top of page

Gezmek, Görmek, İncelemek ve Yazmak

Yazarın fotoğrafı: Hasan GüleryüzHasan Güleryüz


Hasan GÜLERYÜZ

*

Gezginler (seyyahlar), keşfetmek, bilgi toplamak, görevliyse, görev amaçlarına uygun çalışmalar yapmak, gözlemlerini, görüşmelerini ve incelemelerini günlükler halinde yazar, raporlaştırır bağlı olduğu kuruma ya da devlete sunarlar. İbni Batuta, Marko Polo, Kristof Kolomp, İbni Fazlan, Evliya Çelebi, Macellan bu anlamda büyük keşifçi ve gezginlerdi. O kadar öyle ki, bunları “Dünyayı Keşfeden Çocuklar” olarak da adlandırabiliriz.

 

İsterseniz ilginç bir gezgin ve inceleme grubunun öyküsüyle başlayalım düşsel ve düşünsel yolculuğumuza.


Bilginin Arkeolojisi 

Bilgi, dizginlenmesi zor, iyi yönetilmese başa bela olan bir enerjidir. İnsanlığın kurduğu uygarlık eninde sonunda doğadan öğrendiklerine dayalı bir akıl düzenidir. Bu uygarlık düzeninin teolojiden felsefeye, fizikten biyolojiye, matematikten müziğe, etikten estetiğe bağlanan köprüleri vardır.  Bilgi aynı zamanda bir egemenlik göstergesidir. Fiziğin, matematiğin, ekonominin, teknolojinin üst düzey uygulamalı bilgisi egemenlik tahtına işaret eder.


Arke, ilk ana maddeye verilen addı. Arkeoloji, yazı öncesi belgeleri, tarihsel değerleri sanatsal açından inceleme çalışmalarıydı. Arkeolog, bu çalışmaları yapabilecek donanıma sahip insanların unvanıydı. Kitaplarla da tarih öncesine, ilkçağlara yapılan yolculuğu bilginin arkeoloji çalışması olarak adlandırmak mümkündür. Ne zaman eski kitaplara bulaştığımı tam olarak bilmiyorum. Hatırladığım ilk sahafım, ince, uzun boylu bir adamdı. Siyah şapkası başından eksik olmazdı. Kitapla ilgili sorulardan hoşlanmaz, kapağında ne olduğu yazıyor “Okusana!”, dudaklarını kıpırdatarak sessizce “Salak!”, der ve kitabın fiyatında esnemezdi. Elbette o bir kitap dehası, delisi, dahası zihin arkeoloğu değildi. Pazarlığa durdun mu, asabiliği bir kat daha artar, elinden kitabı alır daha yükseğe koyardı. Ve şimşekten, gök gürültüsünden, dalgaların sesinden, yağmurun ıslatmasıyla çelikleşmiş, Karadeniz inatçılığı tutar ve cehaletini gizlemek için sert bir sesle, “Bu kitap satılık değil!” diye kestirip atardı.

Bu uyuz adam, Trabzon Tabakhane Camisinin yanındaki taşlara eski kitapları dizer, yan tarafına da çorap, mendil, cep aynası ve tarak satardı. Yandaki Bayburtlu taş ustaları, cami için yıllardır bıkmadan usanmadan “Tik tik! Tak! Tak! Tak!”  sesleriyle sokağı inletir, bilmediğimiz gizli bir beste çalarak, murçla köşe taşı yontarlardı. İşte, adı Fuat olan bu uyuz adamın sergideki eski kitaplarını fırsat buldukça karıştırırdım. Murç sesleri adamla olan konuşmaların anlaşılmasını bazen engellerdi. Bu adamı ince taktiklerle sinirlendirmekten büyük bir keyif alırdım. Bazen kitap fiyatında anlaşamaz, adamı elde tutmak için yanındaki malzemelerden alırdım. Kitap pazarlığında kızan adam, ayna ya da tarak alacağım sırada sesini yumuşatır, aynayı ya da tarağı Lafonten’in tilkisi gibi över, arkasındaki resmi gösterir, “Bak Ayhan Işık, İşte İstanbulsporlu Cemil! Minür Nurettin, Safiye Ayla” diye gösterir ve nazikçe verir, parasını alırdı.  Aldığı parayı deri cüzdanına keyifle koyarken mutlu bir sesle şarkı söyler, “Güle güle delikanlı! Kapımız her zaman sana açık!” derdi.  


Ekimin son cumartesi günü yine kente inmiştim. Maça gidecek, Ganita’da tavla oynayacak, yeni tanıştığım sarışın bir hemşireyle buluşacaktım. Asabi kitapçı yerindeydi. Gidişli dönüşlü o dar yolda yürüyenler onunla karşılaşması, göz göze gelmesi kaçınılmazdı. Duvara yeni kitaplar dizmişti ve çalımından geçilmiyordu. Durdum, kitaplara göz atmaya başladım. Adımı bilmese de beni tanıyordu. “Hau yukarılarda yeni kitaplar var!” diyerek bana kendi hesabınca “Hoş geldin!” diyor, usta bir tezgâhtar gibi ilişki kurmak istiyordu. 

