top of page
Yazarın fotoğrafıŞenol YAZICI

KİMSE Hala BİZiz.

Güncelleme tarihi: 22 Oca 2022



Kimse SİZsiniz

*

Hala anlamadık mı?

Güvendiğimiz dağlara kar yağdı. Ne zaman zora düşsek herkes KİMSE olmaya adaydı.

Ne var ki; dost başa bakar derler;

Bunlar hep başka yere, belden aşağı... yani ayakkabılarımıza baktı.

...

O da değil, asıl acı olan itibar ettiklerimiz, insan yerine koyduklarımız, emeğimiz üstünden saltanat sürenler de öyleydi.

...ve biz, üzerine ölü toprağa serpilmişler; kadim uykularımızdan hala uyanmadık.

*

Düşünmeyen insandan kork dedi dedelerimiz, atasını, neslini, soyunu sopunu, kabuğunu beğenmeyen kestaneden kork... dedi ninelerimiz. Düşünmekten korkandan en çok kork... dedi.


Böyle hamasetle söze başlayandan en çok kork kimse dememişti.

Zorla öğrettiler...


Öğrensek DÜŞÜNMEyi, bugüne kalmazdık.

Sen buğday yetiştir dediler, patates soğan... biz yerine düşünürüz.

KİMSEler hep bizim adımıza düşündü.


Şimdi içinde boğulduğumuz derin çaresizlikte ve büyük ıssızlıkta başka yolumuz olmadığından mecburen düşünüyoruz.


Öğrensek DÜŞÜNMEyi, bugüne kalmazdık.

Sen buğday yetiştir dediler, patates soğan, biz yerine düşünürüz. KİMSEler hep bizim adımıza düşündü.


Şimdi içinde boğulduğumuz derin çaresizlikte ve büyük ıssızlıkta başka yolumuz olmadığından mecburen düşünüyoruz.


Öğreniyoruz.

Birlikte...

***

Kitapla gelmek dışında da yazarlarla peygamberler kimi yönlü benzeşir.

Her ikisi de yaşadıkları toplum tarafından hırpalanmış, kırılmıştır. Farklarından biriyse peygamberler, toplumu adam etmeye uğraşırken, yazarların çoğu ise küsmeyi yeğler.

Oysa tebaasız bir peygamber nedir ki? Okursuz bir yazar gibi…


Bizler halkına, emeğe ve kendine inanan, ama taban gibi değil tavan gibi yaşanması gerektiğini savunan insanlardık. Kültür ve sanatı yani yaşamın damıtılmış biçimini, yani güzelliği seviyorduk. Çok zamandır, ülkülerimizi yitirmiş, paçamızı kurtarmaktan başka bir şey düşünmeden yaşıyorduk. Birileri koşun dediğinden elde ettiklerimiz artık taşıyamayacağımız, tüketemeyeceğimiz ya da mezarlarımıza bile sığdıramayacağımız boyutlarda olsa da dilimiz dışarıda bir bilinmezliğe aç gözlülükle koşuyorduk. Söz üreten fabrikalarımızda, doğru yerde doğru zamanda olsaydık peygamber olurduk, savlarını üretiyor, başkalarının karmaşık, anlayamayacağımız yaşamlarına, dünyanın sorunlarına reçeteler sunuyor, ama yalnızlığımızı aşmayı, bizi bir fındıkkabuğuna girecek kadar küçülten başarısızlıklarımızı tanımlamayı ise beceremiyorduk.

Hep yağmuru bekliyorduk. Büyük insanların bekleyen değil, tarlasını yağmura taşıyanlar olduğunu hiç öğrenmemiştik. Tüm insanî kalelerimizi yitirmiş teslimiyete, tek tipleşmeye ramak kalmıştı. İyi ağlıyor, kim, ne yaparsa yapsın, bakmadan tüm kusurlarını görüyor, ömrümce güzel ne yaptım ben, diye sormaktansa, kadim devirlerde bize yapılanın hıncına kilitli elimizde eleştiri hançeri saldırıyor, hiçbir güzellik yeşertmiyor, her kavramın ve erdemin içini boşaltıyorduk. Ne omuz verirdik ne emek, yirmi kitabımızla bir yere varamasak da, biz büyük adamdık, herkes bize hayran olmalıydı.

