top of page
Şenol YAZICI

HAYAT SANMAKTIR

Güncelleme tarihi: 11 Ağu








Şenol YAZICI

*

Sivas'ta yıldızlara yakın bir köyde öğretmenken portakalı anlatan öğrencilerimin birinin bile bildiğimiz portakalı anlatmadığını, ç0k iyi bildikleri kavun karpuz dahil bir çok şeyi anlattıklarını görmüştüm. Sonra hayatın içinde de, eğitimli, donanımlı, yetkin insanlarda bile birçok farklı örneğini göreceğim bu eylemin bir "iddia etme" olduğunu, görecelik taşıdığını, hayatın bütünüyle bir "sanmak" olabileceğini çok düşünmüşümdür.


"Sanmak"sa algınız, yani bildiğiniz kadardır diye özetlenebilir.

Somutlaştırırsak; VARSAYALIM Kİ, aşırı hızdan ceza yiyen bir aracınız var. Ceza geliyor. Kimisi için ömrün felaketi, kimi için "olmasa daha iyi olur"u, birileri içinse sinek vızıltısı...

Öyle olmasa nasıl bu kadar çok biçim ve türde iyi hayattan, düzgün yönetimlerden, güzel insanlardan söz edilebilir ki?


Bilimden ne kadar uzaklaşırsak "sanma" olasılıklarımız o kadar artar, bir onda aynı kapıya çıkabilir bütün yollar. Oysa, hayat bu üzerinde konuştuğumuz; herkese göre, her durumdan nem kaparak şekillendiğini düşünürsek, ona reçete yazmak kimsenin harcı da değil.


Yine de yaptığım öyle bir şey işte; en güzel tatil şudur diyeceğim.

Oysa o, "sandığım" olacaktır.

Siz ne yaparsınız bilmem ama ben adrenalin yükleneceğim bir tatil istersem Afrika'ya arslan avına gitmiyorum epeydir: Çadır kuracağım bir yer bulmaya çalışıyorum.


Şükür, kuruttuğumuz doğada soyunu tükettiğimizden aslan yok, ama yılanından kenesine, çakalından kurduna kadar vahşi mahlukatla, en önemlisi bir Afrika yerlisinden ancak bir tık yukarıda ufkuyla ama her şeye hakim edasıyla size yaklaşacak ahaliyle, daha bir yığın sorunla boğuşmak, aşmak ve yaşamayı bir keyfe döndürmeyi başarmak az şey mi? Hazırlığının bile ne macera olacağını düşünün bir. Bir evin tüm ihtiyaçlarını, asgari de olsa tahmin edip hazırlayıp bir arabaya sığdıracaksınız.


Ne dersiniz kolay mı dışarıdan bakıp küçümsediğimiz çadır kurmak?


Pahalılıkları bir yana elinizi verseniz kolunuzu kurtaramadığınız otellerden, lokantalardan, saygısız, hoyrat, hizmet bilmez hizmetlilerden, hayatınızda hiç de seçiminiz olmayacak cins, cibilliyet, tabiiyet, kabiliyet... insanla burun buruna yaşamaktan gına gelmesi bir yana, insan macera arıyor işte.


Nasıl ama? Sizi de epeyce gaza getirdim herhalde, az sonra uygar dünyanın bütün kazanımlarına küfredersem bana koro olarak eşlik edersiniz dimi? Siyasi partiler de bunu yapar, önce sandırırlar, sonra tapunuz olur.


İşin gerçeğini isterseniz çadır işi çok kendine özgü bir zevk, bir orijinal keyif... Bir akşam neyse, ama birkaç gün ne olur bilmem... O kadar da zahmetli bir uğraş, hele kadınlara, küçük bebeklere çok zor. Bir alternatif tatil gibi düşünün. Siz bana uymayın, ekonominiz yetmiyorsa az gidin, ama bildiğiniz biçim ve yollarla gidin.


