top of page
Yazarın fotoğrafıŞenol YAZICI

Hayat Sanmaktır

Güncelleme tarihi: 22 Eyl









AYVALIK

*

Şenol YAZICI

 

35 yıl önce ilk kez görmüştüm AYVALIK'ı. CENNETE geldiğimi SANARAK, benim gibi çirkin bir kulun bu kadar güzellikte ne işi olabilir diye düşünmüştüm.


Sarımsaklı'dan girmiş, Sefaçamlık'tan geçiyorduk. İkimiz de soluk almadan arabanın camından solumuzda, çamların arasında turkuaz turkuaz menevişlenen denize, koylara, adalara şaşkın şaşkın, bakıyorduk.


Güneye inerken kim bilir kaç kez geçmiş, Ayvalık levhasını, eğimi az, bozkır arazisini andıran taşlık sırtları, yer yer yeşillenen makilikleri kaçıncı kez görmüş, Akçay gibi, Dikili gibi, en çok Erdek gibi... bir yer sanıp pek yüz vermemiştik.














Yeni moda Kuşadası, Bodrum, Marmaris... gibi gürültülü yerler arıyorduk.

Gençlik işte...

Hoş o zaman gezginlik, hele çiçeği burnunda gençler için çok zordu. Önce bütçeniz uyacaktı, sonra mahalleye bu işin mantığını, sırrını anlatacaktınız. Çoğu kişi için tatil anlayışı anne baba, memleket, akraba, eş dost ziyaretiyle sınırlıydı.

Mayo sahibi kadınlar ancak parmakla gösterilen okumuşlardan çıkardı, erkeklerse don, pijama ya da adem baba... öyle bir dönem...


Bunun da nedeni taassup, bağnazlık, gericilik, bilgisizlik, ilgisizlik... falan değil, ulus olarak içinde debelenip durduğumuz fakirlik, yoksulluk bataklığıydı. Gerçekten de sınıfsız, imtiyazsız bir toplumduk. İmrenecek bir kişi bulamazdık, çünkü herkes fakirdi.











Bir mayo bugünkü gibi asgari ücretin dörtte biriyse siz onu öncelikler arasından atar, türlü gerekçelerle ötelersiniz. Daha da olmazsa mahalleye karşı "denize girmek değil, mayoyla girmek günahtır," diye bir fetva uydurursunuz, nasılsa, bu ülkede hangi ayette yazar bu, diye sorulmaz. Hani Özal döneminde mercimeğin etten daha yararlı olduğunu ... bizzat bir devlet büyüğümüz söyleyince zahirecilerin önünde kuyruk olmuştuk ya, aynen onun gibi.
Genel olarak Türkiye sözcüğün tam anlamıyla "fakirdi". Demokrat partinin iddia ettiği gibi " her mahallede bir milyoner " olmamış, ancak her şehirde bir milyoner, salt kendine Müslüman, çevresine hiçbir katkısı olmayan ender "para imparatorları" yaratılmış, geniş halk kitleleri ise yoksulluğun dibinde şükürle yaşamıştı.
Diğer DÜNYA ÜLKELERİNİ bilmiyoruz, BELKİ ONLAR DA bu yüzyılı böyle kanaatkâr yaşamıştı, ama bugün bakınca Atatürk'ün tüm gayretine ve iyi niyetine karşın, onun dönemi hariç, ekonomik yönden damla yol alamamış, geniş halk kitlelerindeki yoksulluğu bitirememiş T.C için, 20. Yüzyıl tam anlamıyla bir fiyaskoydu. Bakmayın atıp tuttuğumuza, siyasi anlayışı, tarzı farklı gelebilir, bayağılığa zirve yaptırdı da diyebilirsiniz ama ne gördüysek biz Özal'la gördük.
Yoksa Ayvalık'ı rüyada bile zor görürdük.











