top of page
Melih Cevdet ANDAY

Kolları Bağlı Odysseus








Melih Cevdet Anday

*


Şairin kendine özgü felsefik şiiri başlattığı, bu yönlü ait olduğu GARİP şiirinden ayrıldığı, en etkileyici şiirleri arasında yer alan Kolları Bağlı Odysseus isimli şiirin tam metnidir.

Birinci Bölüm

1.

Ağır bir zamandı sürekli ve anısız

Gözden önceki göz içinde yalnız

Somut hayvanlar yürürdü hayvanlarla

Ağaçtan önceki ağaçlar büyürdü

Açardı hasatsız gökyüzünü

Ustan önceki sabah kanlarla

Bulut tapınağında bir yıldız


2.

Evreni tostoparlak uyur böcek

Düşünde gökleyin kocaman

Gök mü yoksa böcek mi önce

Duruşur bir anda geçmişle gelecek

Geyik akarsuları özlediğince

Hem su hem geyiktir akan

Düşle gerçekleyin iç içe



3.

Bildik bakışları ile süzerdi beni

Aynasında sarılaştığım nehir

Çekirgelerle büyürdüm üç adımda bir

Çekirgeler kuru yıldızları yerdi

Acıkmış bir güneşin öğle dikenleri

Çıngıraklarla havayı titretir

Tanrısal uykularını bilerdi


4.

Ey çocukluk, mutluluk simyacısı!

Alevini bul getir yanmış bakırın

Batı bulutundaki alı indir yere

Ne oldu tomurcuğun içindeki ısı

Kırmızı yıldızla mı damladı altın

Saydam sapın özündeki ambere?

Bul getir korkusuz büyücü, gizci başı!

5.

Yerin üstünde gördük bunu unutma

Herkes yeniden başladı ve unuttu

Kalıntılarla uzak anılarla yakın

Kendi görütünde bir kırmızı karaca

Ne güzel yangındı o yangın

Herkes yeniden başladı ve unuttu

Yaktığımız mutluluğu unutma


6.

Ey doğa, büyük doğa, sağır kral!

Tasında mermer yaz yağmuru

Kesik bacağında güneş halhal

Çağırıyorsun eski bahçene çocukluğu

Sendin senin mutlu uyruğundu

Sonra baktım pencereme vuran dal

Görünüp görünüp yok oldu


7.

Ekşi salkımdan şarabı çıkaran kim

Toprağı ateşten, ateşi sudan

Bitkiyle, böcekle, benimle oluşan

Sonra kitaplarda okuyup öğrendiğim

Görünmez ışınlar, iç içe yörüngeler

Bensiz mi yanar, bensiz mi döner

Yasaların içgüdümdü benim


8.

Unutamam o güz ikindisini

Her yanda alı al bir mutluluk

Terli bir at gibi gülümseyiverdi

Düşle gerçek arası dörtnala

Bir koşudan sanki çoğala çoğala

Gelip yitivermişti çarçabuk

Beyaz kulelerle bayraklar ortasında


9.

Şimdi ondan ne ki kaldı

Unutulmuş bir kapı belki kaldı

Değişmez biçim, arı renk, ölümsüz birlik

O zorunlu kendiliğindenlik

Anılarla geldi gitti kaldı

Duyularda bir ürperti kaldı

Artık eski bahçelerde değildik


10.

Duyular eski ağaçlarım benim

Her gece bütün kuşlarını yiyen

Alaca bulaca fener alayı

Unutup gidilmiş körebelerim

Bilinçsiz bir inatla yeniden

Yeniden boyuna yeniden

Kurup kaldırıyorsunuz bu sofrayı


İkinci Bölüm


1.

Büyüdük çocukluğumuzdan

Büyüdük tarihe usulca

Biz bir yana, doğa bir yana

Doğanın yanında bir başka doğa

Karşıdan bize gözlerimiz mi bakan?

Ve güneş altındaki ölümlü tanrılara

Hala şaşkınlık içindeki yonutlarda

Susar doğadan ayrı düşmüş insan

İnsanın boşluğunda doğa


2.

Belli değil biz mi, doğa mı

Kimdi kim bu ayrılığı isteyen?

Belki kör bir çocuk küstü ağladı

İlk karın çılgın geyiğinden;

Belki de bir sakar büyücü karı

Aşımıza tan yeri ağarırken

Ağulu, esrik bir göktaşı

Düşürdü bileziğinden

Çıldırmış evrenler artığı


3.