Kim istemez, dağ başlarında gecelemek yerine her gün düzenli temizliği yapılan, denize bakan bir otelde kalmak, plajında yüzmek, yemeği lokantasında yemek, kafesinde bir şeyler yudumlamak?

En önemlisi bütün bunları yaparken gömleğinin ütüsü bile bozulmayacak. Varsa öyle bir olanak tabi ki kaçırmayın... Ama yoksa... siz gene kulak verin. Ki bu ülke gerçeğinde görünen uzun süre çok az insanın o imkanı olacak.



Ayrıca Sarımsaklı plajı fotoğraftaki gibi: Hani ekonomik sıkıntı vardı? Görüntüye baksanıza , mahremiyet diye bir şey yok, lütfen özelime bu kadar sokulmayın diye çığlık çığlığa bağırmak gelmez mi içinizden? Bir köşesinde yer bulup da denize parmağınızın ucunu sokabilirseniz şükredin.

İster misiniz?

Ben çadırı yeğlerim.

Hele Patricia'da olursa...


Ayvalık'ta, Adalar zincirinin en büyüğü Cunda'yı da içine alan Patricia'yi ilk 89'da görmüştüm, sonra 92'de... Doğallığı, kalabalık olmayışını sevmiştim. Çadırlık yer arayan yakınlarıma önermiştim, onlar da beğenince Patricia'yla akraba olduk. Onlar hemen her yıl gelmeye başlamışlardı, ben de arada bir... Bir tarlayı kiralamışlardı sahibinden. 20-30 çadır cümbür cemaat kamp kuruyorlardı... Patricia ile bir muhabbet, bir muhabbet sormayın.


Hele 99 depremi sonrası... Depremde zorunlu çadıra alıştık, kullanmayı öğrendik kültürünü aldık ya en lüks otel odalarında bile kalsak aradığımız oluyordu çadır.

O zamanlar gece konaklamak yasak değildi ya da en azından bu denli sıkı sıkıya denetlenmezdi.

O gün bugündür Ayvalık, tıpkı Yalova gibi, Bursa gibi, Trabzon gibi, İstanbul gibi bir şeyimiz oldu. Yazları onlar ya da ardılları birkaç çadır vardır Patricia'da... Öyle sanıyorum ki bağırsam sesimi bile duyarlar.

Biliyorum ki bir yeri sıla yapmak istersen iyi ya da kötü orda anılar yarat, iz bıraksın...ve o anılara bir zaman tanı, dinlensin... Otomatik dünün gurbeti, önceki sılanı siler, sılan olur.

Yukarda değindik; hayat sanmaktır diye...


Birkaç yıldır konaklamak denetlenir olmuştu, bu yüzden ilgimiz de azaldı. Başka yerlerde bakındık, ama olanlar doğal ortamlarda değil; boş arazisi olan uyanık girişimci duymuş bir yerlerden bu işte sıcak para var deyip, çevirip anız tarlasını, kamp yapmış, ama yerleşimin göbeğinde doğasız, gürültülü, hiç bir hizmet yok, kiralama fiyatları yüksek, deniz ise uzayda... Gene de ne yapsın insanlar; en uygun otelin yatak parasının aylık maaşın dörtte biri olduğu, bir kap lokanta yemeğinin maaşın yirmide biri olduğu bir ülkede, şükredip dolduruyorlar kampları.


Boş zamanlarda atıl arsa, bir hafta sonları ya da bayram için oluşan çadır kamplar gördüm apartmanların arasında, altyapısız, mutfağı, tuvaleti bile yok... düşünün işte...


Ayni nedenlerle değildi benimkisi daha kişiseldi ama birkaç yıldır uzak kalmıştım çadırıma. Bu yıl şeytanın bacağını kırmak nasip oldu. Patricia'da bir zeytinliğe çadır kurdum.