OTUZLU yaşlarımızın başında ilk kez gördüğümüz Ayvalık, bir saklı cennetle karşılaşmanın şokunu yaşatmıştı bize.


O zaman peri padişahının sarayı gibi gözüken, şimdi yeri virane bir lokantanın önünden geçiyorduk. Yol arkadaşım "Hadi burada yemek yiyelim. Belki bir kadeh de içeriz..." demiş, durmuştuk. Oysa ağzına içki koyduğunu görmemiştim.


Biz herhalde bir kadehle yetinmedik. Neden sonra hava kararmış, kalkmış Ayvalık merkezden geçmiş, İstanbul yoluna düşmüştük. Ne kadar gittik bilmiyorum, deniz artık arkamızda kalmış, güneşin sıcaklığı etkisini yitirmiş, serin ve kuru bir havanın egemen olduğu bir ormanın içinden geçiyorduk.

Yol arkadaşım uyuyordu, bende de kapandı kapanacak gözler...











Sonrasını tam anımsamıyorum.

Balıkesir yolunda arabayı kenara çekmiş, çamların altında günün ilk ışıklarına değin uyumuştuk.


35 yıldır da o uykuyu ararım.


Ayvalık'a dönüşüm biraz da o yüzden...


Bu 35 yıl boyunca Ayvalık'a sık sık gelmiş, bir bilemedin iki gece kalmış, ama her seferinde arakonak gibi kullanıp daha güneye inmiştim.


Belki bu yüzden Ayvalık bildiğim, ama doyamadığım olarak kaldı.


Uzun süren kışlardan çıkarken bana hepsi öyle gelir, bazen düşlerime girerdi geçmişte olumlu izlenim bırakan yerler. Yine de hemen her yaz gitmeyi planladığım yerlerin başında Ayvalık gelirdi. İlle de güneye gideceksem gidiş de dönüşte yolu birkaç saat daha uzatır uğrardım mutlaka.


O öyküyü bilirsiniz, hani eski Ahit'te de Yeni Ahit'te de yer alan Yaratılış Hikayesi'ni, yani Adem'le Havva öyküsünü. Yeni Ahit Tanrı 6. günde bütün canlılarla Adem'le Havva'yı yarattı derken MÖ 10-9. yüzyıllara dayanan daha Eski Ahit' e göre Tanrı’nın önce Âdem’i topraktan şekillendirip ona burun deliklerinden hayat nefesini üfleyerek can verdiği, ardından uykuya dalan Adem’in kaburga kemiğinden Havva’yı yarattığı bildirilmektedir (Tekvin 2: 4b-25).


Yeri değil belki ama aynı kitap içinde aynı konuda iki ayrı ifade; Eski Ahit'te Adem'e pozitif ayrımcılık...

İşte aynen öyle;

Ayvalık, Tanrı'nın özellikle, özenle, emekle pozitif ayrımcılığın hasını yaparak yarattığı bir lütuftu;

0 rüzgarın gürbüz, doğurgan kızıydı.




*

Ayvalık gerçek anlamda bir doğa mucizesi;


23 irili ufaklı ada, dantela gibi koylar, 34 km'ye ulaşan bir sahil şeridi, her ne kadar oteller, motellerce, gasp edilmiş gibi dursa da harika Sarımsaklı ve Badavut kumsalları, her yönden esen rüzgara göre girilebilecek sayısız plajı, zeytini, zeytinyağı, yöresel tatlarıyla yüzyıllardır "güzel" sıfatını hak etmiş bir Ege incisi...



33 yıl önce ilk gördüğümde Tanrı'nın lütfu gibi duran bu yerleşim, şimdi ise dünya emekle yarı Ayvalıklı olmuşken, emin olamadığım bir sezgiyle arada bir bana " Ayvalık Tanrının bir kazası" diye de düşündürüyor, ama nedenini bulamıyorum .