Kaşla göz arasında oldu olan

Birdenbire ilk göz süreksiz ve anısız

İlk kuş kanadınca ürkek ve yalnız

Ağaçtan önceki ağaçlarla tek bir an

Tüyleri diken dikendir hayvanın

Işığın püsküllü atları şaşkın

Gözün gözü daha kocaman

Ve hiç göz değmemiş ormanın

Tembel devi boş bulundu apansız


4.

İşte o zaman bir akarsu

Geçtiği yerlerden bir daha geçti

İsteyerek ikiledi kendini

Gök bir daha, bulut bir daha

Saklı bir deniz denizin altında

Yaprağının altında yaprak

Göründü görünecek ucu

Uçan kuş gene uçuyordu

Kendi gibi olmaya çalışarak


5.

Oysa giden bulut değil, yaprak değildir

Renk bir düşünce gibi büyür çünkü

Tutamam tuttuğum dalda belki elim var

Bakıp unutmuşum gözlerimi denizde

Gökyüzü belleğim olur çünkü gittikçe

Ne duyu, ne görü, sade yıldızlar

Bütün müyüm, parça mıyım, kim bilir?

Yitmiş gitmişim güneşlerle yüklü

Yiten güneş değil, toprak değildir.


6.

Bağlantısız bir düzende ordan oraya

Koştukça artıyordu yalnızlığım

Bir dinothorium’un gözünden baktım

Kendime – Ne çılgınlık! – yabancı ve uzak

Denizi köklerinden çıkarmış da

Sallıyordu gagasında bir martı

Rüzgar tüyleniyordu bir kuşta

Yavaş yavaş yoğunlaşarak

Gök gürültüsü az sonra artık ağaçtı.


7.

Kaç kez unuttum sevinci

Yağmurlu bir gezegendi çiçek

Kulaklarım çiçek sesleriyle dolu

Kokusunu gördüm onun giderek

Geceler gündüzler yaratıyordu

Gecenin gündüzün yardımı ile

Madenlerin, rüzgarın, göğün yardımiyle

Madenleri, rüzgarı, gökyüzlerini,

Çiçeği yaratıyordu kendi kendine.


8.

Kendi kendine geçip giden mavi

Kanatlı atında dalganın

Yarıya indirgemiş daireyi

Sallanın maviler sallanın

Varabilir misiniz yayın ötesine?

İki nokta arasında sürekli

Ve sonsuz bir koşu ki tanrım

Gökler de yarım, dalgalar da yarım

Dalgaları gökler tamamlıyor geçtikçe.


9.

Esriktim artık çalkantıdan

Birlikte var olmanın rastlantısı

Aldı götürdü beni bir an

Değişen biçimler içinde…

Artık üçgen yağmurları mı

Gök piramitleri mi iç içe

Değirmi denizler mi istersin yansıyan

Küsuf konilerinde sapsarı

Gel birliği yeniden kur ey gece!


10.

Ama saat kaç, kim bu başucumdaki?

Saf olayın yenilenmesi mi su?

Ağaçlar gerisin geri eski yerine

Açılarla aralıklar tıpatıp doğru

Ama saat kaç, kim bu başucumdaki?

Kim ölçüyor, soran kim, neye göre?

Düzen sevgisi mi, yoksa korku mu?

Düşünülmeyenden düşünülene?

Ama saat kaç, kim bu başucumdaki?



Üçüncü Bölüm

1.

Us iki akımlıdır. Ben doğayı

Nesneleştirdim ve sayılarını

Buldum. Şimdi ne olacak idiyse

Her şey onun zorunu içindedir.

Ağaca yeşil bakmak lazım

Yan yana getirmeli yedi rengi

Sessizliği yoğunlaştırmalı ki

Yeri katılaştırsın ayaklarım…

Ey bilinç! Sevgim de, hüznüm de

Eski bir zamandan gelmedir

Şimdi saltanatımda yapyalnızım.


2.

Bulut bir biçim değildir artık, bir

Tasarı, bir entr’acte, bir istektir;

Olumsuz bir tanımdır gökyüzü

Boyuna ilkel ve matematiksiz

Sıkar durur tanrıları boş yere…

Çünkü eski bahçelerde değiliz

Eskidendi elmanın ağaçtan düştüğü

Şimdi yalnız 1/2 gt²

Kapsar yıldız kaymalarını

Ayıklamalı evren görütünü

Usa uygun bir düzene koymalı.