Duvardaki kitapları karıştırdım. Aldığım kitapları sanat tablosu gibi dikkatlice aynı yere koyardım. Koymasam ne olacağını, adamın nasıl fırtınalar estireceğini biliyordum. Eski püskü bir kitabı elime aldım. Ötesine berisine bakmaya başladım. Ön kapağına, arka kapağına baktım. Bernardin De Saint Pierre, Hintli Kulübesi ve altında çeviri: Ali Kamil Akyüz ve büyük harflerle Hilmi Kitapevi 1946, İstanbul yazıyordu. Kitabın arkasını çevirdim üste M.Ö ve fiyatı 50 kuruş, Fransız Edebiyatından tercümeler… 


Geçmiş zaman: Kitabı iki ya da üç liraya almış olmalıyım. Kitabın özgün adı Chanmiere İndienne’ydi ve benden çok büyüktü. ‘İki asırlık bu kitap kütüphanemin sahaf bölümünde kırk yıldan beri tutukludur.’ Üzgünüm ki, benden başka da ne göreni, ne seveni, ne okşayanı ne de okuyanı oldu! Onun ilk aşkı yazarı, ikinci aşkı yayınlayan, bir diğeri de makineleri kullanarak kitaplaştıran, Türkçeye çeviren  ve aşkı da benim.

Aklıma gelmişken, burada yazarların, kitap tutkunlarının kitapları eve, çatı katına alıp hapsetmeleri, kimseye açmamalarını, dahası açamamalarını eleştiriyorum. Bunu hastalık düzeyinde bir cimrilik ve okuma hasetliği olarak sayıyorum. Ne yapılması gerektiğini elbette bilmiyorum. Bazen kendi kendime: “Hop Hop! Aslanım! Bu özel alana ve özel sırlara uzanma işi. Para versen sanki insanlar okuyacaklar, kuyruğa gireceklerini mi sanıyorsun? Unutma, mabedin kapısı herkese açık değildir!” sesini duyuyor ve susuyorum! İçten içe bunu düşünüyorum.   


Fransız yazarın (1737-1814) yaşam öyküsü bir hayli ilginçti. Dünyanın aydınlanmacı büyük düşünürlerinden Jean Jeak Rousso ile arkadaşlık etmişti. Bernardin ayrıca Pol ve Virjini kitabının da yazarıydı. Pol ve Virjini, bu bölümü yazdıktan sonra 1969 baskılısını alıp okudum. Hintli Kulübesi kitabı Fransa’da 1790 yılında basılmıştı. İki yüz yirmi üç yaşındaki kitabın çeviri diline dokunmadığım girişi şöyle başlıyordu:

 

İki Yüz Elli Yıllık Kitabın Sırlarından   

 

Aşağı yukarı otuz sene evvel, Londra’da İngiliz âlimlerinden mürekkep bir heyet teşekkül etmişti. Maksatları dünyanın her tarafına dağılarak topladıkları ilim ve marifet nuruyla insanları aydınlatmak ve onların daha mesut olmalarına çalışmaktı. 

Heyetin masrafları keza İngiliz olmak üzere tacirlerden, lortlardan, piskoposlardan, üniversitelerden, kral ailesinden mürekkep bir iane sandığı tarafından temin olunuyordu.

Âlimlerin sayısı yirmiydi. Londra krallık kurumu bunların her birine, hallolacak meselelere havi, birer kitap vermişti. Meselelerin sayısı bin beş yüzdü.

Bu seyyar âlimler, yanlarına aldıkları meselelerin hallinden başka, seyahatleri esnasında ellerine geçecek eski Tevrat, İncil nüshaları ve her nevi nadir el yazması eserleri satın almakla mükelleftiler. Satın alınamayanların hiç olmazsa aynen kopyalarını çıkarmak için hiçbir fedakârlıktan geri kalmayacaklardı.

………

İlimde doktor payesini ihraz etmiş olan bu âlimlerin içinde İbrani, Arap ve Hint lisanını bilen en alimi şarkı Hindistan’a… Bütün ilimlerin ve sanatların beşiği mesabesinde bulunan bu uzak diyara gönderildi.

Bu ekip önce Flemeng’e çıkmak suretiyle Amsterdam Havrasını, Dordretht’in ruhaniler meclisini ziyaret etti. Sorbonu, Paris Ulusal Akademisini gördü. İtalya’da birçok akademiler, müzeler, kütüphaneler ve bu meyanda Floransa müzesini, Venedik’te Sen Mark Kütüphanesini ve Roma’da Vatikan Sarayını gezdi. İspanya Selamank Müzesini gezmede Engizasyon’a çarptırılırız diye tereddüt ettiler. Doğrudan doğruya Türkiye’ye geçmeye karar verdiler. İstanbul’da bir “Efendinin!” yardımıyla Ayasofya Kütüphanesindeki bütün kitapları elden geçirmeğe muvaffak oldular. İstanbul’dan sonra Mısır’a gittiler. Kıptilere misafir oldular. Suriye’ye geçtiler, Lübnan dağlarında Maronilerin, Karmel dağı keşişlerinin yanında kaldılar. Oradan Arabistan Sana’ya derken Acemistan’da İsfahan’a sonra daha ötelere, Kandahar, Delhi’ye üç yıl sonra Ganj nehri sahillerine ve Hindistan’ın Atina’sı mesafesinde bulunan Benares’e ulaştılar.


Kitabın girişinde gezinin amacı, bütçesi ve yapılacak işlerin programı bugün için bile önemini korumaktadır. Batıda bilim, araştırma inceleme anlayışına, müzelerin neden bu kadar zengin, neden bu kadar önemli olduğunun ilişkin bir anlayış sergiliyor bize. 

Kitapların kenarlarına düşülen notlar, çizilen satırlar, sayfalar arasına konan yazılı kâğıtlar, mektuplar, yazılan isimler, telefon numaraları, özel notları önemlidir. Kitap olduktan sonraki ‘Okumanın Gizli Tarihi’ yeni bir araştırma merakı oluşturuyor insanda.

 

Kaynaklar: 1. Bernardin De Saint Pierre, Hintli Kulübesi, altında çeviri: Ali Kamil Akyüz, Hilmi Kitapevi 1946, İstanbul
 2. Hasan Güleryüz. (2019). Yeşil Şaman ve Papağan, Pegem yayınları, Ankara.
 
1/377
1/5
bottom of page