıyorum. Şikâyetçi nöbetçi öğretmen beni oyun oynarken, odaya kaçarken gördü mü? Beni gece yarısı uyandırarak uykumu kaçırdı, sinirlerimi, moralimi bozdu.”

Oyun oynayanları tekrar sıkıştırdık. Onlarsa tehditlerini sürdürdü. Fakat oyun oynayanlardan Muğlalı birinin idareye gidip durumu olduğu gibi anlattığını, bizim bir suçumuz olmadığını, paraların formalite olduğunu söylediğini, özür dilediğini öğrendik.

Oyuncular ihtar aldı. Sınavlara girmeleri engellenmedi.

Son sınıftayken güngörmüş meslek dersi öğretmenimiz Şükrü Dede “Çocuklar, öğretmenin bir gözü kör, bir kulağı sağırdır” demişti. Nöbetçi öğretmen Cemil Gürgöze’nin yaptığını düşünüyorum. Oyun oynayanlar birkaç gün sonra mezun olacaklar. Okul dışında bir yerde de oynayabilirlerdi. Alt katta kendini belli edip dağılmalarını sağlayabilirdi. Ya da onları uyarabilirdi. Şimdi geriye bakıp yaptığının doğru olduğunu düşünüyor mu? Suçluyu suçsuzu karıştırıp sinirleri kaldırıp sert öğretmencilik oynamaktan mutlu mudur acaba?





Fuat ÖZGEN


Etiketler:

35 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/683
bottom of page