3.

Ben bu ellerimi hiç görmemiştim

Çünkü onlar benim ağaçlarımdı

Şimdi ışığı söndürsem ve

Kalkıp tutsam ağaçlarımı

Ellerim midir, yoksa ellerimin

Adları mı? Çünkü şimdi ben de

Bir ararenk, bir bildiriyim;

İlkyaz, ilkyazın gerçeğinden

Başka nedir? Olağan biçimlerin

Yerce yenilenmelerinden

Olağanüstü yabancılıkları.


4.

Kaç sabah var, yazık, onca güneş var

Sayısızlıkta başın dönünceye kadar

Gördüm denizi, ama ad verdim ona.

Durdurdum. Unutkan kuşlariyle yarın

Deniz değildir artık o, uğultulu

Bir varsayım, arcaique bir duyu…

Çoğul! Tekdüze tür! Sen bir kadınsın

İstediğince kendini tekrarla

Anımayın ey ölümlü anılar!

Evrenin karşı durmasıdır bu

Karşı durması usumuza.


5.

Kara bastın mı üşümeli

Üşümek bir sözcüktür, üşümeye benzer.

Gecedir diye bakmalı geceye

Tıpkısıdır gecenin, bir sessiz bir sesli.

İçtenliği kökünden yok etmeli

Çünkü sen bir nesneye karşılık değilsin;

Yapaysın ve güçlüsün artık. Benze,

Benzet, yakıştır, doğamsı göster!

Ölümsüzlüğünü yaratmak için

Koru kendini bir gerçeğin

Yanı başında sözcüklerle.


6.

Ah olacağı buydu oldu,

Duygularla öyle çok uğraştım ki

Artık aramızda ne bir sır

Ne güven, ne inan, ne uyum…

Sonunda tükettim ruhumu:

Sevinirken sevincimi seyrediyorum

Korkumla korkmuyorum şimdi.

Madem bir kapı aralıktır,

Sen sonuna kadar aç onu.

Artık bendeki insandan kurtuldum

Sevgisiz yaşayacağım sevgiyi.


7.

Kıpısızsa yörüngenin ortasında söz

Devinisiz gelişim ne ki

This is the mythology of modern death

Biçimden ayrı düzen, kalıptan ayrı biçim

Bir yanda uygunluk, bir yandan uyum

Varlık değil, ölüm değil, öteki.

Sesle sessizlik arasındaki ses

Bilgisiz inanım, inansız bilim

Töz bir yerde, bir yerde öz

Duyumsuz duygu, duyusuz duyum

Gerçekle ülkü arasındaki.


8.

Sende martılardan kalma bir şey var

Ellerin gece bir denize yağmur yağandaki

Issızlığı sürdürüyor ellerinde

(İlkel ya da çocuksu hep bir)

Issızlığı ve ululuğu ki

Bilinçsiz özgürlüğün kalıntısıdır belki de

(Kapımayın ey ölümsüz kapılar)

Eski bilgiler saklı belleğinden

Uyandır o gücü uyandırabilirsen

(Usul ya da tutkulu hep bir)

Bilinçli tutsaklığını tekmele.


9.

Ey doğa, büyük doğa, güzel ana!

Sen varsın, de bana, gözlerin de var,

Deniz var deniz, onu kim tüketebilir!

Bırakmaz beni tek başıma

Ağacın gövdesine güveniyorum

Arı gün bak işte değişiyorum

Yeniden yaşamaya başlıyor ellerim

Tanrımayın ey ölümsüz tanrılar

Ah güvercin gibi kanatlarım olaydı bir

En kardeş yerlerimi tek başıma

Uçardım ve rahat ederdim.


10.

Hatırlar mısın? Eski kokuları hatırla!

Ben bu çiçekleri dererdim

Hangi çiçekleri? O değil, şarkılardı

Şarkılar vardı can sıkıntısında…

Ağlayan kim? Ben değilim.

Vardığım kupkuru bir kıyı

Deniz kabukları, martı leşleri…

Eskiden ben bu denize girerdim

Hangi denize? Ölüm sessizliği

Ve cırlak güneş aydınlığı

İçinde dağa taşa benzemişim.


Dördüncü Bölüm


1.

Kara gemi Okeanos ırmağının

Akıntısından kurtulup tanrısal

Denizde Ayaye adasına varınca

Onu kumsala çektik ve uykuya

Dalarak tanrısal şafağı bekledik.