Bu, kadim huyum karamsar bakmamdan mı, yoksa dayandığı kökleri var mı?.. bilemiyorum. Oysa halkı, esnafı güleryüzlü, hem de azıcık kurcalayınca boyası dökülen, mayası ortaya çıkan türden değil, sahici. Her tatil yöresi gibi biraz pahalı, Ayvalık'sa bu konuda çizmeyi aşmış, dilim varmıyor ama biraz soyguncu, ama neme lazım güzel soyuyor. Sokaklarda anormal bir olaya rastlamazsınız. Ender olarak denk gelseniz de emin olun dışarıdan gelen birilerinin ürettiğidir.


Pahalılığın gerekçeleri de yok değil. Çoğu yeri sit alanı olan kentin yapısal olarak çok şansı yok, o nedenle de yapılaşma İzmir Edremit yoluna değin uzanmış, bu da sahil boyu konut ve dükkanları kendiliğinden pahalı yapmış.


İlginç bir toprağı var yörenin, sanki sadece zeytin ve fıstık çamına göre oldurulmuş, su tutmayan, özsüz bir toprak, o nedenle bazı bitkiler açısından zengin... Bu tip toprağı seven narenciye yönündense gördüğüm örneklere bakılırsa oldukça yoksul, çünkü çok su ister ve narenciye rüzgarı sevmez. Bildiğimiz sebze ve meyve bakımındansa Altınova hariç, öyle aman aman dikili tarım arazileri pek yok. Doğal olarak da üretim sınırlı olunca... Ne var ki anlamadığım badem, ceviz, üzüm gibi yöresel ürünler de el yakıyor.


Yöre halkının çok da eskiye dayanmıyor geçmişleri.

Doğru, fethedilişi 14. yüzyıla dayanıyor, Anadolu Türklerin eline geçmiş, Ayvalık da... Ne var ki Türklüğü Misak i Milli sınırları içinde en geç tescil olanlardan. Uzun yıllar bir tür özerklik sürmüş kent. Dahası bir dönem, Türklerin yöneticiler dışında şehre yerleşimi padişah fermanıyla yasaklanmış. Bu da tam Fransız ihtilali sonrasına denk geliyor. Elbette maraz doğuyor tanınan bu serbestlikten. 1820 isyanına da, ayrılıkçı hareketlere de omuz veriyor Ayvalık. Ancak mübadeleyle yani 20. yüzyılın başlarında, bugünkü Ayvalık halkının dedeleri, başta Rodos ve Midilli olmak üzere Ege adalarından Türkler gelip yerleşiyor. Sarımsaklı plajının yer aldığı Küçükköy'se Boşnak ağırlıklı. Diğerleri çevre köy ve ilçelerden gelen yörükler.

Yerli halkın profili bu.


Ayvalık benzer yerleşimlere göre pahalı olması nedeniyle ekonomik ve sosyal yönden altyapısı iyi olanlar geliyor. Yine de çok göç almış. Özellikle pandemi de... Gelenler yaşam alışkanlıklarını, ilgilerini de taşımışlar. Herhalde Ayvalık'taki kadar çok az yerde kültür sanat etkinlikleri çıtası bu denli yüksek izleyici bulabilir. Şimdi azınlığa düşmüş yerlilerse çok ilgili değiller, deyim yerindeyse "Beyaz Türklerin" yaşam alışkanlıklarıyla. Esnaf olanları kısa sezonda kesesini doldurmaya bakarken, ötekiler kayıtsız, rahatsız etmeyen, izleyiciler gibi...

Ne var ki , çok ender de olsa yerlilerin bir sorun yaşandığında yazlıkçıları hiç sevmediklerini ve onlara karşı ön yargılı olduklarını gözlemiştim, ama öğrenilmiş bir çaresizlikle ya da ekmek tekneleri olduğunun bilincinde nezaketi hiç elden bırakmıyorlardı.


