top of page
1/2

HAZİN HAZİN

Güncelleme tarihi: 12 Tem







Niyazi UYAR

*

 

Sabahın köründe çıt çıkarmadan yatağından kalktı, Bir güzel gerneşti, rahatladı sonra lavaboya yöneldi, musluğu açıp bol su ile elini yüzünü çarpa çarpa bir güzel yıkadı. Yine çıt çıkarmadan kapıdan çıktı, dikkatle anahtarı kilidin yuvasına yerleştirdi, sinek uçuşu sessizliğinde bir sefer kilitleyip çıktı. Yüreğini kaplayan derin bir duygu çökeltisiyle, iyiden iyiye mahzunlaştırmıştı sabah serinliği.


Yürüye yürüye Sevgi yoluna geldi, yolda belde kimseye selam melam vermeden. Erkenci esnaf, dükkanlarını açmış, sabahın hoşluğuna nazire yaparcasına Bozdağ’dan doğan şehrin derde derman, yüreğe ferahlık veren şebeke suyu ile dükkanlarının önünü yıkamaktaydı.


Seher yeli, hazin hazin esmekteydi, caddenin iki yanına sıralanmış, kâh eski, kâh kentsel dönüşüm tuzağıyla yenilenmiş, binalardan geçit bulup ilerleyemiyordu sokak aralarına kadar.  Çok eskiden beri istasyonu çok severdi. Alışkın ayakları onu oraya götürecekti. İstasyona kadar kimseyle selamlaşmak istemediğinden karşısından gelenlerin yüzüne hiç bakmadan; içini kaplayan yalnızlığı ilaç belleyen yüklü duygularla hazin hazin yürüyordu. İstasyonun tarihi çınar ağaçlarının altlarına koyulan banklardan boş, usturuplu olan birine oturup dünden beri ruhunu esaret altına alan melankolik haliyle yalnızlığın özgürlüğünü yaşayacaktı yine. Ağaçlara, ağaçların yapraklarına takıldı gözü ve bir zaman öyle kaldı. Bazı yaprakların büyüklüğü babasının yaba gibi ellerini getirdi gözünün önüne. İşte o zaman içi daha bir hüzünlendi. Tarihi çınarların gölgesinde kim bilir burada kimler oturmuştur diye düşündü bir an.

Sonra, duygu geçişleri başladı ve Büyük Taarruz ’un bir parçası İstasyon Savaşları olmuştu tam da burada diye düşündü. Sonra Aziz Atatürk’ün Afyon’dan İzmir’e özgürlük yürüyüşünün iki günlük Salihli molası olmuş ne güzel deyip yüreğini kaplayan hüzünden uzaklaştı bir an.


Uşak İzmir Trenine bilet almak için insanlar gelip geçiyordu yanından, önünden telaşlı. Çınarların daimî konukları serçeler, güvercinler, kargalar… kendi avazları içinde sesler çıkarmaktaydı. Onun o seslere aldırdığı yoktu. Yolculardan biletini alanlar rahatlamış olarak dışarı çıkıyor, sonra acele acele sigaralarını yakıp ilk dumanı göğe doğru bırakıyor. Evden kahvaltı yapmadan çıkanlar, simitçiden aldıkları bol susamlı taze simitlerini üç beş gündür açmışçasına iştahla yiyor…


Dün eşi bir masa örtüsü alalım, bu çirkin oldu, kalın şeffaf olanlardan olsun demişti. Erken kalkmaya alışıktı, yapacağı iş ne olursa olsun, önemli önemsiz fark etmez, ciddiye alırdı. İşte ona sebep erkenden, Muzaffer Öğretmenin ifadesiyle, daha “kör imamın şeytanları” uyanmadan kalkıp seher yelinin verdiği hüzünle çıkmıştı evden. Masa örtüsünün mağazanın beşinci katında olduğunu öğrenmişti tezgahtar kızdan. Beş katı eskiden olsa yürüyerek çıkar, asansöre masansöre binmezdi. On beş gündür, ayak bileklerinde aniden çıkan bir ağrı ile disiplinli sabah yürüyüşlerine bile ara vermek zorunda kalmıştı. Asansörün beş numaralı butonuna basarak, plastik malzemelerin bulunduğu kata geldi.


İstediği ebatta, eşinin istediği masa örtüsünü aldı. Sıradaki müşteri de aynı örtüden alacaktı. Yaşı yirmili yaşlarda gösteriyordu masa örtüsü alacak delikanlının. Delikanlı her haliyle atletik bir yapıya sahipti. Esmer yüzüne sebep muhtemelen fırça yüzü görmeyen dişleri bembeyaz görünüyor. Üstündeki beyaz penye, renkten renge girmiş, yalnız ayağındaki spor ayakkabı ünlü bir markanın işaretini taşımakta ve onunhavasına hava katmakta. Tezgahtar kız, buyurun dedi delikanlıya. Delikanlı işaret ederek bundan alacağım dedi. Tezgahtar kız, ebatları ne deyince. Delikanlı telefonunu gösterip burada yazıyor, al bak dedi. Tezgahtar kız, bunun hangisi en, hangisi boy, hiçbir şey yazmıyor dedi. Delikanlı ben eni meni bilmem, orada yazıyor işte, kes ver dedi. O sırada orta boylu, hafif sarışın çengel bıyıklı, kavga etmeye hazır yüz ifadeli bir adam, tezgâhtar kıza hitaben, merhaba falan demeden,

“Masa kalemleri nerde dedi öfkeli, buyuran bir ses tonu ile. Tezgahtar kız,

“Üçüncü katta beyefendi dedi. Buna sebep çengel bıyıklı, orta boylu adam, verdi veriştirdi.

“Allah hepinizin belasını versin, aşağıdaki kız beşinci katta dedi, ben bu kata kadar yürüyerek çıktım, sen de üçüncü katta diyorsun, adi herifler!”


Olanlar tanık olan kahramanımız bir şey demek istedi, vaz geçti. Kendi kendine, “ne şeytanı gör, ne salavat,” getir, diyerek vaz geçti.


İşte tam o an, sokak röportajları geldi aklına. Çokça onların kurgu olduğunu düşünürken bir hakikate ayan beyan şahit oluyordu şimdi. Sokak röportajında, röportajcı soruyor ya hani,


Türkiye’nin başşehri neresi diye, vatandaş da İstanbul diyor ya hani, bir başka sokak röportajında, Cumhuriyeti kim kurdu sorusuna da, Erdoğan diyor ya hani, bir başka röportajda Kıbrıs nerededir sorusuna da İzmir’de diyor ya hani, bir başka vatandaş da hayat pahalılığının sebebi kimdir sorusuna, yanıt olarak, aynen CHP diyor ya hani...


İşte bugün, bu iki hadise yurdum insanının fotoğrafını çekip veriyordu, düşünmesini bilenlere.


Sabah yelinin esintisi geçmiş, güneş yakmaya başlamış, tren yolu boyu sıralanmış ağaçların gölgesinde evine doğru yürüyüp gitti bizim kahraman, öğrenmenin yaşı yoktur ifadesinin hakikatine düşüne düşüne ... 

52 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Commenti


1/681
bottom of page