Sabah sisi içinde doğan

Gül parmaklı şafak

Elpenor’un yüzüstü yatan ölüsünü

Bulmuştu ilk önce kıyıda.

Martı leşleri ve deniz kabukları arasında

Törenle gömdük onu kederli

Gönülle ve yanık yüzle şaraptan

İçerek dinledik Kirke’yi.


2.

Tanrıçaların en tanrısalı

Güzel belikli Kirke eyitti:

“Sen Odysseus iki ölümlüsün

Hades’i gördün daha yaşarken

Güneş doğmayan neşesiz ülkeyi

Günlerce karanlıkta kaldın

Çünkü İthaca yaşatıyordu seni

Tanrısal denizde ordan oraya

Bin yıldır aradığın ada…

Konağının sarsılmaz temeli

İkarios kızı Penelopeia

Ve erdemli dölün Telemakhos

Bütün ülkün ve sevgin olan İthaca.”


3.

“İyi dinle söyleyeceklerimi

Her şeyi olduğu gibi anlatacağım sana

Ki yeni uğursuzluklar yüzünden

Denizler ortasında kalma bir daha.

Önce Sirenlere rast geleceksiniz

Koruyun onlardan kendinizi

Yabansı ezgilerle büyüleneceksin

Ordan çarçabuk uzaklaşmalı ki

Büsbütün yok olmasın İthaca.

Sirenleri aştıktan sonra kürekçilerin

İki yol çıkacak karşına birden

Acaba bunlardan hangisi?

Artık onu orda sen bileceksin!”


4.

Oysa İthaca’yı hiç görmemiştim

Penelopeia yoktu, Telemakhos da,

Ama İthaca kafamda onlardan kurulu idi.

Tanrıçaların en tanrısalı

Kirke’nin bile söyleyemediği

Bu yolu bulup geçeceğim;

Ama ne denli güçlü olursa olsun

Bilerek varmak istiyorum şimdi

Sirenlerin ezgilerini dinleyeceğim

Dedim ve büyük bir mum peteğini

Tunç hançer ucu ile ezdim çabucak

Tıkadım kürekçilerin kulaklarını bir bir

Orta direğe bağlattım kendimi.


5.

Kürekçilerim hasatsız denizi

Köpürttüler kürekleriyle,

Tez yürüyüşlü gemi gün batarken

Ulaştı Sirenlerin adasına,

Yüreğim kopacak gibiydi

Kanatlanıp uçacak gibiydi, ama

Sirenlerin izi bile yoktu ortada.

Yalnız bir ezgi, ta derinden

Ta içerimden gelen bir ezgi

Başladı yavaş yavaş yükselmeğe;

O yabansı, o büyülü türküleri ben

Söylüyordum sağır gemicilere

Yalnız ben duyuyordum Sirenleri.

Kirke, bilge tanrıça, selam sana!

Sağ salim geçtim kendimi.


*


Melih Cevdet Anday

(13 Mart 1915, İstanbul - 28 Кasım 2002),

*5 Temmuz 1331 (1915)’de Çanakkale’de dünyaya geldi. Asıl ismi Muzaffer Melih’tir. İbrahim Cevdet ve Hatice Nadide çiftinin dördüncü oğlu olan Muzaffer Melih’in, İstanbul-Fatih nüfusuna kaydı doğumundan iki yıl sonra 03.10.1333 tarihinde- yapıldığından kaynaklarda doğum yeri İstanbul olarak belirtilmektedir.


Türk şair, tiyatro oyunu, roman, deneme, makale yazarı. Lise arkadaşları Orhan Veli ve Oktay Rifat'la birlikte ortaya çıkardıkları Garip Akımı ile Türk şiirindeki yenilenmeyi başlatmıştır.

Kolları Bağlı Odysseus ile kendine özgü felsefi şiir akımını başlatmış, Garip Akımı'ndan ayrılmıştır.

UNESCO'nun Courrier dergisi, 1971 yılında onu Cervantes, Dante, Tolstoy, Unamuno, Seferis ve Кawabata düzeyinde bir edebiyat adamı olarak gördüğünü açıklamıştır.


