top of page
1/2

HEPİMİZ SUÇLUYUZ

Nurten Bengi AKSOY

Seçimiyle, bayramıyla, dolarıyla, avrosuyla uğraşırken koca bir yaz daha rüzgar gibi geçti. Eylül oldu, sonbahar tüm hüzünleri toplayıp geldi ve her zamanki gibi yine okullar açıldı. Ama güzel ülkemin her yanı toz duman, hiçbirimiz yarın ne olacak bilemiyoruz, önümüzü göremiyoruz ya da görmek istemiyoruz...


Otuz üç yıl öğretmenlik, bir o kadar yıl da annelik, daha doğrusu ebeveynlik yapmış emekli bir eğitimci olarak benim de eğitim ve öğretimle ilgili bir şeyler söylemek geldi içimden... Belki beni ukalalıkla belki de geri kafalılıkla suçlayacaksınız, ama varsın olsun. Ülke olarak bugün geldiğimiz durumdan başımızdakilerin olduğu kadar ben de suçluyum, sizler de suçlusunuz, hepimiz suçluyuz... Sessiz kaldığımız için, her şeye sadece kendi penceremizden baktığımız için, her şeyi hep biz bildiğimiz için...


Şimdi elinizi vicdanınıza koyup düşünün; kaç anne-baba akşam eve gelip işlerini bitirdiğinde ya da boş zamanlarında elindeki telefonla yatıp kalkmak yerine kitap okuyor, kaç anne-baba araba kullanırken telefonuna bakmıyor, kaç baba maç izlerken ya da trafikteyken en sunturlu küfürleri savurmuyor? Hangi anne-baba göstermelik hayvan sevgisinden önce İNSANI SEVMEYİ öğretiyor çocuklarına? Kaçımız evdeki artık, bozuk yemekleri sokaklara koyarak etrafı kirletmenin "hayvan sevgisi" olmadığını anlatıyor, kaçımız yaşadığı her şeyi sosyal medyada paylaşmanın ayıp ve sakıncalı olduğunu söylüyor çocuklarına?


Sanırım anne-babalar epey zamandır EN İYİ OLMA yarışındalar. Çocuklarının en iyi eğitimi almaları için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar... Oysa iyi ana-baba okulun kapısında beklemekle, çocuğu her yere taşımakla, çocuğun her istediğini koşulsuz yerine getirmekle, her istediğini almakla; "sakın kendini ezdirme, hakkını kimseye yedirme, sadece sen iyi, güzel, çalışkan ol" demekle olmuyor. Çocuklarımız sevmeyi, paylaşmayı, saygıyı, nerede, nasıl davranacaklarını öğrenmeden, ne kendilerine ne de bir başkasına güvenmeden büyüyorlar ne yazık ki...


Hepimiz şu anda eğitim ve öğretimin geldiği durumdan şikayetçiyiz. Hepimiz ülkemizin koyu bir karanlığa doğru gitmesinden endişeliyiz. Hepimiz sosyal medyada "Atatürk'e, onun ilkelerinin ve Cumhuriyetin" ipine sarılıyoruz tüm gücümüzle. "Okulun ilk günü çocuklarınızın defterlerine İSTİKLAL MARŞI'mızı ve GENÇLİĞE HİTABE'yi yapıştırın" diyoruz heyecanla. Oysa yıllar önce öğrencilerime "Gençliğe Hitabe'yi ve İstiklal Marşı'nın" tümünü ezberletip anlamını öğretmeye çalıştığımda bırakın öğrencileri, veliler tarafından, hatta bazı öğretmen arkadaşlarım tarafından eleştirilip şikayet edilmiştim; bu kadar uzun şeyleri öğretmeye ne gerek var diye... Montaigne'nin DENEMELER'ini okuttuğumda soruşturma geçirmiştim. Ne yazık ki biz her şeyin değerini onları yitirdiğimizde anlamaya başlıyoruz.


İçimizi acıtan bir başka konuysa 23 Nisan, !9 Mayıs, 29 Ekim gibi Milli bayramlarımızın artık okullarda eski coşkusu ve görkemiyle kutlanmaması... Peki biz değil miydik derslerimiz provalar yüzünden geri kalıyor diye feryat eden ya da çocuklarımız yorulmasın diye sahte sağlık raporları alan, bayramlardan bir gün önce tatile kaçan, bayrak törenlerinden önce okula gelip, trafiğe kalmamak adına çocuğunu kaçırırcasına okuldan alıp giden... Biz neye, ne kadar sahip çıktık ki şimdi şikayet ediyoruz...


Atatürk, Cumhuriyet ve vatana sahip çıkmak sosyal medyada sürekli Atatürk, bayrak resimleri ve kallavi sözler paylaşıp, herkese de "bunu illa sayfanızda paylaşın" diye direktif vermekle olmuyor.

