top of page
1/2

İKİYÜZLÜLÜK

*

Yusuf Aksoy

14 ve 28 Mayıs tarihlerinde gerçekleşen iki turlu Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bilindiği üzere ikinci turda AKP Genel Başkanı R. Tayyip Erdoğan, seçimi kazanarak üçüncü kez Cumhurbaşkanı olmuştur. Yirmi iki yıl iktidarda olmanın olanakları, gücü ve çok zengin strateji ve taktikler savaşı karşısında muhalefetin Milletvekilliği ve Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasının çok kolay olmayacağını tüm dünya biliyordu.

Tüm bu güç birikimi, makyavelist tutum ve davranışların dışında toplumun kültürel yapısı da muhafazakâr tarafa çok elverişli imkânlar sunmuştur. Türkiye Cumhuriyeti, 100 yaşına yaklaşmış bir Cumhuriyet olmasına rağmen hedeflediği ‘Çağdaş Medeniyetler Seviyesi’ ne ulaşabilecek ideolojik dönüşümü gerçekleştirememiştir. Bu seviye özetle Batı’nın tanımladığı endüstriyel üretkenliğe ulaşmış çağdaş, laik, sosyal bir hukuk devleti ve bu devletin öncülüğünde kul olmaktan sıyrılıp, akılcılık ve laiklik düzleminde örgütleyip dönüştüreceği bir toplumsal yapıydı. Ancak cumhuriyetin kurucu iradesi ve dönemsel iktidarlar olma gerçekliğine rağmen toplumsal aydınlanma süreci sürekliliğe dönüştürülememiştir. Aydınlanma, demokratikleşme ve yurttaş bilinci üzerinden toplumsallaşma süreci darbeler, sıkıyönetimler ve olağanüstü hal uygulamaları aracılığı ile sık sık kesintiye uğramıştır. İleri bir toplum hedefinin dönem dönem kesintiye uğraması beraberinde tarikat ve cemaatlere yol açılması süreçlerini getirmiştir. Bu bilinen çevreler de toplumun önemli bir kesimini dini değerler üzerinden konsolide edebilmişlerdir. Kendi aralarındaki iletişim ve ilişki ağı salt kamusal alanda görülür olmamış, devlet kurumlarını tüm hücrelerine kadar var olabilmeyi başarmışlardır.

Ne yazık ki, toplum çoğunluğunu oluşturan bu muhafazakâr kesimin büyük çoğunluğu yurttaş olabilme bilincinden uzak olduğundan ‘modern’ hak ve özgürlüklerden de bir talebi ve bu yönde bir tercihi yoktur. Kültür, biat üzerine kuruludur. Bunları sevk ve idare eden kişi ya da gruplar ne isterse onlar da gereğini yapmakla mükelleftir. Ötesi onlar için karşıt olmaları gerekenlerdir.

2023 yılına geldiğimizde şu çarpıcı gerçekle de karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz: Ülke nüfusunun % 90’nın kentlere sıkıştığını acı bir şekilde görülmektedir. Deyim yerindeyse kentlerimiz, çok yönlü olan dinsel gelenekçi kırsal kültürle kuşatılmıştır. Elbette ki bunun sebebi on yıllardır sürdürülen, tarım ve ekonomi politikalarıdır. Tarımsal üretimin bir şekilde tasfiye edilmiş olması, oralarda yaşayan özellikle genç ve orta yaşlı nüfusun karnını doyuracak bir iş bulmak için kentlere akın ettiği hepimizce bilinmektedir. Kent yoksulları, diye tarif edilen bu kesim kentte yaşayan ve güç bela karnını doyuran, çoğunluğu işsiz olan insan yığınlarıdır. Karnını doyurma dışındaki birçok zorunlu ihtiyaca ve haklara da erişebilmekten uzaktır. Bu kesim daha çok sadaka türü yardımlarla ayakta duruyor ve bu yardımları aldığı belli çevrelere de itaat etmeyi dini ve ahlaki bir görev sayıyor. Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu bu kitle hakkında şu haklı değerlendirmede bulunuyor:

Türkiye’de bir orta sınıf yok. Onun yerine kalabalık bir istihdam dışı kent yoksulu tabaka var. Orta sınıfın talebi özgürlük, haklar ve hukuk devletidir. Oysa istihdam dışı kent yoksullarının hukukun kendilerine yaradığını düşündüklerini gösteren bir kanıt da yok. Hukuk dışı uygulamalardan (...) özellikle yolsuzluklardan şikâyetçi olduklarını gösteren kanıt yok. (...) Bu kitlenin hukuk devleti bilgisi de yok. Yaşadığı ortamda hukuka uymanın maliyeti de oldukça fazla. (...) Bu tür bir yaşantının hukuk devleti, adalet ve hukuka uygun bir imar, trafik, enerji vb. yasası talep etmek gibi bir lüksü olabilir mi?