20 yıl önce bu saatlerde gelseniz çocukların sesinden duramazdınız, çünkü her yer kalabalık ailelerin çadırlarıyla dolu olurdu. Şimdi ise sadece çadırlar azalmadı, tatilci profili de değişti. Gelen tatilcilerin çoğu aile değil, gençten, ya tek kişi ya da çiftler geliyor, çok da kalmıyorlar.

Çadırı kurup önünde soluklanıyordum ki yan kıyıda motorlarıyla gelen iki genç, birkaç dakikada çadırlarını kurdular. El salladık birbirimize. Gelişlerine memnun olmuştum. Herhalde, eğer görevliler çadırımı görüp kaldırmaya gelirlerse artık yalnız değilim, diye düşünüyordum. Ne faydası olacaksa, insan bir tuhaf...

Dedik ya "sanma" hali...

Yeşilin her tonu, bir mucize gibi hala el değmemiş bir doğası var, göz alabildiğine zeytin ağaçları ve arasında uzanan, emsallerine göre birkaç derece daha sıcak, sığ bir deniz, ama hala toz toprak içinde bir yoldan ulaşabiliyorsunuz o güzelliklere. Hala bir WC, yeterince çöp kutusu, Rumlardan kalma birkaç su kuyusu dışında çeşme, bir tek yer dışında bakımlı plaj ve dişe gelir bir sosyal tesis yok Patricia'da.


Patricia yaşlanmış, yavaşlamış, önünü görememiş, hiç bir olumluya evrilmeyi becerememiş, donmuş kalmış, bu yavaşlığa ayak uydurayım, güzel dursun derken bön bir ihtiyar olmuş.


Yine de hayat izin vermez ki yatağında ölmeye. Evde çoluk çocuk rızk bekler, dünya turizmden köşe olmuş, sen o yeşil ormanlarınla, dantele gibi koylarınla bak dur. Bir şeyler yapmaya çalışmışlar, çalışmışlar işte.


Zamanında Ayvalık Rumlarının kurduğu denize sıfır iki köy var bu yakada, Sonradan Mübadillere verilen bu köylerde kimse oturmuyor, zamanla herkes bir yerlere göçmüş, yine de tümden değil, bazen şenlendiriyorlar, gelip gidenler var. Zeytinliklere girmeden olan 1. köyde birkaç olumlu adım atılmış, ama o kadar.

Yan tarafında işlenmeye müsait toprakları da olan, oralardan en azından biber, fasulye, domates gibi gündelik ihtiyaçlarını karşılayan hatta o arazide yeni yapım evleri de bulunan köylüler biraz daha rahat. Kıyıdaki turistik tesis de onların...


2. köyse ölü bir köy. Belki onların konumları günü birlik konuk ağırlamaya çok daha uygun. Ne var ki gezgini ağırlayacak tesis nerde? Parayla oluyor bu işler, nerden bulsunlar? Devlet de gelgeç tatilciye yasak deyip huzur vermeyince koca Patricia bir Ayışığı manastırına hizmet ediyor desem yeri. Onlar da deniz yolunu kullanıyorlar bildiğim.

O zaman olsa olsa ortama sahicilik katan, biraz da ortalığı kağıda ve poşete boğan, çöpü artıran unsurlar olsa gerek, gündüz konukları...


Cumalıkızık gibi, OSMANLIDAN alışkanlığımızdır, fethedeceğimiz yerlere Türk köyleri kurma alışkanlığımız. Sahi o köylüler asker değillerdi, ordunun geçişinde belki ikmal için işe yarayabilirler ama fetihlerde işe yarıyorlar mıydı gerçekten?