Ahhh ah, çok bilmiş sevgili anne babalar, siz değil miydiniz okula gelip "benim çocuğumun saçına-başına, kılığına kıyafetine karışmayın" diye ahkam kesenler. Şimdi mutlu olun, artık okullarda kimse kimsenin kıyafetine karışmıyor. Ama benim sokaklarda gördüğüm çarşaflı kadınlar, tesettürlü gencecik kızlar kadar, kasıklarını açıkta bırakan, yatakta bile rahat giyilemeyecek kıyafetlerle ortalarda dolaşan yeni yetme kız çocukları da içim sızlatıyor. Henüz 14-15 yaşında saçı başı boyalı, yüzü gözü makyajlı, elinde sigara tüttüren çocuklar hiç mi içinizi acıtmıyor. Anne baba olarak küçücük çocuklarınızı erişkin gibi süsleyip sokağa salarken çok mu mutlu ve modern oluyorsunuz?


Çocuklarımızı ne kadar denetleyebiliyoruz, onlara ne kadar örnek olabiliyoruz, diye düşündünüz mü hiç. Ceplerine koyduğumuz dolgun harçlıklarla, şatafatlı telefonlarla, markalı giysilerle gönlümüzü rahatlatmak kolay mı geliyor acaba çoğumuza?


Ne yazık ki milli ve manevi duygulardan yoksun kayıp ve cahil bir nesil yetişiyor ve bizler buna bilerek veya bilmeyerek alkış tutuyoruz. Yıllarca Anadolu Lisesi, Fen Lisesi, dershane ve özel okul olmak üzere çeşitli okullarda öğretmenlik yaptım. Ayakkabı boyayarak okuyan öğrencilerim de oldu, annesi-babası bilmem hangi şirketin yönetim kurulunda olan zengin çocuğu öğrencilerim de... Devlet okullarındaki kimi genç öğretmen arkadaşlarım "bu kadar maaşa ancak bu kadar çalışılır" diyerek (elbette haklı olabilirler ama!) hiçbir zaman gerçek öğretmenlik yapmadılar, ellerini taşın altına sokmadılar, özel ders derdine düşüp asli görevlerini ihmal ettiler. Ama şimdi baktığımızda en çok onlar yakınıyor bugünlere gelmemizden.


Sorgulanması gereken bir başka şey de ilkokuldan üniversiteye kadar neredeyse her sokakta bakkal dükkan açar gibi açılan özel okullar, "para veriyoruz, istediğimiz her şeyi yaptırırız" diyerek her şeye müdahil olan veliler, onların karşısında eğilip bükülen, şirinlik yarışına çıkan veya çıkmak zorunda bırakılan ve kimsenin zaptedemediği, çığırından çıkmış çocuklar... Şişirilen notlar, her sınavda bütün BİRİNCİLERİ çıkaran okullar ve hiçbir işe yaramayan allı pullu, içi boş diplomalar. Ve çoğu bu tip eğitim kurumlarını bitirip yönetime talip olan kifayetsiz muhterisler...


Yıllar önce nice övgülerle çağrılıp ancak 2 yıl çalıştığım bir özel okulda, bir kodaman velinin çocuğuna, karnesinde BEŞ değil de hakkı olan DÖRT'ü verdiğim için "hoca'nım kendi ayağımıza kurşun mu sıkacağız" diyerek işime son vermişlerdi. Diyeceğim o ki bizler en muhafazakarından en modernine, en cahilinden en aydınına kadar, işimize geldiği gibi, yeri geldiğinde hiçbir yanlışa ses çıkarmazken, ucu bize dokunduğunda doğru olan her şeye itiraz eden, ahkam kesen insanlar olduk ve böyle olmaya devam ettiğimiz sürece, yani "bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" dedikçe karanlıklarda kalmaya mahkumuz...


Uzun ve zalimce bir yazı oldu biliyorum, kendimin de "sütten çıkma ak kaşık" olmadığını bildiğim kadar. Ben de insanım ve mutlaka öğretmen olarak da anne olarak da kim bilir ne hatalarım oldu. Ama hep kendimi eğitmeye, hatalarımı törpülemeye çalıştım.


Artık okullar açılıyor diye hiçbir heyecan duymuyorum ve böyle bir ortamda öğretmenlik yapmadığıma da şükrediyorum. Ama yeni bir eğitim ve öğretim yılına başlayan tüm öğretmen ve öğrencilere bu yozlaşmış yap-boz eğitim sistemi içinde başarılar ve sabırlar diliyorum...


Tüm yaşama şevkimi yitirdiğim ve ülkemden umudumu kestiğim şu günlerde biraz dertleşmek istedim sadece. İnsan yaşlandıkça galiba biraz sivri dilli ve pervasız oluyor. Sürç-i lisan ettimse affola!


Not: Bu yazdıklarımdan görevini layıkıyla yapan tüm anne-babaları ve eğitimci dostları tenzih ederim...

29 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentários


1/682
bottom of page