Yalnızlığımız mı? O yüksek dağların kaderiydi, kendimizi koyduğumuz yerde tutunabilmenin yolunun bizi vitrinlemeyen her şeyi çürütmek olduğunu artık ezbere biliyorduk.


Dedik ya bizler biraz aziz, biraz peygamberdik. Peygamberler gibi de yaşadığı toplumca kırılmış, hırpalanmış zeki, duyarlı insanlardık. Farkımız peygamberler toplumlarının aksaklıklarını düzeltmek için savaşırken biz kaçtığımız soyut dünyada edindiğimiz çadırı sırça saray sayarak dışarıdaki kaostan kurtulduğumuza mutlu, bizi çıplak gösterecek bütün aynaları kırmış, peygamberliğini ilân etmiş, ama insanına küsmüş, tebaasızlıktan ıssız bir adamdık. Küçümsediğimiz o sıra insancıkların yanlışlarına bakıp doğruluğumuzdan mutluyken, insanın gerçek büyüklüğünün hiç yanlış yapmamak değil, doğru bir şeyler yapmaktan geçtiğini düşünmeden, insancıkların tebaamız olmak için sıraya girmeyip reklâmla büyütülmüş şapkasından tavşan çıkarmaktan başka hüneri olmayan bir renkli şarlatanın peşinden koşmalarını da anlayamıyor, kızıyorduk.

Oysa dünya değişmiş, biz ötelere düşmüş, hatta bitmiştik. Biz sistemin bize dayattığı sırat köprüsünde egomuzla artırdığımız bir hızla dörtnala koşuyorduk.

Parklarda elinde tuvalet ispirtosu Neruda’dan, Bodler’den, N.Hikmet’ten dizeler okuyup içki parası dilenen deliler ya da velilerde bizi onca kızdıran, aslında kendimizle ilgili bir gelecek öngörüsü olabilir miydi?

Orada durduk. Bunca yıldır varoluşumuzu tek başına fayda saymazsak gerçek anlamda bir üretici olmadığımızı, bu topluma ve yazdığımız kitaba, ürettiğimiz resme yani kendi geleceğimize de ciddî anlamda emek vermediğimizi düşündük. Bir dergi yapacaktık. Kimsenin bizi keşfedeceği yoktu, kendi okurumuzu kendimiz yaratacaktık. Öte yandan soluk alınabilecek bir yer, ait olma duygumuzu doyurmamızı sağlayan bir birliktelik, güç alacağımız bir aile, karşılıklı öğreneceğimiz bir okul yaratmaktı derdimiz. Yapısı, anlayışı, yaşamı farklı, ama özlemleri, ama düşünsel dünyaları, ama yazınsal anlayışları birbirine yakın, kesinlikle

sıra insanlardan daha çok hisseden ve gören, ama anlatamayan, anlatacak yer bulamayan, anlatsa da okura ulaşamayan, anlatamadığı için de yalnızlık kimi de öfke duyan bir insanlardan bir aile… Dergi buydu,

Dergi kültür sanat denizinde parlayan çıkışı işaret eden solgun da olsa bir fener olabilir diye düşündük.

İyi de dergi zor işti, en azından ekonomik destek isterdi, tekelci sermayenin el attığı bir alanda var olabilir miydik? Bize el verecek, ama ruhumuzu satın salmaya kalkmayacak, güvenecek kimse var mıydı? Onlar yerli filmlerde ve masallardaydı. Yılmadık, ararken bulduk. Kimse bizdik. Çaresiz ellerini yüreğinin ve aklının ceplerinde gezdirip kendi rüzgârını yaratabilen herkes de, hatta yaratmaya uğraşırken yenilenler de bizdendi. O zaman kimse bizdik, kimse sizdiniz… Birlikte kendi ADAmızı yaratacaktık.


Ve dergiyi ürettik. Uzun zamandır ilk kez ağlaşmayı ,yakınmayı, sitemi bıraktık. İlk kez bu kadar devrimci, o kadar insandık.