Her yıl, daha güneyin alışkanlıkları plajlar, çay bahçeleri, gazinolar, kır lokantaları, beachlar, karavan kamplar, çadır kampları ... gelmiştir umuduyla yokladığım Patricia tam bir hayal kırıklığı. Cunda'dan sağa, eski gavur mezarlığından Çataltepe'ye saptığınız asfalt yol, kısa süre sonra bu yüzyılda ancak Somali'de görebileceğiniz berbatlıkta bir toprak yola dönüyor. Arabanın kılcal damarları bile tozla kaplanıyor. Ayvalık sokaklarını yürünmez yapan Kozak parkelerinin enkazı olan taşlarla yer yer kaplı yolda bu kez iliklerine değin titreyecek araçların yüze vurmayan tüm sorunları, hastalıkları birazdan ortaya çıkacak ve siz bir daha ancak bir ay sonra yeniden aracınıza ancak binebilirsiniz kaygısıyla bir 8-10 kilometre yolu gidiyorsunuz, kesif bir toz bulutu eşliğinde.


Herhalde buralara el atmak ya turizm bakanlığının ya da Ayvalık Belediyesinin işi olsa gerek. İşte buna hiç umudum yok, ben Ayvalık belediyesi kadar zenginliğini göstermeme terbiyesi ve alışkanlığı olan bir belediye görmedim. Nasıl olmuşsa Kırlangıç'ı restore etmiş, ama orayı da ortalama halk için değil üst gelir grubu için tasarladığı belli, kışın işi döndürecek müşteri çıkar mı bilmem. Yok, Sarımsaklı'daki gibi büyük şehir belediyesinin katkısını bekleniyorsa varsın olmasın, Sarımsaklı'da bir önceki Balıkesir belediyesinin yaptıkları akla ziyandı.


Yine de haksızlık etmeyelim bak bu yelkenlileri, tekneleri ilk görüyorum bu koyda...Yerel girişimin sonuçları herhalde. Güneyin süslü püslü, tek gözlü korsan tekneleri de çıkıp gelsin hele bak sen... Neler olacak neler...

Güldürme, buralar Allahtan güzel, yoksa ahalinin bir şey kattığı yok, yıllardır da hoyratça sömürüyor, gene bitmedi. O dediklerin gelse bile onları içselleştiremez, olsa olsa şımarır, kendilerini ayrıcalıklı zengin sayıp ÇATALTEPE'nin orda barikat kurup görmeye gelenden haraç almaya başlarlar...


35 yılda ne olduysa...


PATRİCİA KOYU

*

92'den beri hemen her yaz gelirim.

Arkadaşlar bir grup olup bu küçük sığ körfezin değişik yerlerinde kamp kurarlardı. Bazen onlara katılırdım.

Geceleri yaktığımız ateşlerin çevresinde sohbetler eder, geç saatlerde çadırlarımıza dönüp dal kırılsa duyulur bir sessizlikte, üstümüze yıldız yağarken huzurla mışıl mışıl uyurduk.

Gün doğmadan da ayakta olurduk...

Esinti almayan bir deniz olan Patricia Ayvalık'ın namlı rüzgarlarına bana mısın demez her dem durgun olurdu.


Herhalde 2000'li yılların başıydı. Bir sabah kadınlar kahvaltının bulaşığını yıkarken erkekler son çaylarını içiyorlardı ki, o her dem durgun deniz birden karıştı. Önce açıklarda oluşan karmaşa, sonra kıyıya yanaştı yanaştı... ardından üstünden sular sızan bir siyah, uzun gölge bulaşıkları birbirine katarak kumsala vurunca kadınlar çığlık çığlığa "yılan... yılan" deyip kaçıştı. Elimizde sopalarla koştuğumuzda devasa bir levreğin kumsalda çılgınca çırpındığını görmüştük.


Belki on beş kişilik kocaman gruba yeten de artan da bir yemek oldu talihsiz levrek.

O günlerde gecelemek, çadır kurmak da mümkündü. Şimdi ancak akşam geri dönmek zorunda olduğunuz, günü birlik gidebileceğiniz bir sit alanı. O balıklara da çok zamandır sık rastlamadıklarını söylüyor balıkçılar.