(...) Onun için orta sınıfın olduğu ülkelerde hukuk devleti ve ona dayalı bir demokrasi yaşıyor ve ekonomi kalkınıyor. Bugün ülkemizdeki sorun da bu. (...)”

Ve Oktay Ekşi’nin dediği gibi: ”Demek ki çözümü lider değiştirmekte değil, toplumsal gerçeği değiştirmekte aramak zorundayız.”


Bu bağlamda Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turda kaybedilmesinin tek sorumlusunun olmadığı, olamayacağı çok açık bir şekilde görülmektedir. Geride bıraktığımız seçimi kazanmak için yirmi bir yıldan fazla iktidar kalan AKP iktidarının yarattığı tahribat, yoksulluk ve işsizlik tek başına yeterli olamadı. Olamazdı da. Eşit olmayan seçim koşulları yanında, derinden ayrıştırıcı dinsel, mezhepsel ve milliyetçilik temelinde kışkırtıcı faaliyet ve çalışmalar, devlet medyasının iktidarın medyası gibi taraflı yayın yapması, muhalefetin Cumhurbaşkanı adayına bile iletişim engeli getirilmesi, seçim güvenliği ve güvenirliğinin sorunlu oluşu, kırsal bölgelerde ve büyük kitleler halinde bulunun kent yoksullarının mevcut statükocu kültürünün dönüştürülememesi, depremde büyük enkaz yaşayan kesimlerle yeterince buluşulamaması ve daha birçok hazır olunuşluktan uzak olma hali kazandırmadı.


Gelelim esasta söylemek istediğim sözlere. Tüm verili ülke ve seçim koşulları içinde altılı bir ittifakın, muhalefeti destekleyen Emek ve Özgürlük İttifakın ve başkaca irili ufaklı birden çok muhalif partinin desteği olmasına rağmen seçimi iktidar partisi kazandı. Ancak şu gerçeği Türkiye kamuoyu ile birlikte Dünya kamuoyu da gördü ki, muhalefetin en karalı, en çok güven veren ve gecesini gündüzüne katarak çalışanı CHP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Kemal KILIÇDAROĞLU olmuştur. KLIÇDAROĞLU, birbirine benzemez çok çeşitli siyasal anlayışları yan yana getirebildiği gibi ortak program için en çok çalışan olma özelliğine sahiptir. Aynı zamanda kamu kaynaklarnı kendi ikballeri için kullanan çevrelere de ciddi göz dağı vermiştir. Kamu kaynaklarının nasıl çarçur edildiğini gözler önüne sermiştir. Tavizsiz ‘Hak-Hukuk-Adalet’ vurgusu tolumun sorumlu kesimlerine umut vermiş ve cesaretlendirmiştir. Maalesef, kendi partisinin tüm örgütsel organları, İl, İlçe ve Belde örgütleri, Millet İttifakının bileşen partileri ve tabanları ve ayrıca diğer destekleyen tüm ittifak ve partiler tarihi seçime tarihi bir çalışma yapamamışlardır. Dolayısı ile de sayın KILIÇDAROĞLU yalnız bırakılmıştır. Tüm muhalif bileşen ve destekçiler de bu nedenle özeleştiri vermesi gerekir, diye düşünüyorum.


Sözde bazı muhalif medya organları ve bir grup sözde muhalif sözde gazeteciler ise seçim gününe kadar Kılıçdaroğlu’na birbiriyle yarışan derecede methiyeler düzmüşlerdir. Bu sözde medya çevresi ve bazı eski ve yeni muhalif politikacılar seçim kaybedilince bunun suçlusu olarak tüm etik değerleri çiğneyerek ve haksızca Kemal Kılıçdaroğlu’nu göstermişlerdir. Bunun adı: İKİYÜZLÜLÜKTÜR. Değişim ise her şeyden önce gerçekten ilkeli, doğru, dürüst, demokrat olmayı ve düşündüğün gibi yaşamayı gerektirir.



52 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/682
bottom of page