top of page
1/2

GÖZ RANDEVUSU



İki aydır göz polikliniğinden randevu alamıyor, ısrarla da hemen her gün uğraşıyordu randevu için!

Cep telefonuna gelen bir bilgi mesajında “21.40 kadar randevu talebinde bulunmanız gerekmektedir,” yazmaktaydı…


Salihli Devlet Hastanesi’nin dış cephesi, İstanbul’un eski apartmanları gibi beyazlı, mavili, kahverengi kuşaklı cam mozaiktir. Hastanenin ana girişinden itibaren, Kemeraltı’nın insan seli kalabalığı buraya taşınmış gibi, insan kaynamaktadır adeta: Eli sigaralı, ayağı lastik pabuçlu, terlikli, başı peştamallı veya özel şirketlerin hediye ettiği, sıcaktan rengi bozulmuş şapkalı adamları, çiçek desenli şalvarlı kadınları, eli tespihli, iki cümlesinden biri koymalı moymalı küfürlü şapkalı köylüleri, geceyi hastane bahçesinde bir bankın bir battaniyenin üstünde geçirenleri… Sırtını bir ağaca dayayıp yola yönünü çevirip günün hareketine kendini kaptıranları, çit bitkilerinin, lükstürümlerin, taflanların siperinde çocuğunu emziren anneleri… “De hadi gı, yoldan geçene şeyini, meyini gösterme, herkes her bir şeyini görüyo,” diyen maço erkeğini, ağlaşan çocukları, acısının ağırlığı ile ağlayan hasta yakınlarını, yürüyüşüne, konuşmasına başka vaziyet vermeye çalışanları, kendi ile problemi olanını, hastaneye, kahveye mi, nereye geldiğini bilmeyeni, hastanenin yön levhalarından bir anlam çıkaramayanı… Sonra evi ocağı olmayıp hastane bahçesinde kışlayanları, bastonuna dayanıp yürüyeni, bir gölgeye oturmayıp güneş yakıyor diye göğe doğru küfür savuranı, Allah vurdu, ha bi de sen vur deyip feleğe her bir şeye veryansın edeni…

Memleketin insan manzaralarından bir kesit!


Hastane koridoru çok kalabalıktı, koridorun dar olması nefesiz bırakıyordu insanı. Şehrin nüfusu artıkça, göç aldıkça, devletin hastanesi yetersiz kalınca bahçenin boş yerlerine barakadan ek binalar yapılmış, yaz günlerinde klimalar da yetersiz kalınca boğulacak gibi oluyordu insan.


Ayağı aksayan adamın kapalı yerler, kalabalık ortamlar stresini artırınca bağırsaklarını harekete geçirirdi, sıkışan gazı boşaltmak için o ortamdan uzaklaşır, rahatlamaya çalışırdı. Çoktandır tıraş olmadığından sakalları uzamış, kaşıntıdan deliye dönüyordu, ağzını kapatan bıyıkları sigara içmekten sararmış, daha elli beş yaşında bakımsızlıktan kesici dişleri dökülmüş, yaz kış üstünden çıkarmadığı gri zemin üzerine siyah çizgili uzun kollu gömleği tozdan terden meşine dönmüştü.


İçeride bunalınca acilin önündeki çam ağacına yaslanmış, düşünüp duruyordu. Göz randevusu için iki ay emek harcayan Mithat Bey, muayene için polikliniğin bulunduğu barakaya yöneldi. Baraka hastanenin önünde, Şüheda Caddesi’ne bakan bir bekçi kulübesi gibiydi. Alüminyum giriş kapısında “maskesiz girilmez,” ibaresini okuyan Mithat Bey, maskesini kontrol ederek, kapının kolunu peçete ile tutup açtı. Daracık koridor tıkış tıkış insan kaynamakta, nefes almak imkânsızdır. Altı ay önce “maske, mesafe, hijyen,” üçlemesi anılarda kalmış, kalabalık yazın sıcağı, ter kokusu, çeşit çeşit parfüm kokuları ile birleşince boğulacak gibi oluyordu insan. Ucuz, merdiven altı parfümler, on günlük, on beş günlük belki daha çok zamandır yıkanmayanlar… Ağır kokuya sinekler bile dayanamamış; bayılıp ölmüşler.


MHRS den randevu alan Mithat Bey, soru soracak, bilgi alacak görevli, danışman bakındı; kimsecikler yoktu görünürde. Özel güvenlik, kendince, kimse ona bir şey dememişken, bir şeyler uydurup söylüyor; birileri sordukça o da kendini devlet hastanesinin sahibi gibi görüp yüksek perdeden boyuna konuşuyordu. “Konuşmayın, bir ağızdan, ne soracaksanız tek tek sorun; hiç medeniyet görmediniz mi siz,” diyordu.

Randevusu saat on ’da olan bir vatandaş, on otuzda muayene olamayınca öfkeli öfkeli görevliye bir şeyler söylerken, bir taraftan tespih çekiyor, diğer yandan sesi daha iyi anlaşılsın diye taktığı siyah maskeyi indirip kaldırıyordu. Görevli bir şeyler anlatıyor, siyah maskeli, kara gözlüklü adam ikna olmuyor sesini daha da yükseltiyordu.