Yine de deniz ve doğa hala çok güzel.

Güvercin Adası

Körfezin batısında Ayvalık'tan gelen toprak yola paralel bir ada uzanır. Çok sayıda yabani güvercin yuva yaptığı için GÜVERCİN ADASI denilen adanın üzerinde bir ören son kalıntılarıyla zamana direnmeye çalışmaktadır.

Bir manastırdır bu.

Denizden gelebileceğiniz gibi, kara yoluyla da Patricia'daki eski Rum köylerinin birinden bulacağınız bir tekneyle de, ulaşabilirsiniz.

İnternet sitelerinde çok farklı ad ve tanımlarla karşılaştım. O nedenle kafanızı iyice karıştırmak istemem, işin uzmanına sözü bırakmak en doğrusu.

Ahmet Yorulmaz'ın bu karmaşaya son vereceğini de düşünüyorum. AYVALIK'I GEZERKEN adlı kitabının 5. baskısında 134. sayfada Güvercin Adası'nı şöyle anlatır:

" İşte bu körfezde bir ada var; Güvercin Adası

Adada bir manastır Agios Yorgis

Geçmişte acımasız korsanların yaşlandıklarında, denizleri harmanlayamadıkları zaman geldiğinde günah ve cinayetlerinden arınmak için sığındıkları bir manastırdı burası."

Gene aynı bölümde bir ortaçağ yapısı olduğunu söyler ve tanık da gösterir: Eski bir Cundalı olan felsefe doktoru Sıça Karaiskaki...



PATRİCİA, Aynı Zamanda AYIŞIĞI MANASTIRI'na evsahipliği yapıyor.

Denizden de gitmek mümkün olan manastıra PATRİCİA'nın eski yerleşimlerinden olan 1. Rum köyünden ayrılan bir yolla da ulaşılıyor.


Manastırın eski hali de aşağıda. Sabancı ailesi tarafından alınıp restore edildi.



Ayvalık'ta yıkık, atıl durumda binaların olduğu arsaları satın alarak buraları yaşam alanlarına çevirmek mümkün. İmar izninin bulunmadığı 1. derecede sit alanı olan bu bölgelere yerleşmek için tek yol bu. Eski binalar satın alınıyor. Binanın temelinin olması yeterli ve aslına uygun restore edilerek yaşam alanlarına çevriliyor.

Adada bu şekilde yerleşen Sabancı Ailesi, Koç ailesi, Boyner Ailesi, Komili ailesi ve bizim bilmediğimiz daha niceleri mevcut.


Rahmi Koç’un bir rüzgar değirmenini alıp restore ettiği ve Cunda Adasına kazandırdığı Necdet H. Kent Kütüphanesi bunlardan biri. Adaya gerçekte sembol bir mekan oldu burası. Ancak binadaki yel değirmenine şu ana kadar giriş yasak bulunuyor.

Adada o kadar çok atıl yapı bulunmaktaki kaderine terk edilmiş, keşke her biri yenilense...



-Patricia'nın öteki yüzü; hareketli ve doğal olarak da gürültülü bir yer Cunda Adası-


Şimdi burada yeniden dehşetle algıladım, 35 yıl olmuş Ayvalık'ı ilk göreli. O zaman arabamla gelmiştim hem de, yani dünyayı keşfeden bıyığı yeni terlemiş bir ergen değil.

Filler gibi bir şey olmuşum da hiç farkında değilim.

Oysa bütün hasarlara karşın kendimi genç sanıyordum. Aklıma gene geliyor; hayat sanmaktır, diyorum. Koca hayatlar, yüzyıllık ömürler diye bir şey yok mu?

Bir şey yaşadığımız yok bizim, hep sanıyoruz.

Az düşünsek hayatın bütünüyle sanmak olduğunu göreceğiz sanki, belki o uyanma işimize gelmiyor


106 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


1/685
bottom of page