top of page

HESAPLAŞMA



Adam gibi yaşamak, insan gibi yaşamak, ertelenemez, isteğiydi. Hep onun için gecesini gündüzüne katmış, hep onun için çalışmıştı. Hep onun için, yok haliyle, zalime, zulme, karşı koymuştu. Yok halinde bir Allah’ın kuluna eyvallah etmemiş, kavganın ön saflarında olmuştu hep. Gençlikte bir kızın yol arkadaşlığı güzeldir; güzeldir güzel olmasına da ya bu arkadaşlık bir gönül ilişkisine dönerse… Korkmuştu sevmekten, korkmuştu aşık olmaktan, ya tutulursa... gönül bu ya akıverip giderse…


İşte onu açıklamak zordur. İşte ondan mıdır, nedir yoluna yoldaş olmak isteyenleri hep duymazdan gelmiş. Nazife’ye, Nigâr’a, Habibe’ye… Birine bakmamış, fakat Aynur, o başka, o başkadır… Bir genç kızın bu insani duygularına duymazdan gelmek, ne fena… Kendi ile baş başa kaldığı günler aklına bir geldi mi dün, aynanın karşısına geçer “tüküreyim senin suratına deyip” başlardı kendi ile hesaplaşmaya.


İnsanın, insan gibi yaşayacağı bir dünya kurmak için çabalayıp durmuştur hep. Yarınların daha yaşanılır olması adına, sarılmış yaşama, yarınlar savaşsız, sömürüsüz olsun diye sarılmış kavgaya!


Bu kavgada ne ölmek, ne öldürmek vardı. Bu kavga yaşamaktı, yaşatmaktı; bu kavga başı dik onurlu yaşamanın kavgasıydı. Bu kavga it gibi kuyruğu kıçına yaşamaktansa, bu kavga seksen yıl bir sürüngen gibi sürünmektense; şahin olup uçurumlara kanat açmaktı.


Gerçekte kazayla okudu, kazayla ayakta kaldı, kazayla ölmedi, kazayla üniversite bitirdi; kazayla da ülkenin geleceğine ışık oldu. Aslında gerçekleştirdiği bir mucizenin öteki adıydı. Onun yaşadıklarını bugün bir ananın kuzusu yaşayıp bir baltaya sap olabilir mi?


Aydınlık yarınları ömrü olduğu sürece anlatacaktı, söz vermişti, aldan al, gülden gül sevdiciğine, bekleyenlere umut olacaktı, inandırmıştı bunu kendine. O inançla dişini tırnağına takarak katılmıştı kavgaya. Güzellikleri, güneşli günleri, evladım dediği öğrencilerini al atlara, bindirip yeni, yepyeni bir cennet yaratmaktı bütün muradı. Tam otuz yıl bu uğurda çalıştı, hep bunun için mücadele etti, bunun için gecesini gündüzüne kattı; fakat…


Dayanamıyordu, sindiremiyordu içine. Boşu boşuna geçip gitmiş demek ki yıllar diye diye aynadaki cemaliyle konuşuyordu:

“Olmamış, yapamamışım yazıklar olsun bana! Ben, hiçbir şey anlatmamışım, ben hiçbir şey yapmamışım, bin kere yazıklar olsun! Anzavur’u, Delibaş’ı, Kuyucu’su ayağa kalkmış, lanet olsun; lanetim kırk bir olsun!”


Verip veriştiriyordu aynanın karşısında boyuna:


“Ben bunları hak etmedim, ben böyle bir dünyayı hiç hak etmedim. Zalimin zulmü yanına kar kaldı, lanet olsun. Lanetim kırk bir olsun! Yüzlerce insana aydınlık olduğumu düşlerken karanlığa mahkûm olduk. Onca emeğim heba olup gitti. Bu ülkenin insanı, onurlu bir başkaldırışla işgalciyi denize dökmeyi bilmişti. Belki ki, “o güzel insanlar, o güzel atlara binip gitmişler!” O aydan arı, günden duru güzel insanlar yarınları da alıp gitmişler! Yoksa bu güzel insanların evlatları bir avuç nafakaya kanmazdı!”


Söylendikçe söyleniyor, öfkesi kabardıkça kabarıyor, gözler ağlamaklı, kan çanağı, dişler sıkmaktan gacır gucur, lanet olsun; lanetim kırk bir olsun, diye devam ediyor söylenmeye!


“Siz Kuvvacılar, Atamın yoldaşları, o güzel insanlar özgürlük adına, karşı durdunuz işgalciye, karşı durdunuz işbirlikçiye, savaş açtınız haine! Hak edilmeyen şeyin kıymeti bilinmez, derler; doğru derler. Ben böyle bir dünyayı hak etmedim, benim çocuklarım bu karanlığı hiç hak etmedi. Benim dostlarım da hak etmedi. Serap’ım, Ömer’im, İsmet’im, Celal’im, Emel’im, Aynur’um, İsmail’im, Serpil’im… Hak etmedi bu kara günleri Nazife, Nigar, Ayşe, Ahmet, Ali, Leyla… Hiçbiriniz böyle bir dünyayı hak etmedi!”


Öfkesi gittikçe büyüyor, karşısında dahili ve harici bedhahlar var gibi, sesinin gücünü artırdıkça artıyordu. Öfkeden deliye dönüyor, yüzü kızardıkça kızarıyor, sinirden çatlayacakmış gibi oluyor, öfke kasırgasına tutuluyor, sesi titredikçe öfkesi kendine dönüyor, lanet olsun, lanetim kırk bir olsun deyip devam ediyor söylenmeye:


“Siz bu güzel yurdu hak etmediniz, siz Mustafa Kemal’i hiç hak etmediniz!”


“Sevda diyeceğim amma; ha ha ha siz sevmekten, aşktan ne anlarsınız, siz umuttan ne anlarsınız, ruhunuz karanlık sizin!” Sen, sen kestane kızılı saçlı sevgili, sen neredesin, sen fır döndü olup dönenlere mi karıştın, ya da benim bir dilim ekmeğim var deyip deve kuşu misali, kuma mı gömdün başını?”


Güneş sıvanmazmış balçıkla, vardır, her akşamın bir sabahı, karanlığın en dibi, aydınlığın yanı başıdır. Yurdumun mutlu günleri gelecek gündedir. Boşa sevinmeyin “dâhili ve harici bedhahlar,” sevindik delisi olmayın; tarihin akışını değiştiremeyeceksiniz. Kırmızı karanfiller, mor menekşeler, soğuğun katmerlisinde isyan edip açan kardelenler alabildiğine boy verecek sizlere inat; fırtına kuşları göğün en yükseğinde uçacak lodosa inat!

143 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/683
bottom of page