Osmanlının farklı bir bakışı varmış Ayvalık'a.
Saray, zeytinini, sabununu emanet ettiği bu kasabaya özel değer verirken, kim padişahın girmişse aklına, 18.yüzyılın sonlarında yerleşik Türkleri kovalayarak "burası Rum'dur, Rum kalacaktır" gibisinden bir uygulama başlatmış, o zamanlar tamamı tebaası olan Yunanistan'dan, adalardan gelen, getirttiği Rumlarla Osmanlının göbeğinde özerk, tamamen Rum nüfuslu bir Ayvalık yaratmış.

Tabi nüfusu kısa sürede 30 bini bulan, tümü de Rum olan şehir 1820'de ağababası Yunan isyan edip bizden kopunca, bela olmuş Anadolu'nun başına.


Yine de bu garip uygulama zaman zaman kesintiye uğrasa da Kurtuluş Savaşına kadar da sürmüş. Hatta ilk resmi direnişi başlatan Ali Çetinkaya bir avuç askeriyle tamamı Rum olan Ayvalık'ta barınamayıp tepelere, çevredeki halkı Türk olan köylere çekilmiş.


Sezgilerimde henüz şekillenmeyen Ayvalık bir Tanrı lütfu mu, yoksa Tanrı kazası mı... ikileminin, Osmanlının derin aklıyla ilişkisi yok, daha güncel bir şey olmalı, ama adlandıramıyorum. Belki de zaman zaman gözlediğim bu tip yerlere özgü kimi eylemlerin ortaya çıkmasına tanık olduğum için mi bilmiyorum. İyisi mi size yaşadıklarımı, gördüklerimi aktarayım siz karar verin.

Belki bana da yardımı dokunur özgür düşünmenizin .


Gene de merak ediyorum.

Padişah Ayvalık'a özerklik niye verdi? Hem de tüm dünyada "uluscu" akımların yükseldiği bir sırada, Fransız İhtilali evresinde...


Ayvalık başka bir deyişle de anılır, bilir misiniz, kutlu bir deyişle: "İlk Kurşun."

Yok, bilemediniz, kişisel başkaldırının ilki olan İzmir'li gazeteci Hasan Tahsin değil kastettiğim.


İzmir'in işgalinden sonra Türk Kurtuluş Savaşı'nın askeri anlamda “ilk kurşununu atan” kişi olarak Yarbay Ali Çetinkaya kabul edilir. İzmir işgal edilmiş, Atatürk henüz Samsun'a çıkmışken, Padişah fermanıyla "Yunanlıya Türk misafirseverliğini göstermemiz...," istenirken, birçok şehir ileri geleni de bunu işgalciye izzet ikramla uygularken, o Ayvalık 172. Alay komutanı olarak elindeki az sayıda bir kuvvetle direnişi başlatmış, uzun sürede sürdürmüştür. Yöresel eşkıyadan, çapulcudan ilk milis güçlerini yaratan onun örnek karşı koyuşu olmuştur.


Hatta direnişinin ilk safhasında kaldığı tepeyi de gördüm...

Acaba Padişah bunu mu tahmin etmişti, Ayvalık'ı özerk yaparken. nasılsa orda sağlam adamlarım var, Yunanlılar niyeti bozarsa ... demiş ve...


Mutafa Kemal'i de o yollamıştı ya Samsun'a, cebine harçlık koyup... Sonra da film icabı idam fermanı göndermişti ardından...

Hadi canım sen de...


İngiliz Muhipler Derneği'nin üyeleri arasında olmasa, bir İngiliz gemisine sığınıp kaçmasa belki de inanırdık.




-Ayvalık'ta hemen her yerden denize girebilirsiniz, benim çok sevdiğim Patricia'dan ya da kent içindeki plajlardan girmek mümkün, ne var ki Sarımsaklı plajı başka...-



İKİ AYVALIK


Yarbay Ali Çetinkaya'nın işgalci Yunan'a "ilk kurşun"u sıktığı tepeyi gezdim ve saygıyla dolaştım çamların arasında... ve onun ardında bir mahalle gördüm. Bu ülkenin kem talihi; öteki yüzü...Hiç de Ayvalık olmayan bir Ayvalık...


