top of page
Nurdan ALADAĞ

Karabasan



Nurdan ALADAĞ

*


Balkonun kapısı sertçe açılınca fırladı yerinden. Ürktü de. Sanki karanlık bir gölge girdi içeriye. Hızla değişip insana, kediye, kurda, çakala, ayıya... benzeyen bir gölge. İyi de bu parfüm kokusu da neydi? Çocukluğunda saklambaç oynadığı Jale'nin annesinin kokusunu hatırladı. İçeriye giren karanlık gölge duvarlarda dolaşmaya başladı. Elektrikler kesilince yaktıkları mum ışığında oynadığı gölge oyunlarında her şeyi kuzuya, o kuzunun anasına benzetirdi Tülin.


Yalnızdı şimdi. Jale İstanbul'a gitmişti. O günlerden kalan anılar güzeldi. Hâlâ güzel.

Balkon kapısını kapatmak için kalktı yerinden. Tokat gibi yüzüne çarptı rüzgâr. Rüzgârla birlikte giyeni görülmeyen bir elbise girdi içeriye. Bir hayalet, doğum gününde kendisine armağan olarak alınan o elbiseyi giymiş olmalı diye düşündü. Gözlerinin rengine uygun, acı yeşil bir elbiseydi. Birden simsiyah göründü gözüne. Korktu.


Evde, içinde insan olmayan giysiler dolaşmaya başladı. Gürültü çoğaldıkça ürperdi.

Dinlenmek, kendine gelmek için uzanmak istediği kanepede yüzü olmayan biri yatıyordu.


Terlemişti iyice. Dudakları kurumuş, olan bitene bir anlam veremiyordu. Nefes alamaz gibi oldu. Genzi yandı. Duvardaki fotoğraf bir şeyler söyledi ama Tülin hiçbir şey anlamadı söylenenlerden.


Siren sesleriyle uyandı. Kâbus gördüğünü düşündü bir an, evin içi silme dumandı. Korkarak açtı yumruklanan kapıyı. Bina yanıyor, dedi zeminde oturan Gülizar hanım. Çığlık ata ata yuvarlanarak indi merdivenleri. Gitti.


Tülin evde kalıp yanarak öleyim diye düşündü bir an. Bıkmıştı beklemekten, bıkmıştı

büyüyen yalnızlığından. Acı yeşil elbise ilişti gözüne. Onu alıp zifiri dumanın içine girdi.

71 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/706
bottom of page