İstanbul'da doğan Melih Cevdet Anday'ın çocukluğu Кadıköy Bahariye'de geçti. Ortaokula kadar İstanbul'da eğitim gördü. Liseyi ise Ankara'da, Gazi Lisesi'nde tamamladı. Lisede okuduğu sırada, Orhan Veli ve Oktay Rifat ile tanıştı. Liseyi bitirdikten sonra bir süre Hukuk Fakültesi'ne devam etti. Daha sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'ne kaydoldu. Ancak Devlet Demiryolları'nda memur olarak çalıştığı iςin öğrenimine devam edemedi. Çalıştığı kuruluş tarafından sosyoloji öğrenimi görmek iςin Belςika'ya gönderildi. Ukde isimli şiiri 1936'da Varlık Dergisi'nde yayımlandı.

*Garip üçlüsünün Varlık'ta yayınlanan ilk şiiridir UKDE.


Ardından şiirleri Ses, Yaρrak, Yeditepe, Paρirüs, Yeni Ufuklar, Yeni Dergi, Soyut, Ataç, Dönem, Yön gibi dergilerde yayınlandı. Orhan Veli ve Oktay Rifat ile birlikte 1941 yılında Garip isimli şiir kitabını çıkardı. Hasan Âli Yücel'in tavsiyesi ile Milli Eğitim Bakanlığı Neşriyat Müdürlüğü'ne memur olarak atandı. 1946 seςimleriyle birlikte bakanlığın el değiştirmesi sonrasında önce yeniden askere alındı, sonra Konya'ya atandı. Ancak bu atama daha sonra geri alındı. Anday, bir süre sonra bu görevinden ayrılarak İstanbul'a döndü.


1953-1954 yıllaɾı aɾasında Akşam Gazetesi'nin edebiyat ve sanat sayfasını hazıɾladı. DÜŞÜNCELERİ sebebiyle işten çıkarıldı. Doğan Кaɾdeş Yayınlaɾı'na geçti ve çeviɾileɾ yaρtı. Buɾadaki göɾevinden de aynı sebeple ayɾılmak zoɾunda kaldı. 1958'den itibaɾen; Teɾcüman, Büyük Gazete, Yeni Tanin ve İkdam'da kendi adıyla ve çeşitli takma adlaɾla denemeleɾ ve makaleleɾ yazdı, tefɾika ɾomanlaɾ yayınladı. 1960'ta Nadiɾ Nadi'nin desteğiyle Cumhuɾiyet'te köşe yazılaɾı yazmaya başladı. Bu gazetedeki yazılaɾını 1997'ye kadaɾ süɾdüɾdü.


1956'da yayınladığı Yanyana isimli şiiɾ kitabı, 142. maddeye aykıɾı olduğu geɾekçesiyle 1964'te yasaklandı. Anday geɾek şiiɾ kitaρlaɾıyla, geɾekse daha sonɾalaɾı yöneldiği ɾoman ve tiyatɾo alanlaɾındaki yaρıtlaɾıyla biɾçok ödül aldı. Anday, İstanbul Belediye Konseɾvatuaɾı Tiyatɾo Bölümü'nde diksiyon, özel biɾ tiyatɾo okulunda mitoloji deɾsleɾi veɾdi. 1964-1969 yıllaɾı aɾasında TRT'de yönetim kuɾulu üyeliği, 1979-1980 yıllaɾında da Paɾis'te eğitim müşaviɾliği göɾevleɾinde bulundu.


*Cumhuriyet devri Türk edebiyatında önemli bir deneme yazarı olarak da dikkati çeken Anday, denemelerinin içeriğini; “Ben şiirde, tiyatroda olsun, tüm yazılarımda, hep Türk kafasını yükseltmeye, inceltmeye yöneldim” sözleriyle ifade ederken denemelerde ele aldığı konuların çeşitliliğini de vermiş olur.


Solunum ve böbɾek yetmezliği tanısıyla Maɾmaɾa Üniveɾsitesi Koşuyolu Hastanesi'ne kaldıɾılan Melih Cevdet Anday, 28 Кasım 2002'de 87 yaşındayken vefat etti. Büyükada mezaɾlığında topɾağa veɾildi. Anday, eseɾleɾinde kendi adı haɾicinde şu takma adlaɾı da kullanmıştıɾ: Yaşaɾ Tellidede, Niyaz Niyazoğlu, A. Mecdi Velet, M. C. A., H. Mecdi Velet, Yaşaɾ Tellideɾe, Gani Giɾgin, Zateɾ, Yaşaɾ Tellioğlu


Kaynak: wikipedia


23 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

VAY GURBAN

Gün Acıtıyor

HAYSİYET

Comments


1/721
bottom of page