“Ne o kardeşim, sıra almak için iki aydır uğraşıyorum, zor bela sıra alıyorum, şimdi de içeri almıyorsunuz; bu ne böyle, insan değil miyiz, yurttaş değil miyiz biz?”

Güzel giyimli, yumuşak tınılı konuşmalı naif bir kadın,


“Beyefendi koca devlet hastanesinde tek göz doktoru var, o zavallı ne yapsın, içeri giren hastanın durumu uzayabiliyor, biraz sonra aynı doktor ameliyata gidecek, aynı doktor, heyet hastalarına bakacak ne yapsın bu zavallım, biraz anlayışlı olmak lazım!”


“İyi de abla bizim ne suçumuz var?”


“Bu sıkıntıların sorumlusu ne doktorlar ne hemşireler ne de burada çalışanlar; sorumlu sistem diye getirdikleri sistemsizlik, bizleri özel hastanelere mahkûm ettiler!”

Bir başkası,

“Sen doktorlarının kıymetini bilmez, giderlerse gitsinler dersen, olanlar bize olur işte!”


Ayakkabılarının ökçelerine basan güneş gözlüklü adam,

“Haklısınız ben hiç bu açıdan düşünmemiştim; özür dilerim!”


Doktor Esat’ın muayene hızına kendi bile yetişemiyor, üç beş dakikada bir hastayı muayene edip gönderiyordu. “Göz açıp kapayıncaya kadar,” deyimi hakikat oluyordu adeta. Bir hasta, bir sandalyeye oturur oturmaz, hemşire hanım, birtakım işlemler yapmaya başlarken, Doktor Esat, biyomikroskop denilen ışıklı cihazla hastanın gözlerinin içine bakıyordu.


“Saat on bir dedi Doktor Esat, heyet hastalarını alacağım, kalanları da heyet bittikten sonra, hemşire Hanım, koridora çıkıp duyuru yapar mısınız?”

“Tabi efendim, hemen!”

“Lütfen dinler misiniz dedi hemşire Hanım, şimdi heyet hastalarını alacağız, kalanları da heyetten sonra randevusu olan, sıra numarası olanları muayene edeceğiz; lütfen sakince bekleyelim, muayene sırası gelenleri sıra ile alacağız, anlaşıldı mı?”

“…”


Kimseden bir ses çıkmadı, sadece bir uğultu anlaşılmaz seslerle homurtu yükseldi.

Doktor Esat, heyet hastalarının hepsini aynı anda içeri almış, biyomikroskop dedikleri aletle hastaların gözlerine bakıp görülen bir şey olmadığına kani gelince sağlam olanlara sağlam, kusur gördüklerine harfleri, şekilleri gösterip göz kusuru olanlara etraflı bir muayene öneriyordu. Doktor Esat muayeneyi tamamladığında saat on iki olmuştur.


Doktor Esat, bir şeyler yemek, bir bardak çay içmek, öteki insani ihtiyaçlarını gidermek için ara vermiştir çalışmalarına. Saat 13.30 dan itibaren göz ameliyatları başlayacaktır. Bugün dört göz ameliyatı olduğunu doktorla, hemşire konuşurken duyan Mithat Bey, içinden,


“Yazık ya ne zor bunların işi, kimse doktorların kıymetini bilmiyor,” deyip için için üzülmüştür.


Öğle arasında hastane bahçesinde insan seli: Hasta yakınları, hastalar, ziyaretçiler, dilenciler, fırsatçılar… Kimi çıkını açmış birlikte domat, biber, peynirle karnını doyurmaya çalışırken, kimi bir simitle tıkız olmasın diye de bir bardak çayla onu yemeye çalışırken, bir diğeri, beyaz ekmeğin içine domat koymuş iştahla yemeye çalışıyor, bazıları çam ağaçlarının gölgesine, çimlerin üstüne serdiği battaniyenin üstüne uzanmış, gökyüzünü seyre koyulmuş, kimileri de belli ki hastası ağır olanlar, kadın olsun, erkek olsun, ağlamaktan gözleri kızarmış, kimileri de acıyı içine gömmenin anlamsızlığıyla içini çeke ağlamaktadır. Hastane stres artırır ya kimileri de çareyi sigarda bulmuş, sigara üstüne sigara içmektedir…


Gölgeye uzanmış kestiren sevimli büyüklü küçüklü köpekler, yediklerini benimle paylaşır mı diye bekleşen yalvaran gözlerle bakmakta bir şey yiyip içmekte olanlara…

Hastane bahçesi, hastane koridoru sağlığının kıymetini bil diyen bir laboratuvar…


Mithat Bey, bin bir uğraşla aldığı göz randevusunu iki dakikada bitirerek doktora görünmüş oldu. İki dakikada ne doktor onun gözünün rengini ne o doktorun gözünün rengini fark edemeden randevu hakikat olmuş oldu.

Sağlıklı günlerde görüşmek dileğiyle…






Etiketler:

58 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

YAŞLI

Commentaires


1/682
bottom of page