Çünkü kişinin kendini keşfedeceği, beyninin girintilerinde geziler yapacağı ve bunun doğruluğunu ölçeceği bir düşünce atölyesi amacımızdı. Emeğini biz verecek, olursa ödülünü de biz görecektik, tabi ki konuklarımız da olacaktı, ünlüsü, yenisi, Elbet birilerine de el verecektik…


Saygıyla gelenlerin hepsi bize yakışan nezaketi görecek, yardım edecektik ama asla kendi evimizde birilerinin konuğu, hizmetçisi durumuna düşmeyecek, reklâm tahtası olmayacaktık. En önemlisi bunu taşrada yapmaya soyunuyor, düşünmenin ve yazmanın kimi insanların tekelinde olduğunu savlayanlara aldırmıyor, direk sıra insanla başlıyorduk. Niyetimiz bilenin arkadan gelene öğreteceği, eksik çocuklarına da aynı önemi ve özeni gösteren bir aile, bir sığınak olmaktı.

Tek başına karşı koyamadığımız, teslim olmamıza az kalan postmodernist dünyaya, kuralsızlığa, etiksizliğe, akılsızlığa karşı bir sığınak bir deney tahtası, düşünce lâboratuarı yaratıyorduk. Edebiyat, sanat o değil miydi, insan yaratma atölyeleri…

Ardına güçlü sermayeleri alarak yarattığı uydurma kültürü evrensel moda diyerek dayatan ve ezberleten sanat tekellerine ya da kaybedecek hiçbir şeyi kalmadığından uluorta sövmeyi sanat sayan ya da halkının gıdıklanacak nesi varsa orayı gıdıklayarak ünlenen görece sanatçıya değil, etik olmaya kararlı insana yani SİZe inanan bir minik savaşçı yaratıyoruz.


Şenol Yazıcı, Kasım 2002 , sayı 1 maviADA (kimse-SİZ) Dergisi,


Yirmi yıldır maviADA'yı yapıyoruz. Bizi ülkenin dört yanına, binlerce okura, düşünen, üreten insana, sanatsevere ulaştıran, ürettiğimize ayna, yalnız sanatçıya sığınak olan maviADA’yı...


Ne kıyamet koptu, ne de ülke kurtardık. Öyle bir iddiamız da yoktu zaten.


Daha anlamlı bir şeyler yapma şansınız var da yapmamışsanız, hele buna ben sebep olmuşsam üzülürüm, ama kabul edin yaşamın sizi yorduğu zamanlarda kaçabileceğiniz bir dünya olması, bir yazı hazırlamanın, yayınlanınca gururla okumanın o eşsiz tadı bu emeğe değerdi?


Öteki yanlarını hiç saymıyorum.

Çok kişi ilk kez maviADA’da yazıp şimdi kitaplı yazar oldu.

Aranızdan kimileri vefalıydı, o gün bugündür bizimle...


…Ve değişen yok, aynı yerdeyiz. KİMSE, hala BİZiz, KİMSE hala SİZsiniz.


Peki, biz hala kararlıyız, ya siz?▲

30 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

1 Comment


Semihat KARADAĞLI
Semihat KARADAĞLI
May 23, 2021

"İyi de dergi zor işti, en azından ekonomik destek isterdi, tekelci sermayenin el attığı bir alanda var olabilir miydik? Bize el verecek, ama ruhumuzu satın salmaya kalkmayacak, güvenecek kimse var mıydı? Onlar yerli filmlerde ve masallardaydı. Yılmadık, ararken bulduk. Kimse bizdik. Çaresiz ellerini yüreğinin ve aklının ceplerinde gezdirip kendi rüzgârını yaratabilen herkes de, hatta yaratmaya uğraşırken yenilenler de bizdendi. O zaman kimse bizdik, kimse sizdiniz… Birlikte kendi ADAmızı yaratacaktık. "


Mavi ada'nın kalemlerinin mürekkebi dayanışması ve yolculuğu hiç bitmesin. Yazan kalemlerin yüreklerin hepsi birden olunca ada güzel yazan kalemlerin çeşitliği arttıkça çiçek bahçesi gibi renkler ve kuşlar kelebekler güzellikler çoğalacaktır. Güzelliklerin hiç bitmeden çoğlacağı bu umutsuz günlerde bile kalemlerden umut çiçeklerinin çoğalacağı umudumla hep birlikte var olalım.



Like
1/706
bottom of page