Gördüğüm iki Ayvalık var... Biri sade makyajlı, kendinden güzel, çuval giyse yakışır ışıltılı bir yüz; diğeri ev hali, ayaklarında yırtık pırtık çoraplar, diz vermiş eşofmanı, rengi atmış, eskimiş tişörtüyle, ama en önemlisi algıladığınız tehditi doğrulayacak bir kültür ya da kültürsüzlük donanımıyla Ayvalık kendi varoşunu yaratmış diyeceğiniz yüz.


Evet doğru... Köy değil, Ayvalık'ta bir de varoş var.

Hissettiğim de buydu işte; çok ortalarda olmasalar da denk geliyordum Ayvalık'ın çizdiği imaja, genel atmosfere uymayan tiplere...


Burası da Ayvalık...



*



Nerde görmüştüm onu... Bir kitap mıydı, poster miydi neydi?


AYVALIK

Kedileri

Delileri

Ölüleri

...


Dikkate değer, farkındalık yaratan değerlerini anlatıyordu herhalde.


Haksızlık etmemeli, AYVALIK'ın çok kıymetlisi var öyle. Bazıları olumlu bazıları da baktığınız yere göre değişir, ama Ayvalık'a özgü olduğu kesin...


Gün batımları gibi...


Her semtinde, sokağında, her adasında, her koyunda başka bir güzel...


Hele kaldırımları...


*


Bu sokak rivayete göre bir devir yapılan sokak yarışmalarında iki kez birinci olmuş... Kentin en güzel mahallesinin bir sokağı...

Çamları görmeyin, gerisinden ne olur?


Kışın yüz bin nüfuslu, yazınsa 1 milyon olan çok kentte rastlayamayacağınız bir yanı var Ayvalık'ın. Kentin olmayan suyu her zaman eksiydi anlatıldığında. Şimdi ise bir gün düzgün çalıştığını görmesem de içilemeyen, ama bulaşık çamaşır gibi kullanacağınız suyu var. Normal su parası dışında , neye endekslenmiş anlamadım ama her yıl artan Ayvalık Belediyesi'ne ayrı, Balıkesir belediyesine ayrı, ömrünce ödeyeceğimiz bir borcu varsa da asıl sorun o değil; 100.000 kişiye göre var, 1 milyona göre değil.


O hadi her zamanki basiretsiliğimiz, öngörülemeyen bir küçük ayrıntı ya yollar?

Ya meşhur kaldırımları?..


Padişah fermanıyla Türkleri kovalayıp sadece Rumların yaşadığı 18.yüzyıldan kalma gibidir Ayvalık. Birkaç tarihi sokakta olsa güzel bile duracak bu ilkel taşlar, her yerde var.


Yaşlıların ve çocukların, ortopedik sorunu olan gençlerin hayatını bile bir engelli koşusuna çeviren, geçen yüzyıldan beri hiç onarım yüzü görmeyen bu kaldırımlar Ayvalık'ın yüz karası.


Geleceği hikayeye dönen doğalgazı bekliyorsa belediye makul, o zaman arada bir açıklama yapsa ya... Ki sanmıyorum bu taş çok ucuz, asfalta göre kusur daha az gösteriyor, otantik de duruyor, neden para harcasın ki?


Hoş belediyenin çok gerekli olan yere de para harcadığını görmedim. Halk için yaptıklarını iddia ettikleri çok etkinliğe sanki belediye çalışanlarının maaşını ordan ödeyeceklermiş gibi görünerek Maksem gazinosunun konseriymiş havasında en yükseğinden fahiş fiyatlar çekseler de, bir CD ve projeksiyondan ve ilkel tahta oturaklardan oluşan "çekirdek yenilmez " diye uyarı astıkları uygunsuz yerleri yazlık sinema adıyla yutturup normal sinema salonlarının iki katı bilet kesseler de hiç de yoksul değil.

Olsa olsa Ayvalık belediyesi zenginliğini çok iyi saklamayı biliyor. Halkın genelinin yararlanacağı tek bir park, eğlence yeri bulamazsın. Var diyeceğiniz yerlerde belediyenin mevsimlik istidam ofisleri dediğim fiyatlar yönünden benzerleriyle yarışan, ama hizmeti hiç bulamayacağın Cennet Tepesi , Paşa limanı gibi yerler...

Yani Ayvalık Belediyesi ne yandan baksan bunda para yok dersin, aynen öyle...


Bir de Rüzgarı

*



Biz Ayvalık tostlarımızı yerken bu sandalyeler önümüzde rüzgarın elinde dans ediyor.


Dantel dantel koyları yirmiden fazla adası, sırtını dayadığı birkaç yükseltiden başka kıyıya paralel dağı olmayan Ayvalık'ın binbir çeşit ve derecede rüzgarı olması doğal değil mi?


Adını, yönünü, şiddetini bulunduğunuz yerle belirleyeceğiniz bilinen her tür rüzgarı vardır Ayvalık'ın...

Hele yaz geceleri esmesini beklediğimiz imbatı, o romantik düşleri büyüten, büyülü rüzgarı...

O nedenle nemi az, yaz kış ılımandır ya...


Arada gemi azıya alıp korumasız tekneleri paramparça da etse de, rüzgarsız bir Ayvalık hiç çekilmez herhalde.


Sonuçta AYVALIK bu; rüzgarın kızı. 100 yıl önce bile bir köyden üniversitesi, eczanesi, bankası, doktorları, 7 kilisesi, bir camisi olan bir kent yaratan, Rusya'ya, Avrupa'ya... ihracat yapan Rumların kızı değil, kentliliği taş çatlasa 80 yılı geçmeyen bir dağlı Yörük'ün kızı o.


Eğer, gün olur Ayvalık düş kırıklığına döner, hayatın umduğunuz değil sadece sandığınız olduğunu düşünürseniz, Cennet Tepesi'nde durup derin bir nefes çekin; makyajı aktığı için gördüğünüz çirkinlikten düş kırıklığına uğramayın, siz öyle sanmışsınız; kalbinin temizliğine bakıp sevinin...


Yine de bir kuşku payı bırakın ama; ola ki kalbi de sandığınız değildir.


CENNET Tepesi

*




Daha önceleri hemen her gelişimde uğradığım bu tepe, sarhoşun ayyaşın işgaline uğrayınca çoktandır gitmez olmuştum.


Şimdi belediye güzel bir kafe yapmış orda. Bütün Ayvalık ayaklar altında. Yazın sıcaklarında serin mi serin.


Belediye istedi mi yapıyor, ama yazık ki para getiren işlere yapıyor.

Dedik ya esnaflığı çok iyi...

Bir de hizmet olsa...



Bu arada sonunda ikna oldum ki benden hiçbir şey, hele Cevat Şakir Kabaağaçlı gibi bir şey asla olmaz. Baksanıza Bodrum'a düzdüğü övgüleri Arza Erhat'a bile yazmamış. Oysa kimilerini gördüm burada sanat dünyasından elde toz bezi belediye kapısında esas duruş sergiliyorlar. Beni gördüklerinde de tanımamış gibi davranıyorlar. Utanıyorlar mı, beni mi utanılacak biri görüyorlar anlayamadım.

Nasıl anlayacaktım, bindiğim dalı kesmekle meşgulken?


Her ne ise birisi insanlık adına söylese şu sanat bezirganlarına, korkmasınlar; biraz huysuzluğum varsa da ömrümde toz bezi tutmadım birinin ayakkabısını sileyim diye...


*


20. Ağustos 2022








66 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

コメント


1/706
bottom of page